Kastamonu Lahikası 29. Mektub'da geçen şu cümleleri izah eder misiniz?
“Hüsrev kardeş! Kasem ederim, benim elimden gelseydi, yalnız bu def‘a altın yaldız ile yazdığın Mu‘cizât-ı Ahmediye’ye (asm) (On Dokuzuncu Mektûb Ramazan’ın on dokuzuncu gecesine tevâfuku) mukābil her bir sahîfesine, yalnız maddî bir ücret olarak birer altın hediye edecektim.
Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri burada Hüsrev Efendi Üstadımızın yazmış olduğu On Dokuzuncu Mektûb’un altın yaldız ile yazıldığını ve elinden gelse bu eserin her bir sayfasına maddi ücret olarak bir altın hediye edeceğini söyleyerek, memnuniyetini ifade ediyor.
Hakîkaten ebedî bir Gül fabrikasına kâtib ta‘yîn edildiğinize kanâatim kat‘iyet kesb etti. Rabb-i Rahîm’e hadsiz hamd ü senâ olsun. Ve tasavvurumda Husrev-Rüşdü, bir tek isim gibi olmuş. İkinizi, Risâle-i Nûr’a âit her şeyde beraber biliyorum ve buluyorum.
Ardından Hüsrev Efendi Hazretlerinin Gül fabrikasına kâtib ta‘yîn edildiğinize kanaatinin kesinlik kazandığını ifade ediyor. Buna göre Bediüzzaman Hazretleri bu ifadeleriyle Hüsrev Efendi Hazretlerinin henüz kendisi ile tanışmadan evvel gördüğü bir rüyaya atıf yapıyor. Rüya şöyledir;
“Henüz bir sene oldu. İki gece birbiri üstüne gördüğüm iki rüya-yı sâdıkada (sadık rüyada), temelleri atılmakta olan büyük bir gülyağı fabrikasının kâtibliğine tayin edilmiş ve işe mübaşeret etmiştim (başlamıştım). Bu rüya tarihinden iki ay sonra risaleleri yazmağa başladım.”[1]
Bu müjdeli rüyayı Üstad Bediüzzaman ise şöyle tabir etmektedir:
“Sözler’e başlamadan iki ay evvel gördüğün mübarek rüya çok güzeldir, hem hakikattir. Evet kardeşim, sen bir bahçe-i ebedî olan Kur’ân-ı Hakîm’in cennetinden, gül-ü Muhammedî (asm) namında, hadsiz nuranî hakikatlerin fabrikası hükmünde, tefsir-i hakaik-i Kur’âniye etrafında halka tutan ve sizin gibi çarklardan mürekkeb olan bir cemaat-ı mübareke içinde en has ve en yüksek mertebeye kâtib tayin edildiğine o rüya beşaret (müjde) verdiği gibi, biz de beşaret ediyoruz.”[2]
Acayiptir ki daha sonralarında Hüsrev Efendi Üstadımızın etrafında toplanan Isparta merkezi ve civarı talebelerine Bediüzzaman Hazretleri “Gül Fabrikası” ve o fabrikanın merkezinde bulunan Hüsrev Efendi’ye de “Gül Fabrikası’nın sahibi”, “Gül Fabrikası’nın serkâtibi” namlarını vermişti. İşte Bediüzzaman Hazretleri o rüyanın hakikat olduğunu ve tevilinin artık göründüğünü ifade ederek Hüsrev Üstadımızın hizmetlerini takdir etmiştir.
Gül Fabrikası heyeti içinde, Süleyman Rüşdü, Re’fet Bey, Mehmed Zühdü, Keçeci Mustafa, Tenekeci Mehmed, Isparta Hâfız Ali’si, Kâtib Osman, Nuri Benli gibi önde gelen bazı Nur Talebeleri yer almaktaydı.
