Namazda huşuyu yakalamak için en güzel yol nedir?
Huşu, lügatte; korkmak, itaat etmek, tevazu göstermek, boyun eğmek demektir.
Birinci kaynağımız Kur’an’da: “O gün (herkes) o çağırıcıya (İsrâfîl’e) uyarlar; ona karşı yan çizmek yoktur. Öyle ki, Rahmân(’ın heybetin)den dolayı sesler kısılmıştır; artık seslerin en hafîfinden (yalvaran dudakların kıpırdaması, korkulu ayakların hışırtısından) başka bir şey işitmezsin!” (Ta Ha, 20/108) mealindeki ayette, insanların kıyamet gününde, Allah'ın azameti karşısında korkudan, ezilip eğilip bükülüşleri, alçalışları, sessiz-sedasız duruşları, ses olarak ancak ayak seslerinin işitilmesi, medet olarak da ancak Allahtan yardım beklemeleri "huşu" kavramıyla ifade edilmiştir. Hadid suresinde ise huşu kavramı, doğrudan kalbin bir fonksiyonu olarak ortaya konmuştur "İman edenlerin kalpleri, Allah'ı ve O'ndan gelen hakikatleri hatırlayarak huşu ile dolma zamanı gelmedi mi?" (Hadid, 57/16)
Huşuyu ifade eden bir hadis: Hz. Ali anlatıyor: Hz. Peygamber(a.s.m), rükûda şu duayı okuyordu: "Allah'ım! Senin için rükûa vardım, Sana iman ettim, Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, beynim(iliğim), kemiğim ve damarım(sinirim), sana karşı huşu içerisine girmiştir." (Müslim, Müsafirin, 201.)
Kısaca, terim olarak Huşu; bir yandan çekinmek, korkmak, boyun eğmek gibi kalbin bir eylemi, diğer yandan sükûnet içinde olmak, sessiz sedasız hareketsiz duruş sergilemek gibi vücud azalarının bir fiili olarak kendini gösterir. Buna göre, Huşu; aslı kalpte, görünüşü bedende olmak üzere iki yönlü bir bağlantının adıdır. Huşu Namazın Ruhu ve kişinin kurtuluşunun anahtarıdır. Kur’an’da, kurtuluşun anahtarı huşu olarak gösteriliyor. “Muhakkak ki, iman edenler kurtulmuştur. Onlar öyle kimselerdir ki, namazlarını huşu ile kılarlar” (Müminun, 23/1-2) Fakat şu da bir gerçektir ki, bir çok Müslüman sürekli olarak samimi bir şekilde namaz kılmak istediği fakat bir türlü gafletten kendini kurtaramadığını ifade etmektedir. Bu onmaz yaranın doğru teşhisini dermanı ne olmalı?
,“Arkadaş! Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nisbet ve ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezbetmek namazın şe'nindendir. Namazın erkânı, öyle esrarı hâvidir ki, her vicdanın muhabbetini celbetmek, namazın şe'nindendir. Namaz, Hâlık-ı Zülcelal tarafından her yirmidört saat zarfında tayin edilen vakitlerde manevî huzuruna yapılan bir davettir. Bu davetin şe'nindendir ki, her kalb kemal-i şevk ve iştiyakla icabet etsin. Ve mi'racvari olan o yüksek münacata mazhar olsun.” İşarat-ül İ'caz
Namazı huşu ile kılmanın iki unsuru vardır
Bunların biri tahliye تَخْلِيَه, diğeri tahliye تَحْلِيَه dir. Tahliye تَخْلِيَه tathir etmek ve temizlemektir. Tahliye تَحْلِيَه ise, tezyin etmek ve süslendirmek manasınadır. Bunlar birbiriyle arkadaş olup burada olduğu gibi, daima birbirini takib ediyorlar. Onun için kalb, takva ile seyyiattan temizlenir temizlenmez hemen onun ardında iman ile tezyin edilmiş ve süslendirilmiştir.
Tahliye: Tahliye تَخْلِيَه tathir etmek ve temizlemektir. Kur'an-ı Kerim, tahliye-i seyyiatı üç mertebesiyle zikretmiştir: Birincisi, şirki terk; ikincisi, maasiyi Allah’a isyan etmeyi terk; üçüncüsü, masivaullahı, Allahın yarattıkları yani dünyevi şeyleri terk etmektir.
Konumuzla ilgili olarak; namaz kılanın iç âlemini arındırması, temizlemesi, namazla ilgili olmayan düşünceleri -Rabbinin huzurunda- huzurunu bozan her türlü tasavvuratı duygu ve düşüncenin yuvasını olan kalbinden çıkartıp atması, tahliye etmesi anlamına gelir. Kurtuluşun anahtarı olan huşu ayeti "Namazlarını hûşu ile kılan müminler kurtuluşa ermişlerdir." (Mü'minun,1) gelmeden önce sahabe-i kiram namazda gözlerini gökyüzüne kaldırıyorlar, sağa sola bakınıyorlardı. Ayet-i Kerimenin nazil olmasından sonra artık gözlerini secde mahalline çevirmeye başladılar. Bu ayet-i kerimenin izahında Abdullah Bin Ömer şöyle der: "Sahabe-i Kiram, namaz için ayağa kalktıklarında başka hiçbir şeyle ilgilenmezler, bütün varlıklarıyla kendilerini namaza verirlerdi. Gözlerini secde yerine dikerler ve Allah'ın kendilerine baktığını kabul ederlerdi." Yani huşu için, gözler namazda ayakta iken secde yerine, rükûda iken ayaklara, secdede iken burun ucuna, otururken iki elleri arasına bakmalıdır. Bu söylenilen yerlere bakıp ta gözler etrafa kaymazsa, el parmaklarını celsede açmak ve secdede bir birine yapıştırmakla namazda hûşu hali hasıl olabilir, kalp dünya düşüncelerinden kurtulabilir. Böylelikle masivanın (Allah'ın dışındaki varlıkların) manevî kirlerinden temizlenmiş olur.
