18. Lema’daki 1. Emare’yi cümle cümle izah eder misiniz?
Birinci Emâre: Latin hurûfunun İslâmlar içinde cebren kabûl ettirileceğini teessüfle bahsedip ve ulemâü’s-sû’u tokatladığı yerde, birdenbire birisiyle irşâdkârâne konuşuyor. Ve diyor ki: يَامُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ “Sana verdiğim ders ile hıfz duâsını et!”
Birinci Emâre (işaret): Hazret-i Ali Efendimiz, İslâm memleketinde Kur’ân harflerinin yasaklanıp yerine Latin harflerinin zorla kabul ettirileceğini tarihiyle ve uygulama tarzıyla birlikte üzülerek haber vermişti. Yine, insanları doğru yoldan saptıran, ilmini dünya kazancına, mala ve mevkiye kavuşmaya vesile yapan kötü âlimleri manen tokatladığı sırada, birdenbire bir kişi ile adeta ona doğru ve hak yolu gösterir bir tarzda konuşmaya ve o kişiye tavsiyeler vermeye başlıyor. Ve diyor ki: “Ey bu zamana yetişen kişi. Sana verdiğim ders ile hıfz duasını et!”[1] Yani sana ders verdiğim ve öğrettiğim Sekine duasıyla o zamanın şer ve fitnelerinden korunmak için dua et, diyor.
İşte bu مُدْرِكْ aynen Hazret-i Gavs’ın kasîde-i meşhûresinde مُر۪يد۪ي dediği adamın aynıdır. Çünki ikisi de aynı fitneden bahs edip, umum içinde hususî bir adama iltifât gösteriyorlar.
Hz. Ali Efendimizin bu ifadesinde مُدْرِكْ (idrak eden) dediği şahıs, aynen Abdulkadir Geylani Hazretlerinin meşhur kasidesinde مُر۪يد۪ي (müridim) dediği şahsın aynısıdır. Zira ikisi de bu dehşetli asırdan ve bu asrın fitnelerinden detaylı olarak bahsetmekte ve Bediüzzaman Hazretleri ile hususi olarak alakadar olup bütün insanlar içinde O’na iltifat etmektedirler.
Kasîde-i Gavsiye’de مُر۪يد۪ي ilm-i cifir ve on yedi emâre ile مُلَّا سَع۪يدْ dir. Hem اَلْكُرْد۪ي olduğu tahakkuk etmiş. Risâle-i Nûr’un bir vâsıta-i nâşiri olan Üstâdımızın hem ismi, hem lakabı مُر۪يد۪ي lafzında olduğu gibi,
Gavs-ı Azam Hazretlerinin meşhur kasidesindeki مُر۪يد۪ي (müridim) kelimesi, cifir ilmine göre[2] ve on yedi işaretle Molla Said ve el-Kürdî olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira bu zamanda, Kur’ân’ın yorulmaz bir hizmetkârı ve iman hakikatlerinin kuvvetli bir dellâlı ve ilan edicisi olan Hz. Üstad’ın iki ismi ve iki lakabı vardır. İsimleri; Molla Said ve Bediüzzaman, lakapları ise el-Kürdî ve Nursî’dir. Risale-i Nur’un bu ümmete ulaştırılmasında ve yayılmasında bir vasıta olan Bediüzzaman Hazretlerinin “el-Kürdî” lakabıyla “Molla Said” ismi hem ebced hem de mana olarak مُر۪يد۪ي (müridim) lafzında açıkça göründüğü Sekizinci Lema’da detaylı olarak izah edilmiştir.[3]
aynen Hazret-i Alî radıyallâhü anhın يَامُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ (Hâşiye) fıkrasındaki مُدْرِكًا kelimesi, ilm-i cifir ve hesâb-ı ebcedle aynen hem مُلَّا سَع۪يدْ hem اَلْكُرْد۪ي oluyor. Her ikisi de iki yüz altmış beş ediyor.
