19. Söz Mucizat-ı Ahmediyye Risalesinin Altıncı Reşha'sını kısaca açıklar mısınız?
19. Söz'ün 6. Reşhasını cümle cümle kısaca izah edelim. Şöyle ki:
Altıncı Reşha: İşte o zât (asm), bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi;
İşte o zât Peygamberimiz (sav) bu fani dünya hayatından sonra ebedi bir saadet yurdu olan cennetin var olduğunu haber vermiş, iman edip Allah’ın rızası dairesinde yaşayanların ebedi saadet yurdu olan cennet ile ödüllendirileceklerini müjdelemiştir.
Ve rahmet-i bî-nihâyenin kâşifi ve i‘lâncısı;
Yine Peygamberimiz (sav) Cenab-ı Hakk'ın rahmetinin nihayetsiz olup sonu olmadığını, her şeyi içine almış ve kaplamış çok geniş rahmeti olduğunu keşfetmiş ve ilan etmiştir. Bununla beraber Rabbimizin rahmetine ulaşabilmenin vesilelerini de göstermiştir. Bütün anaların evladına olan şefkatleri ve küçük, zayıf yavrularının kolayca elde ettikleri rızıkları Allah’ın rahmet deryasından bir damla olduğunu bildirmiştir. Ve cennette ehli iman için Allah’ın rahmetinin tamamının tecelli edeceğini müjdelemiştir.
Ve saltanat-ı Rubûbiyetin mehâsininin dellâlı ve seyircisi;
Resulü Ekrem (sav), bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın egemenliğini, yaratıcılığını, idare ve terbiye saltanatının güzelliklerini seyretmiş ve ilan etmiştir.
Akılları, iradeleri ve dilleri olmayan varlıkların şaşırılmadan, unutulmadan, karıştırılmadan terbiye ve idare edilmeleri doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetiyle idare ve terbiye edildiklerini göstermiş.
Dağlar, taşlar, denizler, madenler -işe yarar tarafları hariç- bir anlam ifade etmezken, Peygamberimizin (sav) getirdiği Kur’ân’ın “Görmedin mi, şübhesiz Allah (O Rabbinizdir ki), göklerde olan ve yerde bulunan herkes, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, (yeryüzünde) hareketli olan (bütün) canlılar ile insanlardan birçoğu O’na secde eder.”[1] Âyeti sayesinde Rabbimizin hâkimiyetini, rububiyetini, saltanatının güzelliğini anlamış olduk.
Ve künûz-u esmâ-yı İlâhiyenin keşşâfı ve göstericisi olduğundan;
Resulü Ekrem (sav), hem insanların üzerinde hem de mevcudatta gizli olan İlâhi isimlerin definelerinin cevherlerini ve hazinelerini açmış, keşfetmiş ve göstermiştir.
Allah’ın isimlerini gözümüzle göremeyiz. Fakat isimlerin tecellilerini görebiliriz. Mesela Rezzak ismini rızıklar âlemini müşahede etmekle, şafi ismini hastalıklardan kurtulup şifa bulmakla, Hâlık ismini yaratılanları görmekle, Müzeyyin-Musavvir isimlerini güzel manzaraları seyretmekle görürüz. İşte bu misaller gibi akıl gözüyle bakıp eserden eseri yapana, yaratılanlardan Allah’ın isimlerine ve isimlerinin hazinelerine ulaştıran, o nazarla bakmayı öğreten, Peygamberimizdir (sav).
Böyle baksan -yani ubûdiyeti cihetiyle- onu, bir misâl-i muhabbet, bir timsâl-i rahmet, bir şeref-i insâniyet, en nûrânî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin.
Kelime-i şehadette ifade edildiği gibi Hazret-i Peygamber (sav), Allah’ın hem kulu hem resulüdür. Peygamber Efendimize (sav) Allah’a kulluğu noktasından bakılsa; onu, bir muhabbet örneği, rahmetin numunesi, insanlığın şerefi, yaratılış ağacının en nurlu meyvesi olarak görülür. Bu tabirleri de kısaca izah etmeye çalışalım.
