Bu zamanda matbaalar var yazıya gerek var mı?
Bediüzzaman hazretleri eski Said döneminde yazdığı risalelerini İstanbul’da tab’ ettirerek ehl-i imana ulaştırıyordu. Osmanlının başkenti olan İstanbul’da toplum içinde aktif olarak hayat sürdü. Matbaanın durumunu çok iyi biliyordu. 1926’dan sonra telif ettiği risalelerinin yazılmasını talebelerinden istedi. Bu isteğin kaynağı ise matbaanın olmayışı değildi. Çünkü 20 sene önce İstanbul’da kendi eserlerini matbaalarda bastırarak okuyucularla buluşturmuştu.
Kur’anın hakiki ve esaslı bir tefsiri ve iman hakikatlerini en güzel şekilde şerh ve beyan eden Risale-i Nurların yazılmasını iki hadisi şerife istinad ettirerek dünyevi ve uhrevi faydalarından kendi talebelerinin istifade etmeleri için yazı yazmalarını istiyordu. Onların ilim talebesi sınıfına bu yolla dahil olmalarını arzu adiyordu. Hatta teksir makinesi alındığında yazıda en küçük bir gevşemenin olmamasını belki artırmaları gerektiğini, talebelerine tren misaliyle açıklıyordu. Demek teksir makinesi yazıya engel değil bilakis yazıyı ziyadeleştirecek bin kalemli bir katipti.
Yazı yazmanın bir hikmeti de Risale-i Nurları neşretmektir. Fakat bu yalnızca bir çok hikmetten birisidir. Yazı yazmanın illeti değildir. Eğer risalelerin yazılmasının illeti neşir olsaydı, matbaalar bu işi en iyi şekilde yerine getirirdi. Fakat illet fiili bir sünnet olan hatt-ı Kur’aniyi yazmak suretiyle ihya ve ittiba etmekti. Bid'ati kaldırmaktı. Yüz şehidin ecrine nail olmaktı. Kalem ile manevi cihadı temin etmekti. Neşr- i hakikati sağlamaktı. Kalemle ilmi tahsil etmekti. Tefekkür yoluyla bir senelik nafile ibadeti kazanmaktı. Alem-i islamın müşterek hattı olan hatt-ı Kur’aniyi muhafaza etmekti. Bunun gibi daha başka sebebleri risale-i nura havale ederek kısa kesiyoruz.