Bediüzzaman Hazretleri’nin, Hüsrev Efendi’yi Gül Fabrikası’nın sahibi, kâtibi gibi tabirlerle taltif eden ifadelerinden bazıları şöyledir:
“Gül Fabrikası’nın sahibi bizlere parlak bir Gül-ü Muhammedî (asm) bahçesini hediye edecekti. Onu, bütün ruh u canımızla bekliyoruz.”[3]
“Gül Fabrikası’nın kâtibliğiyle Risaletü’n Nur’a intisab eden (bağlanan) Hüsrev, iki buçuk sene evvel bir küçük şişe gülyağı göndermişti. Mütemadiyen istimal ettiğim halde daha bitmedi, devam eder.”[4]
“Risale-i Nur gül fabrikasının serkâtibi (başkatibi) gibi kahraman kardeşlerin ve şakirdlerin fevkalade gayretleriyle…”[5]
“Risale-i Nur kahramanı ve Isparta gülistanında Nur’un gül fabrikasının parlak kâtibi...” [6]
Bediüzzaman Hazretleri’nin Hüsrev Efendi’ye bu ünvan ile hitabları ömrünün sonuna kadar devam etmiştir.
Size اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine âit ve birden hâtıra gelen ve Sabrî’nin iki mektubunun daha gelmeden ma‘nevî te’sîriyle yazılan bir tetimmeyi gönderdim. Bir derece mahremdir, hâs ve emînlere mahsustur.”[7]
Burada bahsedilen âyet En’âm Sure’sinin 122. âyeti olup Risale-i Nurlar'a mana-i işaresiyle işaret eden âyetlerdendir. Bu âyet Birinci Şuâ’nın beşinci âyetinde işlenmektedir. Bediüzzaman Hazretleri bu âyetin birçok cihetlerle Risale-i Nur’a ve müellifine işaret ettiğini söylemektedir. Mesela مَيْتًا kelimesi beş yüz ederek, Saîdü’n-Nûrsî kelimesinin adedi olan beş yüze tevâfukla işaret etmektedir. Ayrıca âyet manâen “Saîdü’n-Nûrsî dahi meyyit hükmünde idi, Risâletü’n-Nûr ile ihyâ edildi, onunla hayat buldu.” diyerek işaret etmektedir.
Ayrıca اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا âyetinin ebced değeri bin üç yüz otuz dört (m. 1916) eder ki, -Arabî tarihle o aynı zamanda- Bediüzzaman Hazretleri, Birinci Dünya Savaşında dehşetli manevi bir ölümden harika bir tarzda kurtulması; ve felsefe ve gafletten gelen ma‘nevî ve şiddetli bir ölümden kurtulması; ve Kur’ân ile taze bir hayata girmesinin tarihidir.
Yine فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ âyetinde tenvîn ve şeddeli nûn iki nûn ve بِه۪ deki telaffuz edilen (ي) sayılmak cihetiyle, bin iki yüz doksan dört (m. 1877) eder ki, velâdetinin ve hayatının birinci senesidir.[8]
İşte Bediüzzaman Üstadımız bu âyetin tetimmesini bir namazın akâbinde izah ettiği sıralarda Sabrî Ağabey’in اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine dâir parçayı aldığı ve Ramazan’ın feyzinden onun dahaca îzâhını istediği haberi Üstadımıza tam izah yaptığı o anda ulaşmış. Üstadımız o sırada kendisinin ne yazdığını Emîn Ağabey’e göstermiş. Emîn Ağabey hayretle “Bu hem Sabrî’nin, hem Risâle-i Nûr’un bir kerâmetidir.” demiş. Yani Üstadımız Sabri Ağabey daha bazı izahları henüz talep etmeden manevî bir tesirle yazmaya başlamış.[9]
Üstadımız en sonunda bu âyetlerin izahının ve yaşanan hadisenin mahrem bir mesele olduğunu; Risale-i Nur talebelerine ve güvenilir kimselere has olduğunu ifade etmektedir. Çünkü bu gibi izahlar avam tarafından anlaşılması zor hakikatler olmakla beraber hem su-i istimale açık olduğu hem de sıkı bir gözetim altında olduğu için Hz. Üstad bu nev’i meseleleri umuma yaymayı uygun görmemiştir.
[1] Said Nursi, Barla Lâhikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 64
[2] Said Nursi, Barla Lâhikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 64
[3] Said Nursi, Kastamonu Lâhikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 102
[4] Said Nursi, Kastamonu Lâhikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 7
[5] Said Nursi, Şualar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 259
[6] Heyet, Tarihçe-i Hayat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 532
[7] Said Nursi, Kastamonu Lâhikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 41
[8] Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 66
[9] Said Nursi, Kastamonu Lâhikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 54