Onu, bir misâl-i muhabbet olarak görmek: Allah’ın kulları arasında Allah’ı en çok seven Peygamberimizdir (sav). Yüce Allah’ın en çok sevdiği kul da Peygamberimizdir (sav). Yaratılmışlara en fazla muhabbet ve merhamet gösteren yine Peygamberimizdir (sav). İnsanlığın ve hatta kâinatın muhabbetini en çok kazanan zat yine Peygamberimizdir (sav). Bu minval üzere baktığımızda Habibullahı (sav) bir misal-i muhabbet yani sevgi örneği olarak görmekteyiz.
Bir timsâl-i rahmet, Peygamberimiz (sav) rahmetin, şefkatin yeryüzünde cisimleşmiş halidir. Kur’ân-ı Kerim'de “(Ey Resûlüm!) (Biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik.”[2] “Şânım hakkı için, size kendinizden öyle (izzetli) bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir; size düşkündür, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”[3] Buyurulduğu üzere Peygamberimiz (sav) âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Ümmetine karşı çok şefkatli merhametli olması dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim'de ‘Rauf’un rahim’ olarak tabir edilmiştir.
Sahih bir hadiste vardır ki: Mahşerin[4] dehşetinden herkes, hatta peygamberler dahi ‘nefsî, nefsî!’ dedikleri zaman, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ‘ümmetî, ümmetî!’ (ümmetim, ümmetim!) diye merhamet ve şefkatini göstereceği gibi, dünyaya geldiği zaman, annesi onun duâsında ‘ümmetî, ümmetî!’ dediğini işitmiş.
Bir şeref-i insâniyet, Peygamberimiz (sav) cinlerden ve meleklerden üstün olmasıyla, Miraç mucizesi gibi kimseye nasip olmamış ve olmayacak bir makama çıkmasıyla insanların melekler dâhil diğer varlıklardan daha üstün olabileceğini göstermiş, insanlığın şerefi olmuştur.
En nûrânî bir semere-i şecere-i hilkat; kâinatı bir ağaç olarak değerlendirecek olsak, o ağacın meyvesi insan, en nurlu meyvesi ise Peygamberimiz (sav) olur.
Şöyle baksan, -yani risâleti cihetiyle- bir burhân-ı Hak, bir sirâc-ı hakîkat, bir şems-i hidâyet, bir vesîle-i saadet göreceksin.
Peygamber Efendimize (sav) peygamberlik vazifesi yönüyle bakılsa; O (sav) Allah’ın varlığının delili, hakikati gösteren nur, insanlara doğru yolu gösteren, iman etmeye vesile olan bir hidayet güneşi ve saadet vesilesi olarak görülür. Dünya ve ahiret saadetini isteyen saadet vesilesi olan Peygamberimizin (sav) sünnetine tabi olmalıdır.
İşte bak! Nasıl berk-i hâtıf gibi onun nûru, şark ile garbı tuttu ve nısf-ı arz ve hums-u beşer, o zâtın hediye-i hidâyetini kabûl edip, hırz-ı cân etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki; böyle bir zâtın bütün da‘vâlarının esâsı olan لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهْ ’ı, bütün merâtibiyle beraber kabûl etmesin?
İşte bak! O’nun nuru göz kamaştıran şimşek gibi dünyanın doğusundan batısına her yeri aydınlattı. Yeryüzünün yarısı ve insanların beşte biri O’nun hediye olarak getirdiği hidayeti, iman, İslâm ve doğruluğu can-u gönülden kabul edip dünya ve ahiret sıkıntılarından canlarını kurtardılar. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki; böyle bir zâtın bütün davalarının esası olan لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهْ ’ı, Allahtan başka ilah yoktur! Davasını bütün mertebeleriyle beraber kabul etmesin?
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهْ ’ı, bütün mertebeleriyle beraber kabul etmek, Allahtan başka ilah olmadığını kabul etmekle beraber; Allahtan başka rızık veren olmadığını, Allahtan başka yaratan olmadığını, Allahtan başka ibadet layık kimse olmadığını, Allahtan başka merhamet eden olmadığını kabul ve idrak etmekle olur.
[1] Hacc, 22/18.
[2] Enbiya, 21/107
[3] Tevbe, 9/128
[4] İnsanların diriltildikten sonra toplanacakları haşir yeri