Kur'ân ve Peygamber Efendimiz, dört büyük halifeden ve halifelik sıralarından haber vermiş midir?
Öncelikle şunu beyan edelim ki Kur'ân bir beşer kelamı değildir, İlahî bir kelamdır. Kur'an, Allah'ın kelamıdır. Kelam da Allah'ın sıfatıdır. Nasıl Allah'ın sıfatlarının sonu yoksa kelamının da sonu yoktur. Ancak Allah veli kullarının kalplerine bu kelamın ne kadarını acmışsa onlar ancak o kadarını anlayabilirler.[1] Kur’an hem icazlı (az sözle çok şey anlatma) hem de i'cazlıdır (mucizevî). Bu sebeple Kur'ân'ın mana tabakaları sonsuzdur. Her bir müfessir ondan farklı manalar çıkarmıştır. Zâhiren anlaşılan mânanın dışında imâ, işaret ve telvihlerle batınî, gizli mânalar da bulunmaktadır. Bunu anlamak ehil kimselerin işidir. Manevî âlemlerde üstün olan kimseler ve Allah'ın kendisine batınî ve zahirî ilimleri verdiği zatlara mahsustur. Bu gibi mânaların işlediği tefsirlerde vardır. Bunlara "işâri, tasavvufî tefsirler" de denir. Bu tarz eserlerin sahipleri Kur'ân'ın ve sünnetin sınırları dahilinde âyetlerin ilk anlaşıldığı mananın yanında bazı işarî yorumlarda bulunmuşlardır. Şüphesiz her birinin verdiği mâna Kur'ân'a ve İslâm'a aykırı olmamak kaydıyla Allah'ın kelamının bir tabakası olabilir.
Bediüzzaman Hazretleri de bu konuda mana olarak şöyle söylemektedir; “Kur’an kelimelerinin birden fazla anlamı olduğu, dilbilgisi (sarf ve nahiv), belagat (anlatım sanatı) ve anlam ilimleri (beyan ve maânî) kurallarıyla ispat edilmiştir. Bununla birlikte, Arap dili kurallarına uygun, dini esaslara doğru, anlam bilimleri açısından kabul edilebilir ve belagat açısından güzel bulunan tüm anlamlar, içtihat ehli, tefsir âlimleri ve fıkıh usulü bilginlerinin ortak görüşü ve ihtilaflarının şahitliğiyle Kur’an’ın anlamları arasında yer alır. [2] Ayrıca Bediüzzmaan Hazretlerinin Kur’an’da yaş kuru her şeyin var olduğunu bildiren ayeti de bu şekilde anladığı ve işarî tefsire yönelik bir çok ifadelerinin olduğunu bilmekteyiz.
İmam Gazzali Hazretleri ise şöyle demiştir;
“Kur'ân naslarının dış manaları yanında bir de iç manaları vardır. Bu iç manalar tıpkı kabuğun özü gibidir. İnsanlar yalnız duyular âlemini görürler. Ancak duyular âlemi, öz olan Melekût âleminin kabuğu durumundadır. Bu dış âlemi geçemeyen kimse meyvanın sadece kabuğunu, insanın da derisini görebilir. Onların içine nüfuz edemez”[3]
İşarî Tefsir Nedir?
İşarî tefsir, “yalnız tasavvuf erbabına acılan birtakım gizli anlamlar ve işaretler yoluyla Kur'an'ı açıklamak'' demektir. Buna göre söz konusu tefsir, sufinin kendi bireysel fikirlerine değil, bulunduğu makam itibariyle kalbine doğan ilham ve işaretlere dayanmaktadır.[4] Nitekim Rabbimiz Kur’an’da “Allah size zahir ve batın nimetlerini bolca ihsan etti...”[5] ve "Bu kavme ne oluyor ki hemen hiçbir sözü anlamıyorlar"[6] buyurmuştur.
