Mesnevi-i Nıuriye'de Reşhalarda geçen "Kâinatta görünen hüsn-ü san'at dahi risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) delâlet ve şehadet eden kat'î bir delildir." cümlesini devamı ile açıklar mısınız? Tam olarak Peygamberimizin nübüvvetine olan delaletini bağdaştıramadım.
Sorulan cümlenin sonrasında gelen kısmında okunması ve izah edilmesi, sorunun daha iyi anlaşılması adına önemli olduğu için; sorunuza bütüncül bir cevap vermemiz gerekmektedir.
"Kâinâtta görünen hüsn-ü san‘at, risâlet-i Ahmediyeye (asm) şehâdet eden kat‘î bir delildir. Zîrâ şu ziynetli masnûâtın cemâli, hüsn-ü san‘at ve ziyneti ızhâr eder. San‘at ve suretin güzelliği, Sâni‘de güzelleştirmek ve ziynetleştirmek arzusu mevcûd olduğuna delâlet eder. Güzelleştirmek ve ziynetleştirmek sıfatları, Sâni‘in san‘atına olan muhabbetine delâlet eder. Bu muhabbet ise, masnûâtın en ekmeli insan olduğuna delildir. Çünki o muhabbetin mazhar ve medârı insandır. İnsan dahi masnûâtın en câmii ve en garibi olduğundan, şecere-i hilkatin bir semere-i şuûriyesidir. Yani hilkat ağacının şuûrlu bir meyvesidir. İnsan bir semere, yani bir meyve olduğu için, kâinâtın eczâsı arasında en câmi‘ ve baîd cüz’üdür. İnsan zîşuûr ve câmi‘ olduğu için, nazarı âmm, şuûru küllîdir. Nazarı âmm olduğundan şecere-i hilkati tamamıyla görür. Şuûru küllî olduğundan Sâni‘in makāsıdını bilir. Öyle ise insan Sâni‘in muhâtab-ı hâssıdır.’’ [1]
Şimdi kısım kısım giderek ilk cümledeki sonuca ulaşalım:
'Zîrâ şu ziynetli masnûâtın cemâli, hüsn-ü san‘at ve ziyneti ızhâr eder. San‘at ve suretin güzelliği, Sâni‘de güzelleştirmek ve ziynetleştirmek arzusu mevcûd olduğuna delâlet eder.'
Kâinatta, hususen yerküremizde yaratılan hangi varlığa baksak üzerinde insanın veya başka bir yaratılmışın yapamayacağı harikulade özellikleri görebiliriz. Mesela elmadan örnek verelim. Bugün yeryüzündeki elma çeşitlerinin sayısı 6500'ü aşmaktadır. Türkiye'de ise kayıtlı 460 elma çeşidi bulunmaktadır. [2] Dikkatle bakıp düşünecek olursak, elmayı bu kadar harika yaratan Zât (c.c.), benim midemin ihtiyacı olacak vitamin ve mineralleri belirlediği gibi o özellikleri elmaya da koymuş. Bana koku alan bir burun verdiği gibi elmayı da çeşit çeşit kokulu yaratmış. Her tadı alacak bir dil verdiği gibi elmaya da tarifi çeşitli olan tatlar koymuş. Bunun gibi örnekleri incelediğimizde elmayı yaratan Allah; eşsiz, çok güzel, hikmetli ve tefekkür edildiğinde kendisini çok sevdirecek özellikleri bütün yarattığı eserlerine koymuş demekten kendimizi alıkoyamayız. Bu hakikati tüm meyveler, sebzeler için hasılı tüm nimetler için düşünebiliriz.
Eğer yapılan sanat güzelse onu yapan sanatçı da güzeldir. Ve o sanatçıda güzel ve süslü sanat yapma arzusu vardır diyebiliriz. Dünyamızdaki tüm yaratılmışlara baktığımızda aynı sanatçının elinden çıkan antika bir sanat harikası olduklarını görürüz.
"Güzelleştirmek ve ziynetleştirmek sıfatları, Sâni‘in san‘atına olan muhabbetine delâlet eder."
Bir sanatçı sanatının tüm inceliklerini ortaya koymak istiyorsa; bunu başarmak için o sanata büyük bir muhabbet beslemelidir. Tüm kâinatı sınır konulamaz bir düzen, ahenk ve güzellikte yaratan Allah’ın; hem sanatına hem de sanatına şahit olanlara çok büyük bir muhabbet beslediği buradan anlaşılmaktadır.
"Bu muhabbet ise, masnûâtın en ekmeli insan olduğuna delildir. Çünki o muhabbetin mazhar ve medârı insandır. İnsan dahi masnûâtın en câmii ve en garibi olduğundan, şecere-i hilkatin bir semere-i şuûriyesidir. Yani hilkat ağacının şuûrlu bir meyvesidir."
Bu muhabbetin en çok gösterileceği ve nimet olarak verileceği varlık ise; insandır. Çünkü kâinata, hususen dünyamıza baktığımızda herşey direkt veya dolaylı olarak insana hizmet etmektedir. Demek ki insanın Rabbi, insana o kadar çok muhabbet besliyor ki; kâinatı ona hizmet etmesi için yaratmış ve öyle emretmiş. İnsanın çeşitli ihtiyacını gideren bir elma meyvesinin oluşması için kâinatın eksiksiz olarak her an düzenini devam ettirmesi gereklidir. Kıymetli kullarının bir ihtiyacı için kâinatı adetâ seferber olmaları için vazifelendirmiş de denilebilir.
