Risale-i nurda gecen delil metodları nelerdir?
Üstad Bediüzzaman telif ettiği risalelerle, gaye ve konu itibarıyla deliller klasik kelamla aynı, fakat metotta farklı yeni bir kelam ilmini
ortaya koyuyordu diyebiliriz. Üstadın ortaya koyduğu Kelam İlmi'nin bazı özelliklerine değinelim:
1. Gaye ve Nizam Delili
Kelam alimleri Allah'ın varlığını ispat ederken 'hudus ve imkan delili' üzerinde durmuşlardır. Hudus delili kısaca şöyledir:
a)Her hadisin bir muhdisi (sonradan olma her şeyin bir icad edicisi vardır. b) Alem hadisdir (sonradan var olmuştur). c) Öyle
ise onu da bir yaratan vardır. O da Allah'dır. Bu delil bazı araştırmacılar tarafından "muğlak, çetrefil, herkes tarafından kolayca anlaşılamayan bir delil" denilerek tenkit edilmiştir. Hudus ve imkan delilini tenkit edenler, deliller içerisinde 'gaye ve nizam delili'nin Kur'ani bir delil olduğunu, aynı zamanda herkes tarafından kolayca anlaşılacağını söylemişlerdir. Gaye ve nizam delilini şöyle hülasa edebiliriz:
a. Kainatta büyük bir nizam vardır. Bu düzen bir gaye doğrultusunda faaliyet göstermektedir.
b. Varlıkların kendiliklerinden bir düzeni icad etmeleri ve bir gayeyi takip etmeleri mümkün değildir. Bilhassa cüzlerin, parçaların birleşmesiyle ortaya çıkan bütündeki irtibat, birlik, düzen bu varlıklar tarafından oluşturulamaz.
c. Bu aleme bir gaye (veya gayeler) doğrultusunda nizam veren ve bu nizam ve gayeyi devam ettiren ilim, irade, kudret sahibi
birisi olması gerekir.
d. Bu ilim, irade, kudret sahibi zat Allah'tır.
Üstad, risalelerde -Kur'ani metot olan- gaye ve nizam delilini ustalıkla kullanmıştır. Eski kelam ilmiyle risaleler arasındaki farkı şöyle ortaya koyar: Kelam ilmi alimleri, Kur'anın şakirdleri oldukları halde, bir kısmı onar cild olarak erkan-ı imaniyeye dair binler eser yazdıkları halde (Mu'tezile gibi), aklı nakle tercih ettikleri için Kur 'anın on ayeti kadar vuzuh ile ifade ve kat'i ispat ve ciddi ikna edememişler. Adeta onlar, uzak dağların altında lağım yapıp, borularla ta alemin nihayetine kadar sebepler silsilesi ile gidip orada silsileyi keser. Sonra ab-ı hayat hükmünde olan marifet-i İlahiyeyi ve Vacibü'l-Vücud olan Allah'ın varlığını ispat ederler.
Kelam ilmi vasıtasıyla kazanılan marifet-i İlahiye, marifet-i kamile ve huzur-u tam vermiyor. Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyanın tarzında olduğu vakit, hem marifet-i tammeyi verir, hem huzur-u etemmi kazandırır ki, inşaallah Risale-i Nur'un bütün eczaları o Kur'an-ı Mu'cizü'l Beyanın cadde-i nuranisinde birer elektrik lambası hizmetini görüyorlar. ( ... ) Bazı sözlerde ulema-yı ilm-i kelamın mesleğiyle, Kur'an'dan alınan minhac-ı hakikinin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki: Mesela, bir su getirmek için, bazıları su borusu ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da, her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir; tıkanır, kesilir. Fakat
her yerde kuyuları kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz her bir yerde suyu buldukları gibi, aynen öyle de: Kelam ilmi alimleri, sebepleri, nihayet-i alemde teselsül ve devrin muhaliyetiyle kesip, sonra Vacibü'l-Vücudun varlığını onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur'an-ı Hakimin minhac-ı hakikisi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir ayeti, birer Musa (as)' ın asası gibi, nereye vursa ab-ı hayat fışkırtıyor. "Her şeyde onun bir olduğuna işaret eden bir delil vardır" düsturunu her şeye okutturuyor. Hem iman yalnız ilim ile değil; imanda çok latifelerin (duyguların) hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a'saba, muhtelif bir surette kısımlara ayrılıp, vücudun her tarafına dağıtılıyor. İlimle gelen imani meseleler de, akıl midesine girdikten sonra, derecelerine göre ruh, kalb, sır, nefis ve hakeza bütün latifeler, duygular kendine göre birer hisse alır, masseder, emer. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır.
