RİSALE-İ NUR

28.03.2020

8527

Sebr ve Taksim Metodu

"Aynen öyle de, biz de ilm-i usûl ve fenn-i mantıkça sebr ü taksim denilen en kat'î bir hüccetle deriz: Ey şeytan ve ey şeytanın şakirdleri! Kur'an, ya arş-ı a'zamdan, ism-i a'zamdan gelmiş bir kelâmullahtır veyahut -hâşâ sümme hâşâ, yüzbin kerre hâşâ- yerde sahtekâr ve Allah'tan korkmaz ve Allah'ı bilmez, itikadsız bir beşerin düzmesidir. Bu ise ey şeytan, sâbık hüccetlere karşı bunu sen diyemedin ve diyemezsin ve diyemiyeceksin. Öyle ise bizzarure ve bilâşübhe Kur'an, Hâlık-ı Kâinat'ın kelâmıdır. Çünki ortası yoktur ve muhaldir ve olamaz."  Burdaki sebr ve taksim denilen bu kat'i hücceti açıklar mısınız?

30.03.2020 tarihinde cevaplandı.

Cevap

Aynen öyle de, biz de ilm-i usûl ve fenn-i mantıkça sebir ve taksîm denilen en kat‘î bir huccetle deriz: Ey şeytan! Ve ey şeytanın şâkirdleri! Kur’ân, ya Arş-ı A‘zam’dan, İsm-i A‘zam’dan gelmiş bir kelâmullâhtır. Veyahud -hâşâ, sümme hâşâ, yüz bin kerre hâşâ- yerde sahtekâr ve Allah’dan korkmaz ve Allah’ı bilmez, i‘tikādsız bir beşerin düzmesidir. Bu ise ey şeytan, sâbık huccetlere karşı bunu sen diyemedin ve diyemezsin ve diyemiyeceksin. Öyle ise bizzarûre ve bilâ-şübhe, Kur’ân Hâlik-ı Kâinât’ın kelâmıdır. Çünkü ortası yoktur ve muhâldir ve olamaz. 1

“Sebr” kelimesi, kuyu gibi şeylerin derinliğini yoklayarak ölçmek mânâsına gelirken; “taksim” ise bölmek, parçalara ayırmak mânâsını ifade eder. Terim olarak sebr ve taksim, “bir asılda illet olması muhtemel vasıfları tek tek ele alıp eleyerek, geriye kalan tek illetle hüküm vermek” şeklinde tarif edilir.

Sebr ve taksim, mantıkta ve usûl-i dîn ilimlerinde, özellikle kelâm ilminde kullanılan en kuvvetli ispat yöntemlerinden biridir. Bu yöntem, bir meselenin sebebini veya doğrusunu bulmak için muhtemel bütün ihtimalleri ortaya koymayı, ardından yanlış olanları delillerle eleyerek geriye kalan tek doğruyu zorunlu olarak kabul etmeyi esas alır. Asıl gaye, doğruyu doğrudan iddia etmekten ziyade, yanlışların imkânsızlığını göstererek aklı neticeye mecbur bırakmaktır.

Meselâ şarabın haram kılınmasının sebebi araştırıldığında; onun sıvı olması, kırmızı olması, köpüklü olması veya sarhoşluk vermesi gibi vasıflar gündeme gelir. İlk üç vasıf başka içeceklerde de bulunduğu için elenir; geriye yalnızca “sarhoşluk verme” vasfı kalır ve haramlığın asıl illeti bu olarak belirlenir. Bu yöntem, ilk olarak kelâm ve cedel ilminde kullanılmış, daha sonra fıkıh usûlünde de farklı şekillerde yer bulmuştur.

Kelâm ilminde Allah’ın varlığını ispat eden hudûs delili de sebr ve taksim metoduna dayanır. Âlem hakkında iki ihtimal vardır: Ya âlem kadîmdir, yani ezelîdir; ya da hâdistir, yani sonradan yaratılmıştır. Delillerle âlemin kadîm olamayacağı ortaya konulunca, geriye tek ihtimal olarak hâdis olması kalır. Bu da âlemin bir Yaratıcısının bulunduğunu zorunlu olarak netice verir.

Aynı yöntem, Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliğinin ispatında da kullanılır. Bu hususta da iki ihtimal vardır: Ya Hz. Muhammed (asm), Allah’ın resûlüdür ve peygamberlerin en kâmili, mahlûkatın en faziletlisidir; yahut—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—Allah’a iftira eden, O’nu tanımayan ve azabına inanmayan bir insan olduğu hâlde peygamberlik iddia eden biridir. Ancak ikinci ihtimal, onun hayatı, ahlâkı, doğruluğu, güvenilirliği ve ortaya koyduğu dinin yüceliği karşısında hiçbir aklı başında insan tarafından kabul edilemez. Bu ihtimal çürütülünce, geriye zorunlu olarak onun Allah’ın resûlü olduğu hakikati kalır.

Bediüzzaman Hazretleri, aynı kat‘î hücceti Kur’ân-ı Kerîm için de kullanır. Kur’ân’ın mahiyeti hakkında ortada iki ihtimal vardır: Ya Kur’ân, bütün insanlar tarafından yazılmış kitapların seviyesinin altındadır; ya da hepsinin fevkinde, eşsiz bir derecededir. Kulaklı âmî tabakasının bile fark ettiği üzere Kur’ân, dinlenen ve bilinen hiçbir kitaba benzemez ve onların derecesinde değildir. Kur’ân’ın bütün kitapların altında olması ihtimali, yalnızca bâtıl değil, hiçbir düşman tarafından dahi söylenemeyecek kadar imkânsızdır; hatta şeytan bile bu iddiayı kabul edemez. Bu ihtimal elenince, geriye Kur’ân’ın bütün kitapların fevkinde olduğu gerçeği kalır. Bu ise onun mu‘cize olduğunu ve beşer sözü olamayacağını gösterir. Bu noktada Bediüzzaman Hazretlerinin kullandığı sebr ve taksim deliliyle mesele kesinlik kazanır: Kur’ân ya Arş-ı Âzam’dan gelmiş, İsm-i Âzam’a dayanan bir kelâmullahtır; yahut—hâşâ—Allah’ı tanımayan, korkmayan ve itikadsız bir beşerin uydurmasıdır. Önceki bütün deliller, ikinci ihtimali kökünden çürüttüğü için geriye başka bir seçenek kalmaz. Ortası yoktur, muhaldir ve olamaz. Böylece Kur’ân’ın Hâlık-ı Kâinât’ın kelâmı olduğu, bizzarure ve bilâşüphe sâbit olur.

Netice olarak sebr ve taksim yöntemi, îman esaslarını sadece nakle dayalı bir kabul olmaktan çıkarıp, aklın da teslim olduğu kesin bir netice hâline getirir. Bu metod, insanı tercihe bırakmaz; yanlış ihtimalleri ortadan kaldırarak doğruyu zorunlu bir hakikat olarak önüne koyar.

Kaynakçalar
  1. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s.144


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Hesaplarımıza abone olun sorularımızdan ilk siz haberdar olun

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız