Soru

18. Lema'nın Şerh ve İzahı- 6

18. Lema’daki 2. Emare’yi cümle cümle izah eder misiniz?

Tarih: 9.05.2025 22:36:44

Cevap

İkinci Emâre: Hazret-i İmâm-ı Alî radıyallâhü anh, hırs ve tama‘ yolunda bid‘alara tâbi‘ olan bir kısım ulemâü’s-sû’u tokatladığı vakit, ulemâ içinde birisiyle merhametkârâne konuşmaya başlıyor.

İkinci Emâre (işaret): Hazret-i Ali Efendimiz, açgözlülükleriyle, dünya malına karşı şiddetli arzu ve istekleriyle ve karınlarını haramla doldurmak için başta Latin harfleri olmak üzere İslâm’ın reddettiği yeni uygulamalara (bid’alara) tabi olup aynı zamanda onların halk tarafından kabul edilip benimsenmesi ve yaygın hale gelmesi için fetvalar vererek zorbalara yardım eden kötü âlimleri manen tokatlamaktadır.[1] 

İmam Ali (ra), insanları doğru yoldan saptıran, ilmini dünya kazancına, mala ve mevkiye kavuşmaya vesile yapan kötü âlimleri manen tokatlamakla beraber, bu zamanın büyük âlimlerinden olan Bediüzzaman Hazretleri ile şefkat ve merhamet diliyle konuşmaktadır. “O zamana yetişen ve âlimlerden olan insan! Cenâb-ı Hak’tan o fitnenin şerrinden muhafaza için sana ders verdiğim ism-i azamla dua et!”[2] gibi hitaplarıyla, Hz. Üstad’a rehberlik etmekte ve O’na yol göstermektedir.

Üstâdımızı bilenlere ma‘lûmdur ki, Ankara rüesâsı onun İstanbul’da İngilizlere karşı mücâhedâtını takdîr ederek onu istediler. Ankara’ya gitti.

Bediüzzaman Hazretlerinin hayatını bilenler için malumdur ki, Ankara’daki reisler, O’nun İstanbul’da İngilizlerin işgaline karşı kararlı ve başarılı mücadelesini takdir etmek adına Hz. Üstad’ı ısrarla Ankara’ya davet ederler. Bunun üzerine Hz. Üstad, Kasım 1922’de Ankara’ya gider. Bediüzzaman Hazretlerinin İstanbul işgaline karşı başarılı mücadelesi kısaca şöyle olmuştur:

Hz. Üstad’ın Rus esareti sonrası dört buçuk senelik İstanbul hayatı devrinde yaptığı en önemli hizmetlerinden birisi, İngiliz işgaline karşı korkusuzca mücadele etmesi ve 1920 senesinde “Hutuvât-ı Sitte” isminde kısa bir eser yazarak İngilizlerin dessas, aldatıcı propagandalarına gereken cevabı vermesidir.

Öyle ki İngilizler, İstanbul’u işgal ettikten sonra Müslümanları parçalayıp kendi hakimiyetini sağlamlaştırmak için akla gelmeyecek entrika ve oyunlara başvurmuştur. Şeyhü’l-İslâm’ı ve hocaları kendi lehlerine çevirmeye çalışmışlar, hatta zamanın Şeyhü’l-İslâm’ı Dürrizade Efendi’ye baskı yaparak Anadolu’daki milli mücadeleye katılanları âsi ilan eden bir fetva yayınlatmışlardır. Edirnekapı Camii minberinde bir imama İngiliz ve Yunan lehine dua ettirmişlerdir.

İşte tam bu sıralarda, İngilizlerin, hile ve tuzaklarıyla Şeyhü’l-İslâm’ı ve diğer bazı âlimleri kendi lehlerine çevirmeye çalıştığı ve Yunan’ın galebesine ve milli mücadelenin mağlubiyetine zemin hazırlandığı bir zamanda, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, İngiliz ve Yunan aleyhinde “Hutuvât-ı Sitte” eserini telif etmiştir. Eşref Edip Fergan’ın himmetiyle binlerce nüsha, Arapça ve Türkçe olarak bastırılıp İstanbul’un her tarafına talebeleri vasıtasıyla karşılıksız, el altından dağıtılmıştır.

Bediüzzaman Hazretleri, bu eseriyle ve İstanbul’daki diğer faaliyetleriyle İngilizlerin, Âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki sömürgecilik siyasetini, entrikalarını ve tarihî düşmanlığını etrafa yayarak, dehşetli plânlarını sonuçsuz bırakmıştır.[3]

Bediüzzaman Hazretlerinin İstanbul’da İngiliz işgaline karşı yaptığı bu mücadeleyi takdir ve beğeni ile karşılayan Ankara Hükümeti, on sekiz defayı geçen ısrarlı telgraflarla Üstad’ı Ankara’ya davet eder. Hz. Üstad bu davetlere 1922 senesinin Kasım ayında icabet eder ve Ankara’ya gider.

