Üstad Bediüzzaman kendisine yapılan medh ve senaları neden üzerine almıyor?
Bediüzzaman Hazretleri ve tüm İslâm âlimleri, kesinlikle nefse hoş gelen iltifatları ve övgüleri kabul etmezler. Bilirler ki kendilerine yapılan övgüler faydadan çok zarardır. Riya, enâniyet ve hodfuruşluk gibi kendini beğenmek ve beğendirmek anlamına gelen gösteriş, gurur ve kibir kokan kötü hallerden, yılandan ve akrepten çekinildiği gibi uzak durmuşlardır.
Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatı’nda pek çok yerde şahsına yapılan övgü ve iltifatları kabul etmediğini açıkça ifade eder. Tüm övgü, iltifat ve takdirleri Kur’ân’a ve Kur’ân’ın bu asırda bir nuru olan Risale-i Nur’a verir. ‘’… Çünkü ben kendimi beğenmiyorum. Beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenâb-ı Hakk’a çok şükür, beni kendime beğendirmemiş…’’[1] diyerek kendini beğenmekten Allah’a sığınmaktadır.
Aynı mahiyette bir başka ifadesi ise şöyledir: ‘’Ben kasemle (yeminle) te’mîn ederim ki, Risâle-i Nûr’u senâdan (övgüden) maksadım, Kur’ân’ın hakîkatlerini ve îmânın rükünlerini te’yîd (kuvvetlendirme) ve isbat ve neşirdir. Hâlik-ı Rahîmime yüz binler şükürler olsun ki, kendimi kendime beğendirmemiş. Nefsimin ayıblarını ve kusurlarını bana göstermiş. Ve nefs-i emmâremi başkalara beğendirmek arzusu kalmamış. Kabir kapısında bekleyen bir adamın arkasındaki fânî dünyaya riyâkârâne bakması, acınacak bir hamâkattir (ahmaklık) ve dehşetli bir hasârettir.’’[2]
‘’Çünkü ben, nefsimi herkesten ziyâde nasihate muhtaç görüyorum…’’[3] ifadesiyle, nefsinin övgüden çok nasihata muhtaç olduğunu net bir şekilde ifade eder. Tüm risalelerinde sürekli olarak kendi nefsini muhatap kabul edip iman hakikatlerini en önce kendi nefsine ders vermesi de bu gerçeği açıkça ispat etmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri’nin, Risale-i Nur’daki kuvvetli ve tesirli iman derslerinin kaynağı olarak sadece Kur’ân’ı göstererek şahsına ait en ufak bir hisseden şiddetle sakınmasının sırrı şudur:
‘’Sözlerdeki hakāik (hakikatler) ve kemâlât (mükemmellikler) bizim değil, Kur’ân’ındır ve Kur’ân’dan tereşşuh etmiştir (ortaya çıkmıştır). Hatta Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur’âniyeden (Kur’ân âyetinden) süzülmüş bazı katarâttır (damlalardır). Sâir (diğer) risâleler dahi umumen öyledir. Madem ben öyle biliyorum ve madem ben fânîyim, gideceğim; elbette bâkî olacak bir şey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalıdır. Ve madem ehl-i dalâlet ve tuğyân, işlerine gelmeyen bir eseri, sâhibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir. Elbette semâ-yı Kur’ân’ın yıldızlarıyla bağlanan risâleler, benim gibi çok i‘tirâzâta ve tenkîdâta medâr olabilen ve sukūt edebilen çürük bir direkle bağlanmamalı.’’[4]
Burada Hz. Üstad, kendisinin fani olduğunu lakin Kur’ân hakikatlerinin baki yani daimî olduğunu nazara vermektedir. Risaleler Ku’ân’dan ilhamla yazdırılmış olup yine Kur’ân’ın malı olduğunu ifade ederek her türlü itiraz ve tenkitlere açık olan kusurlu şahsı ile irtibatlandırılamayacağını söyler. İlgili metinde binlerle övgüye layık bu Kur’ân hizmetindeki hissesini şu veciz misalle dile getirir: ‘’Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri (özellikleri) kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben dahi öyle bir kuru çubuk hükmündeyim…’’[5]
