"Hem tevhîdin sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zîhayatta bir şahsiyet-i İlâhiye ve bir ehadiyet-i Rabbâniye ve sıfât-ı seb‘aca ma‘nevî bir sîmâ-yı Rahmânî ve bir temerküz-ü esmâ ve اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ deki hitâba muhâtab olan zâtın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezâhür eder. Yoksa o şahsiyetin ve o ehadiyetin ve o sîmânın ve o taayyünün cilvesi inbisât ederek kâinât nisbetinde genişlenir, dağılır, gizlenir. Ancak çok büyük ve ihâtalı kalbî gözlere görünür. Çünki azamet-i kibriyâ perde olur. Herkesin kalbi göremez." (2. Şua)
Burayı cümle cümle izah eder misiniz?
Soruda bahsi geçen paragrafın içinde bulunduğu risaleye bütüncül bir nazarla bakıldığında tevhidin anlatıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu kısımda da tevhidin anlaşılması noktasında değişik açıdan yapılan bir izah vardır. Genel olarak iman nazarıyla mahlukata bakıldığında nasıl bir tevhid nurunun nazara çarptığı ifade edilmektedir.
Hem tevhîdin sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zîhayatta bir şahsiyet-i İlâhiye ve bir ehadiyet-i Rabbâniye ve sıfât-ı seb‘aca ma‘nevî bir sîmâ-yı Rahmânî ve bir temerküz-ü esmâ ve اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ deki hitâba muhâtab olan zâtın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezâhür eder.
Yaratılmış olan mahlukata bir ağaç nazarıyla bakıldığında -ki kâinatın tamamı demektir.- Canlıların adeta bu yaratılış ağacının birer meyvesi oldukları anlaşılmaktadır. Bu varlıkların her birisi, Cenab-ı Hakk’ın zatını, her şeyin tek olan Rabbimizin terbiyesi ve kontrolü altında olduğunu, her bir varlığın; Allah’ın hayat, ilim, irade, kudret, semi’ basar, kelam gibi sıfatlarını onun manevi bir rahmeti suretinde, adeta kendisinde, yani o canlıda toplandıklarını ve ne kadar merhametli bir yaratıcı olduğunu göstermektedir. Her canlının her halinde ve durumunda O’nun merhamet ve imdadına muhtaç olduğunu ve O’ndan yardım taleb ettiğini, kendine has yapmış olduğu ibadetini de sadece Allah için yaptığını, sanki hususi اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ ((Rabbimiz!) Ancak sana ibâdet ederiz ve ancak senden yardım dileriz. Fatiha, 1/5.) dediği anlaşılmaktadır. Fatiha’daki bu ifadeler kendisi için kullanılan Allah’ın yukarıda geçen yedi sıfatının manevi cilveleriyle özel olarak o varlığı gördüğü ona adeta özel muamelede bulunduğu ortaya çıkar. İman nazarıyla canlılara bakan herkes elbette durumun bu şekilde olduğunu anlar. Allah’ın varlığına ve birliğine olan inancı imanın derecesine göre kuvvetlenir.
Yoksa o şahsiyetin ve o ehadiyetin ve o sîmânın ve o taayyünün cilvesi inbisât ederek kâinât nisbetinde genişlenir, dağılır, gizlenir. Ancak çok büyük ve ihâtalı kalbî gözlere görünür. Çünki azamet-i kibriyâ perde olur. Herkesin kalbi göremez.
Eğer nazar bu şekilde herbir canlıda Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine, özel olarak o varlık üzerinde cilveleri görülen ve tezahür eden Allah’ın isim ve sıfatlarını okuyamaz. Dolayısıyla o isim ve sıfatların cilve ve tezahürleri adeta kâinata dağılır ve gizlenirler. Bütün kâinatta dağılmış bir vaziyette bulunan bu tecellileri de ancak manen çok büyük ve her varlığı kuşatan, hepsini bir anda müşahede edebilen kalb gözleriyle görülebilir. Bu da çok zordur. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın yüceliğini ve büyüklüğünü hakiki manada anlamak çok zordur. Herkesin kalbi bu kapasitede olamaz.
Fakat her bir varlıkta Rabbimizin yukarıda zikredilen vasıflarını imanla ile biraz tefekkür eden herbir mümin anlar. Müşahede eder. Tevhide hakiki bir yol bulur. İmanı kuvvetlenir. Feyzi ziyadeleşir. Kalbî olarak her şeyin yaratıcısı ve imdad edicisi gerçek manada ancak Allah olduğunu idrak eder. İmanın derecesine göre hayatını zevkle ve şevkle adeta bir cennet hayatı gibi yaşar.