Sözlükte “sessiz ve sakin durmak, alçak gönüllü olmak, Hakk’a boyun eğmek; yumuşaklık, kolaylık” gibi anlamlara gelen huşû‘ kelimesi, terim olarak Allah’ın huzurunda olduğu bilinciyle tevazu gösterip boyun eğmeyi ifade eder.1 Huşû kelimesi hem isim olarak hem de türevleri olarak Kur'ân'da şöyle geçmektedir:
Ve ağlayarak çeneleri üstü kapanıyorlar, o onların huşûunu da artırıyor.2
Burada geçen huşû kelimesi "Allah'a gönülden bağlılığı" ifade etmektedir.
İman edenlerin kalpleri, Allah'ı ve O'ndan gelen hakikatleri hatırlayarak huşu ile dolma zamanı gelmedi mi?3
Burada geçen huşû kelimesi ise “Allah karşısında duyulan saygı ve tâzimden dolayı her türlü benlik iddiasını terk ederek O’na boyun eğme ve bunun hareketlere yansıyan tezahürü” ifade etmektedir.
Bunlarla beraber huşû kelimesi, "tevazu"4 ,“korku ve çekinme”5, “çaresiz ve endişeli gözlerle bakmak”6 gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.
Sevgili Peygamberimiz (sav) diğer ibadetlerde olduğu gibi namazda da huşûa çeşitli vesilelerle dikkat çekmiş, huşû halini zedeleyecek şekilde namaz kılanları ikaz etmiş, bizzat kendisi gözünün nuru saydığı namazda hem zihnini hem de bedenini gafletten uzak tutarak huşûda ümmetine örnek olmuştur. Sevgili Peygamberimiz (sav) huşûyu ifade eden bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
Hz. Ali anlatıyor: Hz. Peygamber (sav), rükûda şu duayı okuyordu: Allah'ım! Senin için rükûa vardım, Sana iman ettim, Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, beynim, kemiğim ve damarım (sinirim), sana karşı huşû içerisine girmiştir.7
Bu hadisten de anlaşılacağı üzere bir namazda huşû; çekinmek, korkmak, boyun eğmek gibi kalbin bir eylemi, diğer yandan sükûnet içinde olmak, sessiz sedasız hareketsiz duruş sergilemek yani tadil-i erkâna riayet etmek manasını temelde ihtiva etmektedir. Özü kalpte, görünüşü bedende olan iki yönlü huşû, namazın da ruhudur ve kişinin kurtuluşunun anahtarıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
Muhakkak ki, iman edenler kurtulmuştur. Onlar öyle kimselerdir ki, namazlarını huşu ile kılarlar.8
Bu âyet nâzil olmadan önce sahabeler namazda gözlerini gökyüzüne kaldırıyorlar, sağa sola bakınıyorlardı. Âyetin nâzil olmasından sonra artık gözlerini secde mahalline çevirmeye başladılar. Bu âyetin izahında Abdullah Bin Ömer şöyle der: "Sahabe-i Kiram, namaz için ayağa kalktıklarında başka hiçbir şeyle ilgilenmezler, bütün varlıklarıyla kendilerini namaza verirlerdi. Gözlerini secde yerine dikerler ve Allah'ın kendilerine baktığını kabul ederlerdi."
Yani huşu için, gözler namazda ayakta iken secde yerine, rükûda iken ayaklara, secdede iken burun ucuna, otururken iki elleri arasına bakmalıdır. Bu söylenilen yerlere bakıp da gözler etrafa kaymazsa, el parmaklarını celsede açmak ve secdede bir birine yapıştırmakla namazda huşû hali hasıl olabilir, kalp dünya düşüncelerinden kurtulabilir. Böylelikle insan namazda manevî kirlerinden temizlenmiş olur.