Görüldüğü gibi ilk âyette Rabbimiz insanlara zâhir ve bâtın nimetlerin verildiğini açıkça beyân etmiş, ikincisinde ise "hiçbir sözü anlamıyorlar" ifadesiyle muhatap aldığı ilk topluluğun, Kur'ân'daki bâtını manaları anlamadıklarını vurgulamıştır. Bâtınî mâna ise işarî, gizli, anlaşılan asıl mananın deriniliğinde ki diğer manaları ifade etmektedir. Nitekim müfessirlere göre ilk muhatapların ana dilleri Arapça idi. Dolayısıyla onların, Kur'ân'ın zâhirini (anlaşılır, ilk mana) anlamamaları mümkün değildi. O halde söz konusu âyette kastedilen, zâhiri mana değil bâtını manadır. Buna göre Allah Taâlâ bu âyetlerle, Kur'ânî nasların bâtınî manalarını anlama noktasında ilk muhataplarını uyarmış ve onları, Kur'ân'’ın bu yönünü düşünmeye davet etmiştir.[7]
Mutasavvıf müfessirlere göre konuyla ilgili zikredilen hadisler de işârî tefsirin câiz ve mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. Bu hususta iki hadisin de delil getirildiği anlaşılmaktadır. Allah Resûlü (sav) buyurmuştur ki: "Eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız"[8] Konuyla ilgili bir başka hadiste de Hz. Peygamber şöyle demiştir: "İlim ikidir. Onlardan biri kalpte gizlidir ki, faydalı olan da budur"[9]
Sahabeden İşarî Tefsir Örnekleri
İşari tefsirlerin başlangıcı sahabeye kadar dayanmıştır. Nitekim “...İşte bugün sizin için dininizi kemale yetirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum...”[10] âyeti nâzil olunca herkesin sevindiği, Hz. Ömer’in ise Hz. Peygamber’in vefatını anlayarak ağladığı ve “bir şey kemale ulaştıktan sonra eksilmeye başlar” dediği bilinmektedir.[11] Gerçekten de bu ayetin nüzûlünden 9, 80 veya 81 gece sonra Hz. Peygamber vefat etmiştir. Hz. Ömer’in anladığı bu mananın, âyetin işârî boyutu ile ilgili olduğu aşikârdır. Çünkü ayet zâhiren Sevgili Peygamberimiz’in vefatını bildirmemektedir.
Diğer bir taraftan Hz. Ali’nin, sadece “Fatiha” hakkında bildiklerini yazsa, yetmiş deve yükü kitap tutacağını söylediği meşhur bir bilgidir.[12] Ayrıca yine Hz. Ali’nin özel bir ilme sahip olduğu ve bunu insanlara “Beni Kaybetmeden önce, benden sorunuz. Benden sonra asla benim gibi birinden soramazsınız” diyerek ilan ettiği de nakledilmektedir. Bütün bunlar Kur’an’ın işari manasına atıf olduğu ifade edilmektedir.[13]
Yine Hz. Ömer vefat ettiği zaman İbn Mes’ud’un, “Zannedersem ilmin onda dokuzu gitti” dediği nakledilir. “Aramızda sahabenin büyükleri varken böyle mi söylüyorsun?” diyenlere, “Ben sizin anladığınız ilimden bahsetmiyorum” demiştir.[14] Bu konuda sahabeden birçok delil bulunmaktadır.
Halifelere ait Kur’ân’da İşaret Var mı?
Evet. Bediüzzzaman Hazretleri halifelerin sırasının Kur’an’da işaret edilmiş olduğunu ifade etmiştir. Ona göre;
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا
“Muhammed Allah'ın Resûlüdür. Ve onun berâberinde bulunanlar; kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gāyet merhametlidirler; onları çokça rükû' eden kimseler ve çokça secde eden kimseler olarak görürsün..”[15] âyeti buna işaret etmektedir. O şöyle demektedir:
Ma‘nâ-yı sarihiyle; tabakāt-ı sahâbenin istikbâlde muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtâz ve hâs sıfatlarını ifâde etmekle berâber, ma‘nâ-yı işârîsiyle; ehl-i tahkīkçe vefât-ı Nebevîden sonra makāmına geçecek Hulefâ-yı Râşidîn’e, hilâfet tertîbi ile işâret edip, her birisinin en meşhur medâr-ı imtiyazları olan sıfat-ı hâssalarını haber veriyor.
