Mükemmel bir eser mükemmel bir işi, fiilli gösterir. Onunla meydana gelir. Mükemmel fiil ise mükemmel bir faili isimleriyle bizlere gösterir. Çünkü mükemmel fiil ancak mükemmel bir faille meydana gelir. Failsiz fiili düşünmek mümkün değildir. Demek fiillerin güzelliği isimlerin güzelliğinden kaynaklanmaktadır. Mükemmel isimleriyle iş yapmak ancak mükemmel sıfatlardan kaynaklanır. Çünkü isimlerin kaynağı sıfatlardır. Görme sıfatı olmayan birisi görücü olamaz. Gören ismini alamaz. Sıfatların kaynağı ise şuundur. Yani mükemmel bir kabiliyet, bir yetenektir. Bütün bu yetenek ve kabiliyetin yeri ise vücuttur. Zattır. Varlıktır. Demek ki mükemmel bir zatta mükemmel bir kabiliyet, ince ruha sahip olma özelliği vardır. Bunun sonucunda mükemmel sıfatlar ortaya çıkar. Bunlardan ise mükemmel isimlere sahip bir fail olduğu görünür. Bu mükemmel fail de mükemmel fiillerle mükemmel eserler meydana getirir.
Âlemde görünen bütün eserler ilahi fiillerle meydana gelir. Onun iradesiyle ve kudretiyle vücut bulur. Her şeyi en güzel surette O (c.c) yaratmıştır. Bu eserler O'nun mükemmel fiillerle yaptığını göstermektedir. Bu fiiller ise bütün isimleriyle beraber mükemmel bir faili gösterir. İlahi isimlerin kaynağı ise ilahi sıfatlardır. Sıfatların menbaı ise tabirinde aciz olduğumuz şuunaat-ı İlahiye dediğimiz kutsi manalardır. Şuunatın mükemmelliği ise zatın mükemmelliğini nazara vermektedir.
Bediüzzaman hazretlerinin bu noktadaki izahını aşağıya alıyoruz.
"Meselâ: Nasılki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinatı, arkalarında bir usta ef'alinin mükemmeliyetini gösterir. O ef'alin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o esma ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın san'atına dair sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir. Ve o san'at ve sıfatlarının mükemmeliyeti, o san'at sahibinin şuun-u zâtiye denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o şuun ve kabiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mahiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misillü... Aynen öyle de: Şu kusursuz, futursuz هَلْ تَرَى مِنْ فُطُورٍ sırrına mazhar olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcudat-ı muntazama-i kâinatta olan san'at ise; bilmüşahede bir müessir-i zil-iktidarın kemal-i ef'aline delalet eder. O kemal-i ef'al ise, bilbedahe o Fâil-i Zülcelal'in kemal-i esmasına delalet eder. O kemal-i esma ise, bizzarure o esmanın müsemma-i zülcemalinin kemal-i sıfâtına delalet ve şehadet eder. O kemal-i sıfât ise, bilyakîn o mevsuf-u zülkemalin kemal-i şuununa delalet ve şehadet eder. O kemal-i şuun ise, bihakkalyakîn o zîşuunun kemal-i zâtına öyle delalet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün enva'-ı kemalât, onun kemaline nisbeten sönük bir zıll-ı zaîf suretinde bir Zât-ı Zülkemal'in âyât-ı kemali ve rumuz-u celali ve işarat-ı cemali olduğunu gösterir."1
Bir saray düşünelim; süslemeleri, düzeni, planı kusursuzdur. Bu kusursuzluk, ustanın fiillerinin (yaptığı işlerin) güzel olduğunu gösterir. Fiillerin güzelliği, ustanın isimlerinin (ünvanlarının) mükemmel olduğunu gösterir: “Mimar, sanatkâr, usta...” gibi. İsimlerin güzelliği, ustanın sıfatlarının (ilim, kudret, maharet gibi) mükemmel olduğunu gösterir. Bu sıfatların mükemmelliği, ustanın şuun-u zâtiye denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmelliğine; bu kabiliyetlerin mükemmelliği de ustanın zatının mükemmelliğine işaret eder. Yani eser → fiil → isim → sıfat → şuun → zat sırasıyla bir mükemmellik zinciri kurulur. Aynen öyle de Âlemdeki düzen, sanat ve kusursuzluk Allah’ın fiillerinin mükemmel olduğunu gösterir. Fiillerin mükemmelliği Allah’ın isimlerinin mükemmel olduğunu gösterir. İsimlerin mükemmelliği Allah’ın sıfatlarının mükemmelliğine delildir. Sıfatların mükemmelliği Allah’ın şuunatının (zatına ait manevi halleri, mukkaddes işler) mükemmelliğini gösterir. Şuunatın mükemmelliği Allah’ın Zâtının kemaline kesin delildir. kâinatta gördüğümüz her güzellik, mükemmellik, kudret, ilim, hikmet, merhamet… Hepsi Allah’ın isim ve sıfatlarının bir yansımasıdır. Ancak O’nun kemaline göre bunlar sadece soluk bir gölge gibidir. Nasıl ki güneşin ışığı aynalarda görünür ama güneşin aslı çok daha güçlüdür; öyle de kâinattaki her kemal, Zât-ı Zülkemal olan Allah’ın sonsuz kemalinin bir işaretidir.