2. Haşir Meselesi
Eski kelamcılar, öldükten sonra dirilme inancını bir nakil konusu olarak ele almışlar, haşre imanın ehemmiyetinden bahsetmekle
beraber, haşrin aklen ispat edilemeyeceğini söylemişlerdir. Bu yüzden bütün akaid-kelam kitapları haşir konusunu, "sem'iyyat" veya "gaybiyyat" başlığıyla ele alırlar. Profesör Said Ramazan El-Buti İslam Akaidi kitabında, Allah'ın varlığının ve peygamberlik hakikatinin aklen ispat edileceğini anlattıktan sonra şöyle der: "Şu kadar var ki, bunların dışında ancak yakin haber yoluyla ulaşabileceğimiz bazı şeyler vardır. Onların içerikleri de şu ana kadar netleşmiş değildir. Onun için bunların kendileriyle ilgili haberin [aklen] doğruluğuna delil olmaları şu anda imkansızdır. Onlar bize hala gizli kalmaktadır.( ... ) Bedenlerin ruhlarla beraber haşir edileceğinden, hesap, mizan, sırat, cennet, cehennem gibi şeylerden söz eden yakini haberler de bunlardandır. Risale-i Nur, tevhid, risalet konularının yanı sıra haşri de ele almış, bu konuyu zengin ve güçlü delillerle ortaya koymuştur.
Üstad, pek çok risalesinde haşri ele almakla beraber, bu konuda yazdığı en önemli risaleler 10. Söz ve 29. Söz'dür. Bu iki risalesi hakkında Üstad, şöyle der: "Eğer haşrin gelmesini gelecek baharın gelmesi gibi kat'! bir surette anlamak istersen, haşre dair
Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Söze dikkatle bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmazsart, gel, parmağını gözüme sok!"
3. Sehl-i Mümteni
Maturidi mezhebi imamlarından İmam Muhammed Pezdevi, "Usulü'd-Din (Kelam) ilmi zor, kapalı bir ilimdir" der. Onun bu görüşü pek çok alim tarafından da dile getirilmiştir. Hatta İmam Gazali "İlcamu'l-Avam an İlm-i Kelam" yani "Avamı kelam ilminden men etmek" adlı bir risale bile telif etmiş, avam tabakasının kelamı meselelerle meşgul olmasını mahzurlu bulmuştur. Risale-i Nurlar bu zor ve ağır kelamı konuları "sehl-i mümteni" tarzında oldukça kolay bir hale getirmiştir. Öyle ki, eskilerin çok ağır dedikleri konuları Risale-i Nurlar çocukların bile kolaylıkla anlayabileceği bir tarzda ele almıştır. Bu ağır ve zor meseleleri kolaylaştırmada en mühim unsur, risalelerde çoklukla kullanılan 'temsil metodu'dur. Üstad, bu konuda şöyle der:
"Elli altmış risaleler öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki, değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebaiyet eden ve tedkike vakit bulamayan bir insanın, belki büyük zekalardan mürekkep bir ehl-i tedkikin sa'y ve gayretiyle yapılmayan bir tarzda telifleri, doğrudan doğruya bir eser-i inayet olduklarını gösteriyor. Çünkü bütün bu risalelerde bütün derin hakaik, temsilat vasıtasıyla, en ami ve ümmi olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakaikin çoğunu, büyük alimler 'tefhim edilmez' deyip, değil avama, belki havassa da bildiremiyorlar."
"İşte, en uzak hakikatleri en yakın bir tarzda, en ami bir adama ders verecek derecede, benim gibi Türkçesi az, sözleri muğlak, çoğu anlaşılmaz ve 'zahir hakikatleri dahi müşkülleştiriyor' diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o su-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu harika teshilat ve suhulet-i beyan, elbette, bilaşüphe, bir eser-i inayettir ve onun hüneri olamaz ve Kur'an-ı Kerimin i'dz-ı manevisinin bir cilvesidir ve temsilat-ı Kur'aniyenin bir temessülüdür ve in'ikasıdır."
"Manevi bir elektrik olan Resaili'n-Nur dahi, gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsile ve derse çalışmaya
ve başka üstadlardan taallüm edilmeye ve müderrisinin ağzından iktibas olmaya muhtaç olmadan, herkes derecesine göre o
ulum-u aliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir alim olabilir."
4. Diyalektik
Diyalektik; karşılıklı konuşma, tartışmak suretiyle hakikati arama ve ortaya çıkarma olarak tarif edilir. Batı felsefesinde Hegel' in etkisiyle "tez, antitez ve sentez" olarak anılır olmuştur. Üstad risalelerde yalnızca imani konuları ispat etmekle yetinmez.