Bu bağlamda bakacak olursak namazın temeli huşû ve ihlâstır. Bundan dolayı Ebû Bekir el-Vâsıtî huşûu, “bir karşılık beklemeden Allah için tam bir ihlâsla namaz kılmak” şeklinde tanımlamıştır. Bazı İslâm âlimleri de namazdaki huşûu, kişinin namaza durduğu zaman sağında solunda kimlerin bulunduğunu bilmeyecek derecede kendisini ibadete vermesi şeklinde anlamışlardır. Gazzâlî ise namazdaki huşûun önemine işaret şu hadisi zikrederek:
Namaz kılan kimse Rabbi ile gizli konuşur.9
Meâlindeki hadisi açıklarken namazın özü ve esası olan zikrin Allah ile konuşma anlamına geldiğini, gaflet içinde kelimeleri ve harfleri telaffuz etmenin ise Allah ile konuşma sayılamayacağını söyler. Çünkü âyet ve duaların anlamı düşünülmediği sürece kalp de gaflet içinde olacaktır. Bu sebeple namazda huşû olmayınca namaz sırt ve başın hareketinden, vücudun eğilip doğrulmasından ibaret kalır.10
Fakat şu da bir gerçektir ki, bir çok Müslüman sürekli olarak samimi bir şekilde namaz kılmak istediği fakat bir türlü gafletten kendini kurtaramadığını ifade etmektedir. Bu bağlamda bazı fıkıh âlimleri huşûu namazın şartlarından kabul etmişlerse de büyük çoğunluk, huşûun irade dışı yönlerinin bulunduğu, kazanılmasının belli bir terbiye sürecini gerektirdiği, dolayısıyla her Müslümanın namaz esnasında kalp huzurunu sürekli korumasının mümkün olmadığı gerçeğinden hareketle huşûun namazın şartlarından değil kemalini sağlayan sünnetlerinden olduğunu belirtmişlerdir.11
Bunun için de kişinin bütün kalbiyle Allah’a yönelerek her türlü dünyevî düşünceden uzak durmaya çalışması, sanki "Kâbe"de kılıyormuş gibi düşünmesi, okuduğu âyetlerin mânasını düşünmesi, secde yerine bakması ve gereksiz hareketlerde bulunmaması tavsiye edilmiştir.
Ayrıca kişi huşûyu bozan halleri bulup onlardan mümkün mertebe kurtulması da gerekmektedir. Bunlardan belki de en önemlisi vesvesedir. Nitekim "acaba namazım huşû içinde oldu mu? Acaba Allah namazı mı kabul etti mi? Benim kalbim bozulmuş namazda aklıma bir sürü düşüne geliyor... gibi düşünceler namaza ve huşûya en çok zarar veren durumlardır. İnsan bu düşüncelere kapılmadan elinden geldiği kadar namaz ibadetini yapması namazın kabulü için zaten yeterlidir.
Vesvese ile ilgili detaylı izah için lütfen bakınız;
Amelin En İyisini Aramaktan Kaynaklanan Vesvese
Sonuç olarak; huşû, namazın özü ve ruhudur; kalbin Allah’a tam yönelişini, bedenin de bu yönelişe uyumunu ifade eder. Namazda huşûyu yakalamak için kişi, her şeyden önce Allah’ın huzurunda olduğunu derinden hissetmeli ve bu bilinçle namaza başlamalıdır. Secde yerine bakmak, gereksiz hareketlerden kaçınmak, âyetlerin anlamını düşünmek ve acele etmeden tadil-i erkâna riayet etmek huşûyu güçlendirir. Namazdan önce zihni dünyevî meşgalelerden arındırmak, huşûya hazırlanmanın bir parçasıdır.
Kişi, sanki Allah’ı görüyormuş gibi namaz kılmalı, bu şuurla kalbini toparlamalıdır. Vesveselere kapılmadan, samimi bir niyetle ibadete yönelmek de huşûun sürekliliğini sağlar. Böylece namaz, sadece bir görev olmaktan çıkıp kulun Rabbiyle buluştuğu huzur ve teslimiyet anına dönüşür.
Mehmet Şener, "Huşû", TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1998, c. 18, s. 422.
İsrâ 17 / 109.
Hadid 57 / 16.
Bakara 2 / 45.
Enbiyâ 21 / 90.
Kamer 54 / 7.
Müslim, Müsafirin, 201.
Müminun, 23 /1-2.
Buhârî, “Mevâḳīt”, 8; “Ṣalât”, 33.
Mehmet Şener, "Huşû", TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1998, c. 18, s. 423.
Mehmet Şener, "Huşû", TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1998, c. 18, s. 423.