Soru

Seyyar Dünyalar Seyyal Kainatlar

"İşte insaniyet ve akıl cihetiyle alâkadar olduğun bütün o seyyar dünyalar ve seyyal kâinatlar, mütemadiyen senin dalaletin suretiyle, senin başına dünya dolusu dehşetli ve hadsiz ölümlerin şiddetli elemlerini yağdırıyor." (Kastamonu lahikası)

Burda geçen seyyar dünyalar ve seyyal kainatlar ne demektir? Konuya bağlantılı olarak izah eder misiniz)

Tarih: 4.12.2020 00:19:04
Okunma: 1447

Cevap

Bu mektupta Bediüzzaman Hazretleri, kâinattaki daimi öldürme ve hayatlandırma fiillerine Allah namına iman nazarıyla bakılmayıp dinsizlik hesabına küfür nazarıyla bakıldığında kâinatın ne kadar anlamsız, dehşetli ve korkutucu olduğunu izah etmektedir.

Evet, atomlardan gezegenlere varıncaya kadar evrende daimi bir teceddüt yani yenilenme görülmektedir. Kâinatta hiçbir yerde yeknesaklık, durağanlık ve hareketsizlik görülemez. Her şey her daim ilim ve hikmet tahtında yenilenmekte ve tazelenmektedir.

Rabbimiz sonsuz hikmeti gereği; kendi kudretini, terbiye ve idare ediciliğini ve kemal noktadaki kusursuz isim ve sıfatlarını şuur sahibi varlıklarına (İnsanlar, Melekler ve Cinler) her daim göstermek ister. Zira ‘’her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister.’’ Bu yüce gaye için kâinatı, atomlardan yıldızlara kadar çeşit çeşit varlıklarla donatmıştır. Sonsuz hikmeti ile bütün varlıkları ayrı ayrı pek çok vazifelerde daimi bir surette çalıştırıp sonsuz isim ve sıfatlarını göstermek için kafile kafile arkasında yeni yeni dünyaları ve mahlukat taifelerini bu misafirhane olan âleme göndermektedir. Onların fotoğraflarla suretlerini ve amellerini ve gördükleri vazifelerini alarak onları terhis edip başka taifeleri ve kafileleri ve seyyal (akıcı) ve seyyar (hareketli) dünyaları o meydana vazifeli olarak güzel isimlerine aynalar olmak üzere tekrar göndermektedir. Böylelikle Allah (cc), yeni vazifedâr mahluklarının üstünde isim ve sıfatlarının tecellilerini göstermek istemektedir.

Nasıl ki gündüz vakti dalgalı bir denizin ve akan bir nehrin üstündeki kabarcıklarda görünen misalî güneşçiklerin kaybolup, arkalarından gelen yeni kabarcıklarda aynen gidenler gibi güneşçiklerin görünmesi bize gökyüzünde daimi bir güneş olduğunu bildirir. Evet nehir, varlığıyla güneşin varlığını, sürekli yenilenmesi ile de güneşin bekasını yani daimi olduğunu apaçık bildirir.

Bu misali verdikten sonra Bediüzzaman Hazretleri şöyle devam eder: ‘’Ay­nen öyle de, her vakit değişen kâinât denizinin yüzünde ve tazelenen hadsiz fezâsında (gökyüzü) ve zerrât (atomlar) tarlasında ve bütün hâdisâtı (olayları) ve fânî mevcûdâtı (varlıkları) kucağına alarak beraber çalkanan zaman nehrinin içinde mahlûkāt (varlıklar), mütemâdiyen (devamlı) sür‘atle akıp gidiyorlar. Zâhirî sebebleriyle beraber vefat ediyorlar. Her sene, her gün bir kâinât ölür, bir tazesi yerine gelir. Ve zerrât tarlasında mütemâ­diyen seyyâr dünyalar ve seyyâl âlemler mahsûlâtı alındığından, görüyoruz ki ve aklımızla da bedâhetle (apaçık) biliyoruz ki; bu kâinât şehrinde ve zemin mahallesinde ve insan ve hayvanât kışlasında öyle bir Rezzâk-ı Rahîm ve öyle bir Muhsin-i Kerîm tasarruf ve nezâret ve terbiye ediyor ki…’’ (Şualar, 570)

Buradaki izaha baktığımızda her gün kâinatın öldüğünü ve yerine yeni bir kâinatın yaratıldığını, böylelikle Rabbimizin varlıklar üstündeki mutlak tasarrufunun, kusursuz tedbir ve rahmetinin göründüğünü anlamaktayız.