Bu konuyla ilgili olarak Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Cennette efyah denen bir ırmak vardır. İçinde huriler bulunur. Allah onları zaferandan yaratmıştır. İnci ve yakut taneleriyle oynarlar. Yetmiş bin lisanla Allah'ı tesbih ederler. Sesleri Davud -Aleyhisselamın- sesinden daha güzeldir. Bu huriler şöyle derler: Bizler, namazı hûşu ve kalp huzuru ile kılanlar içiniz."
Hazret-i Ali -Radıyallahü anh- şöyle buyurur: "Hûşu olmayan namazda, lüzumsuz şeylerden kaçınılmayan oruçta, tertile riayet edilmeden yapılan kıraatte, günahlardan sakındırmayan amelde, sehavet bulunmayan malda, sıkı bağlılık bulunmayan kardeşlikte, ihlas olmayan duada hayır yoktur."
Müslüman, namazını kalbi ve kalıbıyla beraber olarak kılmalıdır. Nitekim Hadis-i şerifte: "Kişinin kalbi ve bedeniyle beraber namazda hazır olmadıkça Allah o namaza bakmaz." buyurulur. Namazda her uzvun tevazu göstermesi ve kalbin de, Allah Teala'dan korku üzere olması lazımdır. Kısaca tahliye, Rabbimizden başka ilah tanımayıp, emirlerine itaat ederek namazda da iç huzuru sağlamaktır.Tahliye تَحْلِيَه ise, tezyin etmek ve süslendirmek ziynet eşyasıyla donatmak manasınadır.Tahliye تَحْلِيَه ise, salih amel ve hasenat ile olur. Hasenat da, kalbe ruhun intibaha geldiğini göstermek ve ibadete ve cemaate bir meyl, bir şevk vermektir. Namazda tahliye demek; namaz kılan kimsenin kalbini, aklını, duygularını, bütün iç âlemini ilâhî huzurla canlandırması, namazın hakikatleriyle süslemesi demektir. Nasıl ki, Kelime-i tevhitte, “la” edatı, bir süpürge görevini üstlenmiş ve yoldaki tüm mevhum/batıl ilahları ortadan süpürüp silmiştir. “illa” asansörüyle ise tevhit sarayına çıkmış ve onun hakikatiyle süslenmiştir. Aynen öylede namazda tahliye ile Kalp kabının içindeki masiva ayranını döküp huzur bozacak bütün kirlerden temizleyerek, huzur ve huşu sütünü doldurmalıyız.
Namazın süslenmesi, Allah'ın azameti karşısında korkudan ezilerek, eğilip bükülerek, sessiz-sedasız durup, ses olarak ancak tilavet eden bir dilin sesinin işitilmesi, medet olarak da ancak Allah'tan yardım beklemekle ve rükünlere riayetle olur. O halde, namazda iken yine de dünyevî meşgalelerle haşir ve neşir olup, dünyevi işler bütün sıcaklığıyla kalbimizde yer etmeye devam ederken, namaza durmaya ve sonra da “neden huzur ve huşua eremiyoruz” diye şikâyette bulunmaya hakkımız yoktur. Namaz, kalplerde İlahi azameti sabitlemek ve bunun devamını sağlamaktır. Ve akılları ona yönlendirmektir. Namaz, İlahi adaletin kanununa itaat ve Rabbanî nizama uymaktır. Zâten insan medenî olarak yaşadığından, şahsî ve toplum hayatını kurtarmak için, o İlahî kanuna muhtaçtır. O vesileye uymayan veya tenbellikle namazı terkeden veyahut kadir-kıymetini bilmeyen; ne kadar cahil, ne derece büyük bir kayıp, ne kadar zararlı olduğunu bilâhere anlar, ama iş işten çoktan geçer.
Yukardaki izahlardan sonra huşuyu gideren sebebleri bulup onlardan kurtulmak gerekir. Bunlardan birisi vesvesedir. Vesvesenin temelinde cehalet vardır. İlim vesveseyi kaldırır. Kitaplarda namaz nasıl kılınır. Bütün hükümleri öğrenilirse önemli vesveselerin çoğu gider. Vesvesenin izalesi için 21. Söz vesvese risalesine bakabilirsiniz.
Bir de namazda iken sanki Kabede Allah'ın huzurunda namaz kılıyormuş gibi kılmak. Okunan sure ve ayetlerin manasını düşünmek en azından Fatihanın manasını düşünmek olabilir.
Ayrıca aşağıdaki linklere bakınız.
/soru-cevap/namazi-husu-ile-kilmak