Lügatte sabır: Katlanılması zor olan haksızlık, sıkıntı, acı, hastalık, yoksulluk, felâket vb. durumlar karşısında umutsuzluğa kapılmayıp şikâyet etmeden, sızlanmadan dayanma, tahammül gösterme
Olacak, gelecek veya gerçekleşecek bir şeyi telâş göstermeden, telâşa kapılmadan bekleme, acelecilik etmeme gibi anlamları vardır.
Kamusta sabır: Bir kimseyi bir nesneden alıkoymak manasınadır.
Sabır üçtür.
Birisi: Masiyetten sabır. İsyan etmemek, günah işlememek üzere sabırdır. Yani Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçınmak üzere sabırdır. Mesela bir kimsenin haram olan bir şeyi yememek için tahammül göstermesi, karşı cinse bakmamak için başını çevirmesi, kumar, içki ve faiz gibi günahları işlememek için gayret göstermesi de masiyet üzere sabır örneklerindendir. Bu sabır takvadır.
Bu sabrın yaşanmış en güzel örneği Züleyhanın çağrısına karşı Yusuf Aleyhisselamın yaptığı sabırdır.
İkincisi: Musibet ve belalara karşı sabır. Sabır denilince ilk akla gelen bu sabırdır. Başa gelen bela, musibet, hastalık gibi zorluklara katlanmak ve şikayet etmemektir. Bu sabır tevekkül ve teslimdir. Mesela uzuzn süre ağrılı bir kansere karşı tahmmül gösterip isyan etmemek, şikayet etmemek musibete karşı bir sabır örneğidir. Buna karşı ah, of etmek, ben ne ettim de başıma geldi demek, beni mi buldu gibilerden söylenmek sabırsızlıktır.
Hadiste; "Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir veya sabır musibetin ilk darbesine karşıdır" denilerek bu sabra işaret edilmiştir.
Üçüncüsü: Taat üzere sabır, Allah'ın emrettiklerini yapmak ve terk etmemek yani itaat etmek üzere sabırdır. Beş vakit namaz kılmak, ramazan orucu tutmak, durumu müsait olanın hacca gitmesi ve zekat vermesi hem Allah'ın emridir, hem de İslamın şartlarındandır. Bu ve benzeri emirleri yapmak ve terk etmemek taat üzere sabır olur.
Mesela yaz aylarına denk gelen ramazan ayında oruç tutmak zordur. Günler uzun, hava da sıcaktır. Bundan dolayı açlık ve susuzluğa dayanmak zor olur. İşte tam da burada taat üzere sabır lazımdır. Yani kişinin uzun ve sıcak günlerde oruç tutmak üzere sabır etmesi gerekir.
Hem mesela sabah uykudan uyanmak, abdest almak ve namaz kılmak nefse zor gelir. Nefse ağır gelen bu şeyi yapmak ve her sabah devam ettirmek taat üzere sabır örneğidir.
Hme düşmanın saldırısı olursa onlara karşı cihad etmek te Allah'ın emridir. Fakat savaşta ve cihadda elbette çok zorluklar, yaralanmalar hatta ölümler vardır. İşte bu noktada sabır ve tahammül göstermek de taat üzere sabır olmaktadır.
Diğer emirleri yerine getirmek noktasında sabrı bunlara kıyas edebilirsiniz. Bununla birlikte yukarıda örnekleri verilen sabırlar yapılmazsa o zaman taat üzere sabır yapamadı diye yazılır.
Bu sabır insanı Allah'ın sevgilisi makamına kadar çıkarır.
Üstad Bediüzzaman hazretleri bu konuda şöyle izahta bulunmuştur:
"Dördüncü Suâliniz: “ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ ’ (Muahhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir) de hikmet ve gaye nedir?”
Elcevab: Cenâb-ı Hakk, Hakîm ismi muktezâsı olarak vücûd-u eşyâda bir merdivenin basamakları gibi bir tertîb vaz‘ etmiş. Sabırsız adam, teennî ile hareket etmediği için basamakları ya atlar, düşer. Veya noksân bırakır. Maksûd damına çıkamaz. Onun için hırs, mahrumiyete sebebdir. Sabır ise, müşkilâtın anahtarıdır kiاَلْحَر۪يصُ خَٓائِبٌ خَاسِرٌ وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ durûb-u emsâl hükmüne geçmiştir. Demek Cenâb-ı Hakk’ın inâyet ve tevfîki, sabırlı adamlar ile beraberdir.
Çünki sabır üçtür.
Biri, ma‘siyetten nefsini çekip sabretmektir. Şu sabır takvâdır.اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ ( mauhakkak ki Allah müttakilerle beraberdir) sırrına mazhar eder.
İkincisi, musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslîmdir. اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ( Şüphesiz ki Allah, tevekkül edenleri sever) اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ ( Muhakkak ki Allah, sabredenleri sever) şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise, Allah’dan şikâyeti tazammun eder. Ve ef‘âlini tenkîd ve rahmetini ithâm ve hikmetini beğenmemek çıkar. Evet, musibetin darbesine karşı şekvâ sûretiyle elbette âciz ve zaîf insan ağlar. Fakat şekvâ ona olmalı, ondan olmamalı. Hazret-i Ya‘kūb Aleyhisselâm’ınاِنَّمَٓا اَشْكُوا بَثّي۪ وَحُزْن۪ٓي اِلَي اللّٰهِ ( (Ben) gam ve kederimi ancak Allah’a şikâyet ediyorum.) demesi gibi olmalı. Yani musibeti Allah’a şekvâ etmeli. Yoksa Allah’ı insanlara şekvâ eder gibi “Eyvâh! Of!” deyip, “Ben ne ettim ki bu başıma geldi?” diyerek âciz insanların rikkatini tahrîk etmek zarardır, ma‘nâsızdır.
Üçüncü sabır, ibâdet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbûbiyete kadar çıkarıyor. En büyük makam olan ubûdiyet-i kâmile cânibine sevk ediyor." (23. Mektub)