Üstad Hazretlerinin bu meyandaki başka bir izahı ise şöyledir: ‘’Evet, bilmüşâhede bir Kadîr-i Zül-celâl, şu âlem içinde her asırda birer yeni ve muntazam dünyayı halk eden, hatta her senede birer yeni seyyâr muntazam kâinâtı îcâd eden, hatta her günde birer yeni muntazam âlem yapan, dâimâ şu semâvât ve arz yüzünde ve birbiri arkasında geçici dünyaları, kâinâtları kemâl-i hikmet ile halk eden, değiştiren ve asırlar ve seneler, belki günler adedince munta­zam âlemleri zaman ipine asan ve onunla azamet-i kudretini gösteren ve yüz bin çeşit haşrin nakışlarıyla tezyîn (süslemek) ettiği koca bahar çiçeğini, küre-i arzın (dünyanın) başına bir tek çiçek gibi takan ve onunla kemâl-i hikmetini izhâr eden (gösteren) bir zât-ı kadîre, (sonsuz kudret sahibi Allah’a) “Nasıl kıyâmeti getirecek, nasıl bu dünyayı âhiretle değiştirecek?” denilir mi?’’ (Sözler, 205)

Buradaki izahta, Rabbimizin geçici dünyaları ve kâinatları her gün tazelendirip sonsuz kudretini gösterdiğini ve böyle sınırsız bir kudret sahip Allah’ın (cc) kıyameti getirmeye ve akabinde ebedi ahiret yurdunu yaratmaya muktedir olduğunu ispat etmektedir.

Başka bir yerde Üstad Bediüzzaman şöyle der: ‘’Hem hey’et-i mecmûası (tüm fertleri) cihetinde her güzde ve her baharda büyük bir âlem vefat eder ve taze bir âlem vücûda gelir. Ve o vefat ve hudûs (sonradan meydana gelmek), o kadar muntazam cereyân ediyor ve o vefat ve hudûsta gayet intizâm ve mîzânla o kadar nev‘lerin (türlerin) vefiyâtları (ölümleri) ve hudûsları oluyor ki, güya dünya öyle bir misafirhânedir ki, zîhayat (hayat sahibi) kâinâtlar ona misafir olurlar. Ve seyyah (gezen) âlemler ve seyyâr dünyalar ona gelirler. Vazîfelerini görürler, giderler…’’ (Asay-ı Musa, 121)

Buradaki izahtan da şunu anlıyoruz ki; Rabbimiz Allah (cc), tam bir ilim, hikmet, ölçü, düzen ve denge ile vazifedâr kâinatları ve dünyaları kusursuz kudreti ve sonsuz rahmetiyle tekrar be tekrar öldürüp yaratarak ilâhi gayelerine hizmet ettirdiğini ve onları rahmani hizmetlerde isti‘mâl ve istihdâm edip kendi varlığını, birliğini, sonsuz kudretini ve nihâyetsiz hikmetini akıl sahiplerine güneş gibi apaçık gösterdiğini görüyoruz.

Allah u Teala Hazretleri daha buna benzer nice maksat ve hikmetler için her an kâinatı, içindeki sayısız varlıklarıyla birlikte yenileyerek taze taze kainatları yaratıp güzel isimlerinin nakışlarını şuur sahiplerine göstermektedir.

Elbette iman nimetinden mahrum olan dinsizler; kâinatın, dünyanın, kendi cinsinin ve diğer varlıkların bütün geçmiş ve gelecekleriyle akılları vasıtasıyla alakadarlıkları cihetiyle onları tamamen ölü ve yoklukta gördüklerinden, başlarına dünya dolusu dehşetli ölümlerin elemleri yağacak, kalpleri ve ruhları yanıp akılları gamlarla ve hüzünlerle boğulacaktır. Elbette böyle dehşetli bir azabın sebebi ise ehl-i küfrün tamamen kendi dalaletleri ve inkârlarıdır. Bu cehennemî haletten kurtuluş çareleri ise ancak ve ancak iman ve islamiyet dairesine girmeleriyle mümkündür. Bizlere iman ve islam nimetini ihsan eden Rabbimize hudutsuz şükürler olsun.

Detaylı malumat için Risale-i Nur Külliyatından aşağıdaki kısımlara bakılabilir;

  1. Asay-ı Musa, 121
  2. Sözler, 35
  3. Sözler, 205
  4. Sözler, 210
  5. Şualar, 570
  6. Şualar, 576

Yorum Yap

Yorumlar