Bu âyet, açık anlamıyla sahabenin ileride sahip olacağı seçkin ve özel vasıfları ifade etmektedir. İşari anlamıyla ise, âlimlere göre, Peygamber Efendimizin (s.a.v) vefatından sonra sırasıyla halife olacak Dört Halife’ye her halifenin en çok bilinen ve onu öne çıkaran özelliklerini de haber vererek işaret etmektedir.
وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ [Ve onun berâberinde bulunanlar] ile, maiyet-i mahsûsa ve sohbet-i hâssa ile ve en evvel vefât ederek yine maiyetine girmekle meşhûr ve mümtâz olan Hazret-i Sıddîk radıyallâhu anh’ı gösterdiği gibi اَشِدَّٓاءُ عَلَي الْكُفْرِ [Kâfirlere karşı çok şiddetliler] ile, istikbâlde küre-i arzın devletlerini fütûhâtıyla titretecek ve adâletiyle zâlimlere sâika gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer radıyallâhü anh’ı gösterir.
"Ve onun beraberinde bulunanlar" ifadesi, özel bir dostluğu ve beraberliği bulunan, sıddık makamının sahibi, ilk vefat etmek cihetiyle dahi onun en yakını olan Hazreti Ebubekir (r.a.)’ı işaret etmektedir. Yine "Kâfirlere karşı çok şiddetliler" ifadesi, ileride fetihleriyle dünyayı sarsacak ve adaletiyle zalimleri şimşek gibi şiddetiyle etkileyecek olan Hazreti Ömer (r.a.)’ı işaret etmektedir.
Ve رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ [Kendi aralarında gāyet merhametlidirler] ile, istikbâlde en mühim bir fitnenin vukūu hazırlanırken kemâl-i merhamet ve şefkatinden İslâmlar içinde kan dökülmemek için rûhunu fedâ edip, teslîm-i nefs ederek Kur’ân okurken mazlûmen şehîd edilmesini tercîh eden Hazret-i Osman radıyallâhu anh’ı da haber verdiği gibi, تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَ رِضْوَاناً [Onları çokça rükû‘ ediciler ve çokça secde eden kimseler olarak görürsün; Allah’dan lütuf ve rıdvân(sâdece O’nun rızâsını) isterler] ile saltanat ve hilâfete kemâl-i liyâkatle ve kahramanlıkla girdiği hâlde ve kemâl-i zühdü ve ibâdeti ve fakr ve iktisâdı ihtiyâr eden ve rükû‘ ve sücûdda devâmı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali radıyallâhu anh’ın istikbâldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harbleriyle mes’ûl olmadığını ve niyeti ve matlûbu fazl-ı İlâhî olduğunu haber veriyor.”[16]
"Kendi aralarında gayet merhametlidirler" ifadesi, büyük bir fitne döneminde, Müslümanlar arasında kan dökülmesini engellemek için merhamet ve şefkatinden kendini feda eden, ruhunu bu yolca teslim eden Kur’ân okurken mazlum bir şekilde şehit edilen Hazreti Osman (r.a.)’ı haber vermektedir. "Onları çokça rükû ve secde eden kimseler olarak görürsün" ayeti, halifelik makamına en yüksek liyakatle ve kahramanlıkla gelen, aynı zamanda dünya nimetlerinden uzak durup zühdü ile daima ibadete eden, sürekli fakri ve iktisadı tercüh eden, çokça rükû ve secde eden ve bu yönü ile herkesçe bilinen Hazreti Ali (r.a.)’ın gelecekteki durumunu haber vermektedir. Ayrıca, onun fitnelerle dolu savaşlarından sorumlu olmadığını ve niyetinin tamamen Allah’ın lütuf ve rızasını kazanmak olduğunu da bildirmektedir.
Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri aşağıdaki âyet-i kerimenin de ilk dört halifeye işaret ettiğini ifade etmektedir.
وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ
“O hâlde kim Allah'a ve Resûl'e itâat ederse, işte onlar; Allah'ın kendilerine ni'met verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlih kimselerle berâberdirler. Hem işte onlar, ne güzel arkadaştırlar!”[17]
“Evet, مِنَ النَّبِيّ۪نَ [peygamberler] nasıl ki sarâhatle Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’a bakıyor. "الصِّدّ۪يق۪ينَ" [sıddîklar] fıkrasıyla Ebû Bekri’s-Sıddîk (ra)’a bakıyor. Hem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra ikinci olduğuna ve en evvel yerine geçeceğine işâret ettiği gibi, "الشُّهَدَاء" [şehîdler] kelimesiyle Hazret-i Ömer’i, Hazret-i Osman’ı, Hazret-i Ali’yi Rıdvânullâhi Aleyhim Ecmaîn’i berâber ifâde ediyor. Hem üçü, Sıddîk’tan sonra nübüvvetin hilâfetine mazhar olacaklarını ve üçü de şehîd olacaklarını, fazîlet-i şehâdetleri de sâir fezâillerine ilâve edileceğini işâret ediyor ve gaybî bir sûrette ifâde ediyor. [18]
Bediüzzaman Hazretleri’ne göre âyette geçen "النَّبِيّ۪نَ" (peygamberler) kelimesinin açıkça Hz. Muhammed'e (sav) işaret etmektedir. "الصِّدّ۪يق۪ينَ" (sıddîklar) kelimesi, en yüksek doğruluk ve sadakat makamında olan Hz. Ebû Bekir’e (ra) bakıyor. Peygamberimizden sonra onun ikinci olduğuna ve halifeliğe en evvel onun geçeceğine işaret ediyor. Âyette geçen "الشُّهَدَاء" (şehîdler) kelimesi ise ilerleyen dönemlerde şehit edilecek olan Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye işaret etmektedir. Çünkü bu üç halife de şehit edilmiştir. Hz. Ebû Bekir’den sonra, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin (radiallahu anhum ecmain) halife olacaklarını ve üçünün de şehit edileceğini haber veriyor. Şehitlik fazileti, onların diğer üstün özelliklerine eklenerek, manevi derecelerinden işareten haber veriliyor.
Ayrıca doğrudan sahabelerin sırasını tayin eden hadis bulunmamakla beraber bu sahabelerin faziletine işaret eden bir çok hadisin olduğu sahih kaynaklarda geçmektedir.
Kur'ân'ın her tabakaya hıtabı için bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/kuranin-her-tabakaya-hitabi
https://risale.online/soru-cevap/kuranda-hersey-var-mi
İşari mana, sarih mana, remiz vb. ıstılahlar için bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/ayetin-manay-i-sarih-ve-manay-i-isari-yonu
[1] Tüsterî, Tefsîru'l-Kur'âni'l-âzîm, Mısır 1329, s. 60.
[2] Bediüzzaman Said Nursi, Zülifikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 106
[3] Gazzâlî, Cevâhiru'l-Kur'ân, Mısır 1329, s. 9.
[4] Zehebî, Tefsir ve'l-mufessirun, Mısır 1976., s.2, s. 352
[5] Lokman 31/20.
[6] Nisâ 4/78.v
[7] Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, İfav Yay., İstanbul 2015, s. 213-215
[8] Buhârî, Küsûf, 2; Nikâh, 107; Rikâk, 28; Müslim, Küsûf, 1; Nesâî, Küsûf, 11.
[9] Ebû Tâlib el-Mekki, Kûtu’l-Kulûb Fî Muameleti’l-Mahbûb, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2005, c.1, s. 245
[10] Mâide, 5/3.
[11] Tâberî, Câmiu’l-Beyân Fî Te’vîli’l-Kur’ân, thk. Ahmed Muhammed Şakir, Müessesetü’r-
Risale, Beyrut 2000, c.9, s. 519.
[12] Ali el-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâtü’l-Mesâbîh, Dâru’l-Fikr, Beyrut 2002, c.1, s. 314.
[13] Hâkim en-Neysabûrî, el-Müstedrek alâ’s-Sahîhayn, Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1990 c.2, s.383
[14] Ebû Tâlib el-Mekki, Kûtu’l-Kulûb Fî Muameleti’l-Mahbûb, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2005, c.1, s. 241.
[15] Fetih Sûresi, 48:29.