İnsan bütün iç ve dış özellikleriyle bakıldığında yaratılmış olan o sanatların; en karmaşık, sanatlı, kabiliyetli ve en yüksek şuurlusudur. Gözle görünen harika özellikleri olduğu gibi, görünmeyen çok ince sanatlar ve nakışlar da insanın bedeninde ve ruhunda işlenmiştir. Hatta her insanın parmak izi, ten rengi, siması, sesi ve göz retinasının mükemmel şekilde ve o insana özel olarak verilmesi, insanın çok özel bir varlık olduğunu, hem de sânii (sanatla yaratan Allah) tarafından ne kadar çok sevildiğinin bir diğer göstergesidir.
Tüm kâinatı bir ağaca benzetirsek; insan bu ağacın en şuurlu meyvesidir. Çünkü Rabbini tanıyacak, bilecek, isteklerini yerine getirecek ve muhatap olabilecek özellikler en mükemmel halleriyle insana verilmiştir ve insanda toplanmıştır.
"İnsan bir semere, yani bir meyve olduğu için, kâinâtın eczâsı arasında en câmi‘ ve baîd cüz’üdür."
İnsan kâinat ağacının meyvesi olduğu için, o ağacın tüm parçaları arasında farklı bir konumu vardır. Birincisi; o ağaca ait tüm özellikleri üzerinde taşıyan bir parçadır. Kâinattaki her yaratılan zerrede Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri vardır. Fakat bazı eşya, kabiliyeti yetmediği için hepsini bizlere gösteremez. Örneğin bir taş parçasında Allah’ın Hayy (hayat veren) ismi tecelli etmiştir, fakat taşın bizim anlayabileceğimiz bir tarzda o hayat özelliğini gösterme kabiliyeti olmadığı için bunu tam yansıtamaz. Bunun gibi örnekler tüm canlılarda çoklukla gösterilebilir. Fakat insan ise Cenâb-ı Hakk’ın tüm isim ve sıfatlarına ayna olup gösterebilecek bir kabiliyette yaratılmıştır. İşte bu muhteşem yaratılış özelliği itibariyle insan adetâ küçük bir kâinat hükmündedir.
İkincisi ise; insan o ağacın en uzak meyvesidir. Çünkü her ağaç bir tohumdan çıkıp, belirli aşamaları kat edip öyle ağaç olur. Daha sonra mevsimi gelince de meyvesini verir. İşte insan, kâinatın oluşum süreci göz önüne alındığında, varlıklar içinde en son yaratılan olduğu görülecektir. Yani o ağacın en son meyvesi olarak göze çarpmaktadır.
"İnsan zîşuûr ve câmi‘ olduğu için, nazarı âmm, şuûru küllîdir. Nazarı âmm olduğundan şecere-i hilkati tamamıyla görür. Şuûru küllî olduğundan Sâni‘in makāsıdını bilir. Öyle ise insan Sâni‘in muhâtab-ı hâssıdır."
Buraya kadar bir kısım özelliklerini ve önemini anlattığımız insan; diğer varlıklarda olamayacak kadar geniş bir şekilde hatta içinde bulunduğu tüm âlemi anlayabilecek, tefekkür edebilecek bir şuurda ve bakış açısında yaratılmıştır. Yani insan herhangi bir sebepten o sebebi yaratana ulaştığı gibi, yaratanından da (onun isim ve sıfatlarından yola çıkarak) onun eserlerine gidecek yolları bulup, görüp, hikmetini anlayıp; iman, şükür ve ibadetle karşılık verebilecek bir özelliğe sahiptir. Bir varlığa mesela bir çiçeğe, arıya veya yıldıza bakıp Rabbinin isim ve sıfatlarını anlar. Onun niçin yaratıldıklarını tefekkür eder. Ve Rabbine tüm yaratılmışlar namına şükürleri ve hamdlerini arz eder. İnsan bu özellikleriyle Rabbine muhatap olabilecek en kıymetli ve özel konumdadır.
Şimdi tekrar baştaki cümlemize dönecek olursak; "Kâinâtta görünen hüsn-ü san‘at, risâlet-i Ahmediyeye (asm) şehâdet eden kat‘î bir delildir."
Yani bu kadar harikulade yaratılmış kâinat ve içindekiler için elbette onların en kıymetli, süslü, sevimli, sevgili ve onlara rehber olacak yekta bir zatın da yaratılması ve anlaşılmayan her şeyi o kıymetli insana anlatması gerekmez mi? Evet, gerekir.
O çok kıymetli insanoğlunu düşebileceği her kötülükten kurtarmak maksadıyla onlara rehberlik edip, Rabbinin emir ve yasaklarını bildirmesi gerekmez mi? Evet, gerekir.
Ve onların içinden Rabbinin huzuruna çıkıp tüm insanlık adına sözcülük yapması ve onlar için iyilikler dilemesi ne kadar da gerekli değil midir? Evet, gereklidir.
Bu kâinatı böyle muhabbetle ve eşsiz güzel sanatlarla dolduran Zat-ı Zülcelal, hiç bunların amaçsız ve boşa gitmesini ister mi? Böyle bir hikmetsizliğe hiç müsaade eder mi? Elbette müsaade etmez.
Demek bu âlemin Rabbi olan Hazret-i Allah, bu vazifeleri en güzel şekilde yerine getirecek olan Zatı (sav) insanların içinden seçecek, onunla hususi olarak görüşecek ve O'nu (sav) tüm insanlığa muallim, rehber ve model edecektir. Bizim de yaratılmışların en mükemmeli olan O Zata yani Hz. Muhammed Aleyhissalatü vesselama benzememizi isteyecektir.
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Istanbul 2012, s. 27
[2] https://isparta.tarimorman.gov.tr/Sayfalar/Detay.aspx?SayfaId=142 (Elma Yetiştiriciliği Bölümü)