Sekizinci Lema’da geçen ilgili kısmı, devamıyla birlikte izah eder misiniz?
Re’fet, Mustafa, Mustafa, Rüşdü, Hâfız Hâlid, Mes‘ud, Süleyman, Husrev’in bir nüktesidir.
Re’fet, Mustafa, Mustafa, Rüşdü, Hâfız Hâlid, Mes‘ud, Süleyman ve Hüsrev Efendi’nin bazı beyitlerden çıkardıkları ince manaları barındıran bir nüktedir.
فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ fıkrası, şöyle ki: Bu fıkra اِنَّكَ hitâbıyla birisiyle konuşuyor. اَغ۪يثُكَ ’ deki gibi ‘Yâ Said’ burada dahi mukadderdir. Zaten اِنَّكَ altındaki mübârek tevâfukta nihâyeti görünen سَع۪يدٌ’ اِنَّكَ de görünmeyen ‘Yâ Said’i gösteriyor. Şu halde, فَاِنَّكَ يَاسَع۪يدُ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ olur.
فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ “Çünkü şüphesiz sen inâyet gözüyle korunmaktasın.” Abdulkadir Geylani Hazretleri bu beytinde اِنَّكَ “Şüphesiz sen” hitabı ve seslenişiyle birisiyle konuşmaktadır. Önceki sayfalarda izah edildiği üzere اَغ۪يثُكَ “Sana yardım edeyim” kelimesindeki gibi burada da yazılı olarak bulunmasa da sözün gelişinden ve anlam bakımından “Yâ Saîd” kelimesi bulunduğu anlaşılmaktadır.
Zaten اِنَّكَ hitabı altında gayet güzel ve mübarek bir tevafuk ve denk gelme ile “Yâ Saîd” kelimesinin son kısmında görünen “Said” lafzı, görünmeyen “Yâ Saîd’i” göstermektedir. Şu halde beyit şöyle olmaktadır:
فَاِنَّكَ يَاسَع۪يدُ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ “Ey Said! Şüphesiz sen inâyet gözüyle korunmaktasın.”
Eğer şeddeli nûn bir nûn sayılsa, tenvîn sayılmazsa, bin üç yüz on dört (m. 1896) eder. Eğer şeddeli nûn iki nûn sayılsa, bin üç yüz altmış dört (m. 1945)eder. Demek Said elli senelik müddette inâyete mazhar olacaktır.
Bu beyit, ebced hesabının esaslarına göre tahlil ve analiz edildiğinde, hicrî 1314 (m. 1896) ve hicrî 1364 (m. 1945) tarihlerine denk gelmektedir. Demek Bediüzzaman Hazretleri, Abdulkadir Geylani Hazretlerinin haber vermesiyle, 1896’dan 1945 senesine kadar elli sene boyunca Allah’ın yardımı ve koruması altında olacaktır.
Evet, Said’in bin üç yüz on dörtte (m. 1896) Van’da tedrîse başlaması ve Avrupa’dan gelen efkâr-ı bâtılaya karşı mücâhedesi, o tarihte başlıyor.
Evet, Bediüzzaman Hazretleri 1895 senesinde 18 yaşında iken Van’lı Hasan Paşa’nın daveti üzerine Bitlis’ten Van’a gitmiştir. Tam on iki sene Van’da kalarak (1895-1907) kendisine ayrılan medresesinde dersler verip talebeler yetiştirmiştir. Hz. Üstad’ın Avrupa’dan gelen batıl, esassız ve çürük fikirlere karşı mücadelesi de 1896 senesinde başlamıştır. Şöyle ki:
Bediüzzaman Hazretleri Van’da bulunduğu sırada, İslâm âleminin durumunu da öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün, Vali Tahir Paşa’nın gazeteden gösterdiği bir haber, O’nun hayatında dönüm noktası olmuştur. Habere göre; İngiliz Sömürgeler Bakanı, mecliste yaptığı bir konuşmasında, elinde tuttuğu Kur’ân’ı göstererek şöyle diyordu: “Bu Kur’ân Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ya bu Kur’ân’ı onların elinden almalıyız yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız.”
İşte bu dehşetli haber, Bediüzzaman Hazretlerinde tarifin üzerinde bir etki uyandırmış ve: “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanmış ve bu gayretle çalışmaya başlamıştır.[1] Avrupa’nın Kur’ân’a karşı şiddetli saldırıya geçtiği ve bu çaresiz, fedakâr, masum ve gayretli millete zarar vermeye çalıştıkları bu tarih; Hz. Üstad’ın hedefini, niyetini, sahip olduğu yüksek ilmi birikimlerinin gayesini yani hayatının neticesini yalnızca Kur’ân’ın esaslarının ve hakikatlerinin muhafazasına adadığı ve bu uğurda mücadeleye başladığı tarihe tam denk gelmektedir.
Şimdiye kadar o esas üzerine inâyet feyzi altında bin üç yüz elli ikiye (m. 1933) kadar devam etmiştir. Demek daha on iki sene işârât-ı Gavsiye ile inâyete mazhar olmasını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz. Kendisi bu dünyadan gitse de, onun yerinde onun talebeleri ve âsârı, o inâyete ilâ mâşâllâh mazhar olacağına bir îmâdır.[2]
“Ey Said! Şüphesiz sen inâyet gözüyle korunmaktasın.” Esası üzerine Bediüzzaman Hazretlerinin Allah’ın hususi, özel koruması ve yardımı altındaki durumu, bu eserin telif edildiği 1933 senesine kadar devam etmiştir. Demek bu tarihten 1945 senesine kadar -on iki sene daha- Allah’ın hususi yardımına nail olacağı, Gavs-ı A’zam Hazretlerinin gayba dair bu işaretinden anlaşılmakta ve Allah’ın sonsuz rahmetinden niyaz edilip beklenmektedir.
Hem Allah’ın yardım ve koruması, sadece Hz. Üstad’ın şahsına ait olmayıp kendisi dünyadan ahirete gidince, O’nun yerinde hem talebeleri hem de bıraktığı Risale-i Nur eserleri, Allah’ın dilediği vakte kadar o İlâhî yardımlara nail olacaklarına da ince bir mana olarak işaret edilmektedir.
Hakikaten o zamandan bugüne kadar Risale-i Nur davasının üzerinde Rabbimizin hususi yardım, himaye ve koruması her daim olmuştur ve olmaktadır. Elhamdülillâh.
[1] Tarihçe-i Hayat, s. 51
[2] Bediüzzaman, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 166