"Nasılki mükemmel, muhteşem, münakkaş, müzeyyen bir saray; mükemmel bir ustalık, bir dülgerliğe bilbedahe delalet eder. Ve mükemmel fiil olan o dülgerlik, o nakkaşlık; bizzarure mükemmel bir fâile, bir ustaya, bir mühendise ve "nakkaş ve musavvir" gibi ünvan ve isimleriyle beraber delalet eder. Ve mükemmel o isimler dahi, şübhesiz o ustanın mükemmel, san'atkârane sıfatına delalet eder. Ve o kemal-i san'at ve sıfat, bilbedahe o ustanın kemal-i istidadına ve kabiliyetine delalet eder. Ve o kemal-i istidad ve kabiliyet, bizzarure o ustanın kemal-i zâtına ve ulviyet-i mahiyetine delalet eder.
Aynen öyle de: Şu saray-ı âlem, şu mükemmel, müzeyyen eser; bilbedahe gayet kemaldeki ef'ale delalet eder. Çünki eserdeki kemalât, o ef'alin kemalâtından ileri gelir ve onu gösterir. Kemal-i ef'al ise, bizzarure bir fâil-i mükemmele ve o fâilin kemal-i esmasına, yani âsâra nisbeten müdebbir, musavvir, hakîm, rahîm, müzeyyin gibi isimlerin kemaline delalet eder. İsimlerin ve ünvanların kemali ise, şeksiz şübhesiz o fâilin kemal-i evsafına delalet eder. Zira sıfat mükemmel olmazsa, sıfattan neş'et eden isimler, ünvanlar mükemmel olamaz. Ve o evsafın kemali, bilbedahe şuunat-ı zâtiyenin kemaline delalet eder. Çünki sıfâtın mebde'leri, o şuun-u zâtiyedir. Ve şuun-u zâtiyenin kemali ise; biilmelyakîn zât-ı zîşuunun kemaline ve öyle lâyık bir kemaline delalet eder ki; o kemalin ziyası, şuun ve sıfât ve esma ve ef'al ve âsâr perdelerinden geçtiği halde, şu kâinatta yine bu kadar hüsnü ve cemali ve kemali göstermiş."2
Bir saray düşünelim: süslemeleriyle, geometrik uyumuyla, sağlam temelleriyle, nakışlarıyla kusursuz... Bu eserin kendi kendine olması mümkün değildir. Bu eser, mükemmel bir ustanın işini, kusursuz bir mühendisliğin varlığını gösterir. Sarayın yapımındaki mükemmellik, ustanın yaptığı işlerin (fiillerin) mükemmelliğini gösterir. Fiil mükemmelse, onu yapan fail (usta) da mükemmeldir. Ve bu fail, “mühendis, nakkaş, sanatkâr, musavvir” gibi isimlerle anılır. Bu isimler, ustanın mahiyetini ve kudretini gösterir. “Musavvir”, “Nakkaş”, “Mühendis” gibi isimler, ustanın sıfatlarını yansıtır. Çünkü birine “Nakkaş” diyebilmemiz için, onda nakış yapma sıfatı bulunmalıdır. Yani isimlerin güzelliği, sıfatların güzelliğinden doğar.
Dolayısıyla isimler mükemmelse, sıfatlar da mükemmeldir. Sıfatlar ise (mesela ilim, kudret, hikmet), o zatın kabiliyet ve istidadını gösterir. Eğer usta bu işleri yapabiliyorsa, demek ki onun içinde bir kabiliyet vardır. Kabiliyetlerin kaynağı ise, zatın kendisidir. Yani usta mükemmel işler yapabiliyorsa, bu onun zatının mükemmelliğindendir. Demek ki her mükemmel eser, mükemmel bir zatı gösterir. Aynen öyle de Kâinat, büyük bir saraydır. Dağlar, denizler, yıldızlar, canlılar bu sarayın süsleri ve düzenidir. Bu mükemmellik, kusursuz fiilleri gösterir. Bu fiiller, mükemmel bir failin (Allah’ın) eseridir. O failin “Hâlik, Musavvir, Hakîm, Rahîm, Müzeyyin” gibi isimleri, bu fiillerde tecelli eder. İsimler (Rahmân, Hakîm, Alîm) mükemmelse, o zaman bu isimlerin kaynağı olan sıfatlar (rahmet, hikmet, ilim) de mükemmeldir. Sıfatlar ise şuunatı gösterir. Yani sıfatların menşei, şuunat-ı zâtiyedir. Şuunatın kemali ise doğrudan Zât-ı Zülkemal’in (Allah’ın Zâtının) kemaline delalet eder. Ve öyle bir kemaldir ki, o kemalin ziyası sıfatlar, isimler, fiiller ve eserler perdelerinden geçse bile kâinatta hâlâ bu kadar güzellik, hikmet, düzen ve rahmet olarak parıldar. Şuunatın kemali, doğrudan Zât-ı Zülkemal’in (Allah’ın Zâtının) kemaline delalet eder. Ve öyle bir kemaldir ki, o kemalin ışığı sıfatlar, isimler, fiiller ve eserler perdelerinden geçse bile kâinatta hâlâ bu kadar güzellik, hikmet, düzen ve rahmet olarak parıldar.
Ayrıca bakınız:
Allah'ın İsim-Sıfat-Şuunat ve Zatının Mükemmelliği
Allah'ın Sıfatları/Subûti-Selbi-Haberi- Fiili
Bediüzzaman Said Nursi, Tılsımlar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 61
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 61