Van’da Medresetü’z-Zehra nâmındaki kendi dârü’l-fünûnuna yüz elli bin banknot, iki yüz meb‘ûstan yüz altmış üçünün imzasıyla i‘tâsı kararlaştırılan lâyiha-i kānûniye kabûl edilmekle beraber;

Bediüzzaman Hazretlerinin kitleler üzerindeki nüfuzunu ve etkisini gören Ankara Hükümeti’nin idarecileri, O’nu kendi kontrolleri altında tutmak adına reddedilmeyecek cazip tekliflerle Hz. Üstad’ı Ankara’da tutmak isterler. Ve şu cazip teklifler yapılır kendisine:

1- Van’da temeli atılan ve 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yarım kalan Medresetü’z-Zehra namındaki Üniversite projesine destek olmak. Evet, Hz. Üstad’ın gaye-i hayalim diyerek inşa etmeye çalıştığı Medresetü’z-Zehra Üniversitesinin temelleri 1913’te atılır. Fakat 1914’te birinci dünya savaşı başlar ve arkasından Hazreti Üstad’ın; esaret, sürgün, mahkeme ve hapis hayatı ile kaderin tecellisi başka bir planı ortaya koyar. Sultan Reşat’ın vermeyi vadettiği 19 bin altın lira, iki yüz millet vekili içinde yüz altmış üç millet vekilinin imzasıyla yüz elli bin banknota çıkartılarak kanun tasarısı kabul edilir.

“Şeyh Sünusî makamında vilâyât-ı şarkiye vâiz-i umûmîliği,

2- Bediüzzaman Hazretlerinin, doğu illerinin genel vaizi olan Şeyh Sünûsî’nin yerine geçirilmesi. Şeyh Sünûsî Kürtçe bilmediğinden, Ankara Hükümeti üç yüz lira maaşla Hz. Üstad’ın bu vazifeyi görmesini ister.

hem Dâru’l-Hikmet’in a‘zâları orada Diyânet Riyâseti’nin a‘zâları olmakla, o da onlar içinde bulunmakla beraber

3- Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Dâru’l-Hikmet âzâlarıyla beraber eski vazifesine devam etmek. Bediüzzaman Hazretleri, Rusya’dan firar edip uzun bir seyahatten sonra, 18 Haziran 1918’de İstanbul’a gelir. Bu gelişi ehl-i ilim ve devlet adamlarını fazlasıyla memnun eder. İstanbul’a gelişinden iki ay sonra, 4 Ağustos 1918 tarihinde Padişahın emri ile, kurulmak üzere olan Dâru’l-Hikmet’l İslâmiye azalığına tayin edilir. Hz. Üstad bu kurumda dört sene üç ay çalışmıştır.

meb‘ûs olmak ve daha ne isterse yapılacak” diye teklîf ettikleri halde,

4- Millet Vekili olmak. Bediüzzaman Hazretlerine yukarıdaki makamlara ilave olarak millet vekilliği de teklif edilir. Teklifler bu kadarla sınırlı olmayıp Hz. Üstad’ın istediği daha ne varsa yapılacak diye de söz verilir.

sırf sünnet-i seniyeye muhâlif hareket etmemek için o teklîfleri kabûl etmeyerek, on dokuz sene, belki yirmi iki sene işkenceli esâreti kabûl eden Üstâdımıza, elbette Hazret-i İmâm-ı Alî radıyallâhü anhın ulemâü’s-sû’a hiddet ettiği zaman, ona karşı hususî iltifâtı olacak ve o ma‘nevî mecliste onu okşayacak.

Bediüzzaman Hazretleri, kendisini kontrol altında tutup emir eri yapmak isteyen o günkü rejimin bütün tekliflerini reddetmiştir. Zira o teklifleri kabul etmiş olsa, sünnet-i seniyeye zıt hareket etmiş olacaktı. Çünkü o günkü hükümet tarafından hilâfet kaldırılmış, harf inkilâbı ile Kur’ân harfleri yasaklanmış, Kur’ân eğitim ve öğretimi engellenmiş, Türk Medeni Kanunu adı altında tüm İslâmi kanunlar kaldırılıp yerlerine batının kanunları kabul edilmiş, sarık ve çarşaf başta olmak üzere İslâmî kılık-kıyafet yasaklanıp yerlerine bid’at denilen ve İslâm’da yeri olmayan batı âdetleri mecbur kılınmış, Allah demenin suç sayılıp tüm Allah Allah diyen tekke, zaviye ve medreseler kapatılmış, İslâm’ın ve Kur’ân’ın hükümlerini savunup direnenler acımasızca İstiklâl Mahkemeleri’nde şehit edilmiş ve daha sayamadığımız türlü cefa ve sıkıntılarla mü’minlere zulümler yapılmıştır.