Hazret-i Ali Efendimizin يَامُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ (Ey bu zamana yetişen kişi!) cümlesindeki مُدْرِكًا (Yetişen!) kelimesinin ebced ve cifir ilmine göre rakamsal değeri 265 etmektedir. Bediüzzaman Hazretlerinin مُلَّا سَع۪يدْ “Molla Said” ismi ile “el-Kürdî” lakabları da tam tamına 265 etmektedir. Bu noktadan Hz. Ali Efendimizin bu zamanda hitap ettiği kişinin “Molla Said ve el-Kürdî” olduğu anlaşılmaktadır.
مُدْرِكًا üstündeki tenvîn vakıfta elif’e inkılâb ettiği için اَلْفٌ oluyor. مُدْرِكْ lafzı mim’siz yukarıdan okunmasıyla كُرْدْ olduğu gibi, اَلزَّمَانُ lafzı da بَد۪يعُ الزَّمَانْ ın bir parçasını okumakla bu emâreyi letâfetlendiriyor.
مُدْرِكًا (Yetişen!) lafzının sonundaki tenvin, durakta elif harfine dönüştüğü için “elfün” yani “bin” olmaktadır. Haliyle مُدْرِكْ (müdrik) lafzı mim’siz olarak tersten okunduğunda كُرْدْ (Kürd) olduğu gibi, اَلزَّمَانُ (ez-zaman) lafzı da بَد۪يعُ الزَّمَانْ (Bediüzzaman) kelimesinin bir parçası olmakla, bu işareti daha da hoş, güzel, tatlı ve latif bir hale getirmektedir.
Özetleyecek olursak; Hazret-i Ali Efendimizin يَامُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ (Ey bu zamana yetişen kişi!) cümlesinin ebced hesabına göre manası şöyle olmaktadır: “Ey bu zamana yetişen Molla Said el-Kürdî Bediüzzaman Nursî!” (Nursî lakabı aşağıdaki haşiyede çıkmaktadır.)
Demek o zamana yetişenlerin arasında Hazret-i Alî radıyallâhü anhın hitâbına mazhar çok efrad içinde Risâle-i Nûr nâşirine hususî bir iltifâtı vardır.[4]
Bu izahlardan ve çıkarımlardan anlaşılmaktadır ki; Hz. Ali Efendimizin haber verdiği dehşetli zamana yetişip Kur’ân ve imana benzersiz şekilde hizmet ederek O’nun övgü dolu hitaplarına nail olanlar içerisinde, Risale-i Nur’un müellifi olan Bediüzzaman Hazretleri özel bir yer tutmaktadır. Evet, anlam ve tarihler bakımından bakıldığında, Hz. Ali (ra) kasidesinde Bediüzzaman Hazretleriyle hususi olarak alakadar olup O’na özel iltifat etmektedir.
Hâşiye: يَا مُدْرِكًا tenvîn nûn sayılmak şartıyla; üç yüz yirmi beş olup, نُورْس۪ي bir fark ile üç yüz yirmi altı ediyor. O fazla elif, bine işaret ettiği için üç yüz yirmi beş (m. 1909) kalıp; hem مُدْرِكًا e tam tevâfuk ediyor, hem fitnelerin başlangıcının, hem o Nûrsî’nin mücâhedesinin başlangıcının tarihini gösteriyor.
يَا مُدْرِكًا (Ey yetişen!) kelimesinin tenvin nûn sayılmak şartıyla ebced hesabına göre rakamsal değeri 325 çıkıyor.. Bediüzzaman Hazretlerinin lakaplarından birisi “Nursi” olup ebced değeri 326 ediyor. Tek bir fark kalıyor, o da ebced değeri ‘bir’ olan ‘elif’ harfidir. Arapçada ‘elif’ harfiyle 1000 manasındaki ‘elfün’ aynı yazıldığından (الف)[5], o terk fark 1000 olarak 325 rakamının başına alındığında rûmî 1325 tarihi ortaya çıkmaktadır. Yani miladi olarak 1909 senesine karşılık gelmektedir.