Aynı zamanda imanın zıddı olan küfrü de çürütme cihetine gider. Bu iki özellik -imanı ispat, küfrü çürütme- külliyatın bütününde -bilhassa Tabiat Risalesi'nde- müşahede edilebilir. Bu yönüyle Üstadın risalelerde diyalektik bir metod uyguladığını söyleyebiliriz. Risalelerde iman hakikatları tez, küfür ise onun antitezi veya Kur'an tez, materyalist felsefe onun antitezidir. Her bir risale, imanın küfre, Kur'an'ın materyalist felsefeye galebesinin bir delilidir.
5. Delillerin Kuvvetliliği
Üstad, risalelerinde oldukça net ve kesin bir üslupla ve büyük iddialarla konuşur. Risalelerin imani konuları kesin ve kat'i bir
şekilde ispat ettiğini ve küfrün belini kırdığını söyler. Çoğu zaman dinsiz filozoflara meydan okur. Bu meydan okumalarda hem Müslümanlara ümit ve cesaret vererek onların kuvve-i maneviyyelerini takviye etme, hem de dinsizleri psikolojik olarak
etkileme arzusu vardır.
Kendisiyle uğraşan dinsizlere şöyle hitap eder: Eğer korkunuz mesleğimden ve Kur'an'a ait dellallığımdan ve kuvve-i maneviye-i imaniyeden ise, elli bin nefer değil, yanlışsınız, meslek itibarıyla elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünkü Kur 'an-ı Hakimin kuvvetiyle, sizin dinsizleriniz dahil olduğu halde bütün Avrupa'ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envar-ı imaniye ile onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zir-Ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz filozoflarını hayvandan aşağı düşürmüşüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah'ın tevfikiyle, beni o mesleğimin bir meselesinden geri çeviremezler, inşaallah mağlup edemezler. Başka bir yerde de şöyle der: Evet, dinin, şeriatın ve Kur'an' ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammalarını hal ve keşfeden ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden ve Miraç ve haşr-i cismani gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur'an hakikatlerini en mütemerrid ve en inatçı filozoflara ve zındıklara karşı güneş gibi ispat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risale-i
Nur eczaları,.. Ehl-i imana cesaret verme ile ilgili bazı ifadeler de şöyle : Kur'an-ı Mucizü'l-Beyanın feyziyle, Yeni Said, hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatçe burhanlar zikrediyor ki, değil Müslüman alimleri, belki en muannid Avrupa filozoflarını da
teslime mecbur ediyor ve etmektedir.
6. İman ve Duygusallık
Risale-i Nur'da, imani konular güçlü delillerle ispat edilmekle yetinilmemiş, bunun yanı sıra, imanın insan hissiyatına
(duygusallığına) tesiri de ele alınmıştır. İnsan fıtratında var olan acz, fakr, insanı elemler içinde bırakan zeval, firak, insanın
geçmiş ve gelecekle irtibatı, yalnızlık duygusu, ölüm, Allah'a ve ahirete imanın faideleri pek çok risalede ele alınmış, imanın insanın bu zayıf taraflarını güçlendirdiği, küfrün ise insanı bunalımlara götürdüğü ispat edilmiştir. Bu izahlarla Üstad, ahiret saadeti kadar, dünya saadetinin de ancak imanla olacağını göstermiştir.
7. Kelamdan Daha Fazlası
Her ne kadar Risale-i Nur için Kelam ilmi diyor isek de, onun Kelamdan daha zengin bir muhteva taşıdığını belirtmemiz gerekir.
Risale-i Nur, eski kelam kitaplarında olup, bugünkü sosyal hayatta medar-ı bahis olmayan ve ihtiyaç da olmayan teferruatla ilgili konular üzerinde durmamıştır. Fakat Müslümanların ihtiyacı olan pek çok mesele, kelimi bir konu olmadığı halde ele alınmıştır. Mesela ibadetlerle, ahlakla ilgili konular, hadislerle ilgili konular, kelimi konular değildir, fakat Müslümanların ihtiyacı olan konulardır. İhtiyaçtan dolayı bu ve buna benzer pek çok konuyu risalelerde görebiliriz.
Üstad, İslam'ın her yönden hücuma maruz kaldığı bu asırda, hem hücumları durdurabilmek, hem de güçlü İslami bir kişilik
ve sosyal bünye ortaya çıkarabilmek için elinden gelen gayreti göstermiştir. Bu yüzden dar kalıplarla kendini sınırlamayı değil, ihtiyaç neyi gerektiriyorsa ona göre tavır almayı tercih etmiştir.(Risale-i Nur Konularına Giris, İdris Tüzün, Süeda yayınları, s,30-45)
https://risale.online/soru-cevap/risale-i-nurdaki-risalet-delilleri