Allah’u teala’nın bizim idrak edemediğimiz bazı şuunatı vardır. Cenab-ı Hak, yarattıklarının hiçbirine benzemez. Yarattıklarından hiçbirinin özelliği de O’na(cc) benzemez. Çünkü “O” (c.c) “muhalefetün-lil havadis” tir. Hiçbir mahluk "O" nun zatını zihnen veya aklen hayal edemez. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de "Her ne ki senin aklına geliyor, işte Allah Teâlâ onun gayrısıdır" buyurmuştur. Demek ki bu tarz ifadeleri bu minval üzere değerlendirmeliyiz.
Cenab-ı Hak, bütün noksanlık ve nakisiyet bildiren hallerden münezzehtir. Yarattığı mahlûkatına bütünüyle benzemekten de beridir. Cenab-ı Hak üzülmek, mahzun olmak, dövünmek gibi hasletlerden müberradır. Bunun yanında insan, Allah’ın bütün isimlerinin tecellisini kendisinde gösteren bir aynadır. İnsan kendisinde bulunan cüzi ve sınırlı ilmiyle(marifetiyle) Allah’ın her şeyi kuşatan ilmini, Alîm isminin tecellisini görür ve gösterir. Azıcık kudretiyle, Allah’ın sonsuz kudretine ve Kadîr ismine ayinedarlık eder. Kendisinde bulunan bu cüz’i ve sınırlı özelliklerden yola çıkarak Allah’ın nihayetsiz isim ve sıfatlarının tecellisine ayna olur. İşte bu noktada Allah, kendisini tanıtmak, isim ve sıfatlarını bildirmek için insana bazı latifeler vermiştir. İşte insan bu latifeler marifetiyle Allah'ın varlık ve birliğini anlamaya çalışarak marifetullaha ulaşır.
Örneğin insanda kıskançlık, izzet ve gayret sahibi olmak gibi özellikler vardır. Cenab-ı Hak’ın da keyfiyeti bizce meçhul olan kendisine mahsus izzeti, kıskanması, gayreti, vardır. O'nun ulûhiyetini tekzip etmek, gayretine ve celaline dokunur. Zât-ı akdes'ine has ve ulûhiyetine yakışır şekilde izzeti, gayreti, kıskanması da mevcuttur.
Allah-u Teâlâ (c.c) “Allah ‘in eli onların elleri üstündedir” gibi ayetlerde insanların meseleleri daha iyi anlaması için teşbih temsil ve mecaz gibi unsurları kullanmıştır. Bu yöntemi hadislerde de görmekteyiz. Mesela kulun tövbesi ile alakalı bir mevzuda sevgili peygamberimiz (s.a.v) şöyle bir misal ile insanları hakikate yakınlaştırmıştır. “Muhakkak ki, Allah’ın, mümin kulunun tövbesinden (tekrar geri gelip sonsuz rahmetinin kapısına sığınmasından) duyduğu sevinç, şöyle bir adamın duyduğu sevinçten çok daha fazladır: Üzerinde yiyecek ve içeceği bulunan devesi de yanında olan bir adam, hayat tehlikesi bulunan kurak bir çölde, biraz uyur. Uyandığında, devesinin kaybolduğunu görür. Aramaya koyulur, fakat bir ara öyle bir susar ki (takati kesilir). İçinden der ki: artık daha önce bulunduğum yerime dönüp, gelecek ölümü beklemek üzere uyuyayım! Derken, başını kolunun üzerine koyup ölümü beklemeye başlar. Uykudan uyandıktan sonra, üzerinde azığı, yiyecek ve içeceği bulunduğu hâlde, devesinin yanı başında durduğunu görür. İşte, Allah’ın, mümin kulunun tövbesinden duyduğu sevinç, bu adamın devesini ve azığını bulmaktan duyduğu sevinçten daha fazladır.”(Müslim, Tevbe, 3)
İzah kısmına gelince mealen şunlar söylenebilir; Allah (c.c) kendi şanına yaraşır bir tarzada bizim keyfiyetini asla bilemeyeceğimiz bir tarzda işler yapmaktadır. Biliyoruz ki onun zatı hiçbir şeye muhtaç olmayacak kadar zengindir ve bundan müstağnidir. Mutlak kemal sahibidir, zatı tüm varlık aleminden de münezzehtir. Onun bu özellikleri ve vasıflarına layık bizim bilmediğimiz bir şekilde bir mukaddes şefkati ve tüm kusurlardan münezzeh bir muhabbeti vardır. Onun bu mukaddes şefkati ve tüm kusurlardan münezzeh bir muhabbetinden gelen mukaddes bir şevk ve süruru vardır. Bunlardan gelen ve tabiri caiz ise (yani bir tabirle izah edecek olsaydık) hadsiz bir lezzet-i mukaddesesi vardır. O lezzet-i mukaddese ile beraber sınırsız muhabbeti cihetiyle de kudretinin faaliyeti içinde yarattıklarının yetenekleri ve kabiliyetlerinin inkişafı ve tezahürü ve onların bu istidatlarının faaliyet alanına çıkarak görünmesinden ve gelişmesinden ötürü o mahlukatın memnun olmalarından ve yüksek bir noktaya ulaşmalarından neşet eden Allah’a mahsus sınırsız bir mukaddes bir memnuniyet ve sınırsız mukaddes bir övünme vardır. Bunlar da sınırsız bir şekilde sınırsız bir faaliyeti gerektiyor.
Demek kâinatta meydana gelen tüm faaliyetlerde Allah’u Teala’nın kendisine mahsus mukaddes bazı halleri vardır denilebilir.