Miladî 1909 tarihi مُدْرِكًا (Yetişen!) kelimesine tam tevafuk edip denk gelmektedir. Bu tarih aynı zamanda pek çok fitnenin başlangıç tarihi olmakla beraber Bediüzzaman Hazretlerinin manevi alanda ciddi bir mücadele ve çabanın içine girdiği zamanın başlangıç zamanına da işaret etmektedir. Şöyle ki;
Bediüzzaman Hazretleri, Van’da bulunduğu zamanda, Vali Tahir Paşa’nın gazeteden gösterdiği bir haber, hayatında dönüm noktası olmuştur. Habere göre; İngiltere Sömürgeler Bakanı, mecliste yaptığı bir konuşmasında, elinde tuttuğu Kur’ân’ı göstererek şöyle diyordu: “Bu Kur’ân Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ya bu Kur’ân’ı onların elinden almalıyız yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız.”
İşte bu dehşetli haber, Bediüzzaman Hazretlerinde tarifin üzerinde bir tesir uyandırmıştır. İlim, irfan, ihlas, cesaret ve kahramanlık gibi harika yeteneklere sahip olan Üstad Hazretleri, bu haber üzerine; “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” diyerek, Kur’ân’ın hakikatlerini muhafaza adına kuvvetli bir niyet ve gaye kalbinde uyanmış olur.
Yapılan manevi yıkım ve saldırıları bertaraf etmek demek, elbette manevi hizmetlerle karşılık verip çalışmak demektir. Bu maksatla Hz. Üstad, 1907 senesinin sonlarına doğru İstanbul’a gitti. Tam da Hazret-i Ali Efendimizinin haber verdiği tarihte (m. 1909), İslâm’ın gelişip güçlenmesine hizmet etmek için yoğun bir mücadele içerisine girdi. 2. Meşrutiyet’in[6] ilanıyla birlikte toplumda kısa süre esen hürriyet havası, çok geçmeden yerini iktidardaki İttihad ve Terakki Partisi’nin baskıcı yönetimine bıraktı. Bu yeni iktidarın idaredeki büyük hatalarından istifade eden, başta İngilizler olmak üzere dış güçler, çevirdikleri fitnelerle memleketin hızla bir yıkıma doğru sürüklenmesine sebep oldular.
Hz. Üstad tam da böyle bir zamanda manevi bir mücadeleye başlamış oldu. Siyasi mitinglere katıldı, gazetelerde meşrutiyetin ve siyasetin İslâm’a hizmet etmesini teşvik eden makaleler yayınladı. Bu makalelerde; “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur!” gibi gâyet veciz ve anlamlı ifadelerle insanları irşad edip onlara gerçekleri anlattı. Toplumda, birlik beraberlik ve İslâm ahlakının gelişmesi için kurulan İttihad-ı Muhammedî Cemiyetinin (derneğinin) kurucuları arasında yer alarak gece gündüz Kur’ân ve İslâm davasını yüceltmek için mücadele etti.
Önceki kısmın şerh ve izahı için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/18-lema-5
[1] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 596.
[2] Cifir ilmi; Harflere verilen sayı kıymetiyle, ibarelerden geçmişe veya geleceğe ait işaretler ve manalar çıkarmaya hizmet eden ilmin adıdır.
[3] Bkz. Sekizinci Lem’a şerhi.
[4] Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.135
[5] Ebced hesabına göre ‘Elif’ harfinin rakamsal değeri, birdir. Bununla beraber Arapçada elif harfinin yazılışı ile 1000 manasındaki ‘Elfün’ kelimesinin yazılışı aynıdır. Böyle olduğundan bazen ebced ilminin inceliklerinden birisi olarak o tek fark olan ‘elif’, bin manasındaki ‘elfün’ olarak kabul edilerek çıkan rakamın baş kısmına yazılır. Bu tür gaybdan gelen işaretlerden çıkarımlar yapılırken (الف): Elif/Elfün eşleşmesi sıklıkla yapılmaktadır. Bu da bu ilmin inceliklerinden birisidir.
[6] 24 Temmuz 1908