"Hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir" cümlesini nasıl anlamak gerekir?
Sizin sorduğunuz yer şöyle geçmektedir:
"Îmân hem nûrdur, hem kuvvettir. Evet, hakîkî îmânı elde eden adam, kâinâta meydan okuyabilir. Ve îmânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyîkātından kurtulabilir. تَوَكَّلْتُ عَلَي اللّٰهِ der, sefîne-i hayatta kemâl-i emniyetle, hâdisâtın dağlarvârî dalgaları içinde seyerân eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emânet eder, rahatla dünyadan geçer. Berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için cennete uçabilir. Eğer tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker. Demek, îmân tevhîdi, tevhîd teslîmi, teslîm tevekkülü, tevekkülsaadet-i dâreyni iktizâ eder."(23. Söz)
İman bir intisabdır. Yani iman kişiyi Allah'a bağlar. Yani hakiki imanı elde eden bir kimse bilir ki, Allah'ın izni olmadan bir yaprak bile yere düşmez. Herşeyin dizgini O'nun elinde, herşeyin hazinesi O'nun yanındadır. O'nun herşeye gücü yeter. Bu şekilde inanan ve Allah'a dayanan bir kimseye hiçbir şey ağır gelmez. Dünyanın bütün dertlerine, sıkıntılarına, belalarına, korkularına karşı Allah'a dayanır ve tevekkül eder. Bilir ki bütün varlıklar Allah'ın kulu ve memurudur. Bundan dolayı o varlıklar kişiye düşman değil dosttur. Faraza bütün dünya ve bütün mahlukat o kişiye karşı düşman olup ittifak etse o kişi Allah'a iman ile intisab ettiği için O'na tevekkül eder ve dayanır. Bütün mahlukatın Allah'ın izni olmadan hiçbir şey yapamayacağını bildiği için onlara bu hakiki iman kuvvetiyle meydan okuyabilir.
Bu noktada örnek hiç şüphesiz ki, Peygamberimizdir(s.a.v). Çünki yahudiler, hristiyanlar, ateşperestler, putperestler hatta kendi kavim ve kabilesi kendine düşman idiler. Buna rağmen hiç sarsılmadan hakiki iman sırrıyla Allah'a dayanarak onlara meydan okudu. Allah da O'na bütün mahlukatın dostluğunu göstererek yardım etti.
Bu cümleyi daha iyi anlamak için 3. Noktayı iyice okuyup müatlaa etmek lazımdır. Çünki îmân tevhîdi, tevhîd teslîmi, teslîm tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni(iki dünya saadetini) iktizâ eder(gerektirir). Bu iman ve tevekkül neticesinde, bütün kâinâtın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfurûşluktan(kendini beğendirmeye çalışmaktan) ve maskaralıktan ve şekāvet-i uhreviyeden(cehenneme gitmekten) ve tazyîkāt-ı dünyeviye(dünyadaki baskıların) hapsinden kurtulur.