Risale-i Nur’un farklı yerlerinde sıklıkla Nur Risalelerinin kıymet ve ehemmiyetinden bahsederken gayesinin hiçbir cihetle beğenmediği nefs-i emmaresini beğendirmek ve takdir toplamak olmadığını sık sık söyler. Maksadının, Risale-i Nur’un Kur’ân’ın malı olup O’ndan ilhamla yazdırıldığını ve içindeki iman ve Kur’ân hakikatlerinin tesirini nazara vermek olduğunu şöyle ifade eder:
‘’Ma‘lûm olsun ki, ben Risâle-i Nûr’un kıymetini ve ehemmiyetini beyân etmekle, Kur’ân’ın hakîkatlerini ve îmânın rükünlerini i‘lân etmek, ve za‘f-ı îmâna düşenleri onlara da‘vet etmek için onların kuvvetlerini ve hakkāniyetlerini göstermek istiyorum. Yoksa hâşâ, kendimi ve hiçbir cihetle beğenmediğim nefs-i emmâremi beğendirmek ve medhetmek maksadında değilim. Hem Risâle-i Nûr’u zâhiren benim eserim olmak haysiyetiyle senâ etmiyorum. Belki yalnız Kur’ân’ın bir tefsîri ve Kur’ân’dan mülhem ve Kur’ân’ın bir tercümân-ı hakîkîsi ve îmânın huccetleri ve dellâlı olması haysiyetiyle meziyetlerini beyân ediyorum. Hatta bir kısım risâleleri ihtiyârım hâricinde yazdığım gibi, Risâle-i Nûr’un ehemmiyetini zikretmekte ihtiyârsız hükmündeyim.’’[6]
Yine Risale-i Nur’daki kuvvetli delilleri nazara vererek sürekli Risalelerin makbuliyetinden ve İlâhî ikramlara mazhar oluşundan bahsetmesinin nedenleri olarak; Nur Talebelerinin manevi kuvvetlerini takviye etmek ve Risâle-i Nûr’ların kendi kendine, tek başıyla başkalarına muhtaç olmayarak bir ordu kadar kuvvetli olup tüm dinsizlik fikirlerini bertaraf edecek güçte olduğunu göstermek olduğunu söyledikten sonra şöyle devam eder: ‘’Yoksa hâşâ, kendimizi satmak ve beğendirmek ve temeddüh (kendini beğendirmek) etmek ve hodfurûşluk (kendini beğendirmek) etmek, Risâle-i Nûr’un ehemmiyetli bir esası olan ihlâs sırrını bozmaktır.’’[7] Yani şahsına yapılan övgülerin ihlası kırdığını ifade ederek aslî gayesinin Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu (ihlas) açıkça beyan etmektedir.
Bu manada pek çok ifadeyi Nur Risalelerinde görmek mümkündür.
Özetle ifade etmek gerekirse; içinde yaşadığımız dehşetli asırda Kur’ân ve iman adına benzerine az rastlanan bir fedakarlık ve kahramanlıkla ihlasla mücade eden ve milyonların imanlarına katkıda bulunan Bediüzzaman Hazretleri, gerek sahip olduğu kuvvetli imanı, yüksek ilim, kemâlât ve ahlâkı ile gerekse Kur’ân’a hizmet uğrunda yorulmaz mücadelesi ile hem talebelerinin hem de tüm ehl-i imanın en büyük övgü, muhabbet ve iltifatlarına layıktır.
Ancak, bu aziz milletin imanlarının selameti uğruna değil dünyasını belki ahiretini dahi feda edecek bir fedakarlığa sahip olan Hz. Üstad, kendini ziyarete gelenlerin ve Nur Risalelerinden ciddi istifade edenlerin hürmet ve minnettarlıklarından her daim çekinmiş ve kabul etmemiştir. Kendisinin de Kur’an derslerinde bir ders arkadaşı olduğunu, makam sahibi olmadığını ve en çok kendisinin ihtiyacı olduğundan bu Kur’ân hakikatlerinin (R Nur) en önce kendisine ilham edildiğini söyler. ‘’Ben kendimi beğenmiyorum. Beni beğenenleri de beğenmiyorum. Kardeşlerim, sizi bütün bütün kaçırmamak için nefsimin gizli çok kusurlarını söylemiyorum.” diyerek kendisine yapılan övgüleri ve hürmetleri reddetmiştir.
Hayatını tek gayesinin iman ve Kur’ân hakikatlerinin muhafazası, müdafaası ve tüm dünyaya yayılması olduğunu ilan ederek, tüm ömrünü bu kudsî gayesi uğrunda feda etmiştir. Şahsını hiçbir vakit ön plana çıkarmamış ve çıkarılmasına da asla müsaade etmemiştir.
Allah aziz Üstadımızdan ebediyen razı olsun. Sahip olduğu hizmet aşkından ve gayretinden hissemizi ziyade eylesin.
[1] Mektubat, 169
[2] Sikke-i Tasdik Gaybî, 114
[3] Sözler, 1
[4] Mektubat, 249
[5] Mektubat, 249
[6] Sikke-i Tasdik Gaybî, 99
[7]Sikke-i Tasdik Gaybî, 7