Bediüzzaman Hazretleri bu zulüm ve bid’atlere taraftar olmamak adına türlü işkence ve sıkıntılarla dolu esir hayatını, Allah namına tercih etmiştir. Nitekim Ankara Hükümeti’nin tekliflerini reddederek Kur’ân ve sünnetten yana saf tutan Bediüzzaman Hazretleri, o günkü hükümetin eliyle pek çok şehir ve beldede, hapis ve sürgünlerle geçen yaklaşık 28 senelik çileli ve meşakkatli bir hayata mahkûm edilmiştir.[4]

Elbette Hazret-i Ali Efendimiz, ahir zamanın fena adamları olan kötü âlimleri manen tokatladığı yerde, Bediüzzaman Hazretlerine hususi ve özel bir iltifatı olacaktır. Ve manevi mecliste 1400 sene öncesinden O’nu okşayıp şefkat edecek, fitne ve tehlikelere karşı O’na yardım edecektir. Bu durum, Hz. Ali Efendimiz gibi kahramanlar kahramanı bir zatın şanına yakışan bir haldir. Zira Hz. Üstad, bu asırda Kur’ân ve sünnetin hükümlerini korumak adına, tarihte eşine az rastlanır bir fedakârlık ve gayreti ortaya koymuştur. 

Onun için bu hâl bir emâredir ki, Hazret-i Alî radıyallâhü anh, Hazret-i Gavs-ı Geylânî (ks) gibi umum muhâtabları içinde Risâle-i Nûr’un bir vâsıtası olan Hocamıza işareten iltifât ediyor.

Ankara Hükümeti’nin çok cazip tekliflerini, sırf sünnet-i seniyeye zıt hareket etmemek adına reddeden Bediüzzaman Hazretlerinin bu durumu açık bir delildir ki, Hazret-i Ali Efendimiz de tıpkı Abdulkadir Geylani Hazretleri gibi, hitap ettiği geniş cemaat içinde Risale-i Nur’un meydana gelmesine bir vasıta olan Bediüzzaman Hazretlerine Ercûze Kasidesi’nde özellikle işaret edip O’na iltifat etmektedir.

 نَحْنُ عَلَي التَّحْق۪يقِ غَوْثٌ لِكُلِّ كُرْبَةٍ fıkrasında ‘Gavs’ lafzıyla, Gavs-ı Geylânî’nin mürîdine şefkatle bakmasına, İmâm-ı Alî radıyallâhü anhın baktığını îmâ ediyor.[5]  

“Biz her kürbet ve şiddet zamanında mutlaka imdâd ediyoruz.”[6] cümlesinde Hazret-i Ali Efendimiz “Gavs[7] kelimesiyle, gayet hoş ve güzel bir tarzda, Gavs-ı Geylani Hazretlerinin, müridi olan Bediüzzaman Hazretlerine şefkat ve muhabbetle baktığına da gizli ve ince bir mana ile işaret etmektedir.

Önceki kısmın şerh ve izahı için lütfen bakınız;

https://risale.online/soru-cevap/18-lema-6


[1] Bu konu, 134. Sayfanın şerh ve izahında detaylı olarak izah edilmiştir. O kısma bakılabilir!

[2] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 596.

[3] Bu konu ile alakalı detaylı malumat için bkz: Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, 1. Cild, s. 206.

[4] 1926 Mayıs ayında Burdur sürgünü ile başlayan sıkıntılarla dolu bu yolculuk; Şubat 1927 Isparta, Mart 1927 Barla sürgünleri ile devam etmiştir. Haziran 1934’te Isparta’ya nakledilen Hz. Üstad, 1935 Nisan’ında Isparta’da tutuklanarak Mayıs 1935’te Eskişehir Hapishanesi’ne sevk edilmiştir. Mayıs 1936’da Kastamonu’ya sürgün edildikten yaklaşık sekiz sene sonra Kasım 1943’de tutuklanarak Denizli Hapishanesi’ne sevk edilmiştir. Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nde beraat eden Hz. Üstad bu sefer 1 Ağustos 1944 tarihinde Afyon’un Emirdağ İlçesi’ne sürgün edilmiştir. Ocak 1948’de Afyon Hapsine getirilmiş ve 20 aylık cezanın ardından Aralık 1949’da tekrar Afyon Emirdağ’a sürgün edilmiştir. İstanbul ve Samsun Mahkemeleri’nin beraat kararlarından sonra yerleşmek üzere Ağustos 1953’de Isparta’ya gelmiştir.

[5] Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.136

[6] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 596.

[7] Yardım edici, meded verici, imdad eden büyük evliya.


Yorum Yap

Yorumlar