Soru

Onuncu Reşha'nın Şerh ve İzahı / 19. Söz

19. Söz Mucizat-ı Ahmediyye Risalesinin Onuncu Reşha'sını kısaca açıklar mısınız?

Tarih: 22.11.2024 10:33:48

Cevap

19. Söz'ün 9. Reşhasını cümle cümle kısaca izah edelim. Şöyle ki:

İşte bak: Ne kadar merak-âver, ne kadar câzibedâr, ne kadar lüzûmlu, ne kadar dehşetli hakāiki gösterir ve mesâili isbat eder.

İşte bak: Ne kadar merak uyandıran ne kadar ilgi çekici, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakikatleri gösterir ve meseleleri ispat eder.

Peygamber Efendimizin (sav) getirdiği hakikatlere baktığımızda gerçekten çok merak uyandırıcı olduğunu görüyoruz. Evet öyle meselelerden bahsediyor ki her merak sahibi insan onları bilmek istemiştir. Mesela insanoğlunun dünyaya nasıl gönderildiği, öldükten sonra nereye gideceği, kâinatın nasıl var olduğu gibi çok merak cezbeden meseleleri haber vermiştir.

Hem bahsettiği meseleler bir o kadar da lüzumludur, gereklidir. Çünkü insan o bilgiler sayesinde hem bu hayatını hem sonsuz hayatını kurtarır ve düzenler.

Hem o hakikatler gayet dehşetlidir. Kıyamet, cehennem gibi dehşetli meseleleri gösterir. O meselelerin gerçekten yaşanacağını ispat eder.

Bilirsin ki, en ziyade insanı tahrîk eden meraktır.

Bilirsin ki, en ziyade insanı harekete geçiren şey meraktır.

Cenâb-ı Hakk, biz insanoğluna dünya ve ahiret hayatına lazım olan şeyleri te’min etmesi için duygular vermiştir. Bu duygulardan birisi de meraktır. İnsanoğlu yaratılışı gereği öğrenmeye muhtaçtır. İnsanı öğrenmeye iten en önemli vasıta meraktır. Bunun için Bediüzzaman Hazretleri “merak ilmin hocasıdır.” demiştir. Zira insan hem şahsi olarak hem de afaki olarak çok şeyi merak eder. Kendi yaratılışını, geleceğini merak ettiği gibi kâinatın da yaratılışını ve geleceğini merak edip bilmek ister.

Hatta eğer sana denilse: “Yarı ömrünü, yarı malını versen; kamerden ve müşteriden biri gelir, kamerde ve müşteride ne var ne yok, ahvâlini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbâlini ve başına ne geleceğini haber verecek!” Merakın varsa vereceksin.

Hatta eğer sana denilse: “Yarı ömrünü, yarı malını versen; Ay’dan ve Jüpiter’den biri gelir, Ayda ve Jüpiter’de ne var ne yok, hallerini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin geleceğini ve başına ne geleceğini haber verecek!” Merakın varsa vereceksin.

Hatta bu merak duygusu o dereceye ulaşır ki insan malını ve ömrünü bile feda eder. Ay’dan ve Jüpiter’den biri gelip oradaki durumları haber verse, bizim geleceğimiz hakkında bilgi verecek olsa elbette ömrümüzün ve malımızın yarısını verebiliriz.

Buradaki ömrünün ve malının yarısını verme meselesi abartı değildir. Bu konuyu daha iyi anlamak için bir örnek verelim.

Gece yatağımızda yatıp sabah bir uçakta gözümüzü açtığımızı farz edelim. Nereden geldiğimizi hatırlamıyoruz. Nereye gittiğimizi de bilmiyoruz. Bizimle beraber yolcular var. Onlarda hiçbir şey bilmiyorlar. Merak ve telaştan dolayı neredeyse çıldırmak üzereyiz. Uçağın penceresinden baktığımızda bizim uçağımızla beraber binlerce uçağın aynı anda uçtuğunu görüyoruz. Bu durumda iken birisi bize gelse ve dese ki; “Elinizdeki bütün paranızı ve değerli eşyalarınızı verirseniz sizi bu uçağa kimin getirdiğini, bu uçağın nereye gittiğini ve sizin sonunuzun ne olacağını haber vereceğim!” Elbette hiç tereddüt etmeden isteğini yerine getiririz.

Aynen bu durum gibi cennetten birinin geldiğini varsayalım. Bize orada olanları söyleyecek ve geleceğimiz hakkında bilgi verecek. Elbette ömrümüzün yarısını ve malımızı dahi veririz.

Hatta bazı meraklı insanlar sırf merakı yüzünden kumar gibi basit bir meselede bile ömrünü ve malını telef ediyor. İşte merak insanı bu kadar harekete geçiren kuvvetli bir duygudur.

Halbuki şu zât, öyle bir Sultan’ın ahbârını söylüyor ki: Memleketinde kamer bir sinek gibi bir pervâne etrafında döner.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) değil öyle sadece Ay ve Jüpiter’den, kâinatın sahibinden haber getiriyor. O kâinatın sultanı olan Allah (cc) öyle büyük ve yücedir ki; Ay onun mülkünde sinek gibi küçücük kalıyor. Pervane gibi olan Dünyanın etrafında belli bir yörüngede Allah'ın emri ile dönüyor.

O arz olan pervâne ise, bir lamba etrafında pervâz eder.

O Dünya olan pervane (ışığa koşan küçük kelebek) ise, bir lamba etrafında döner.

Kozmografya ve Coğrafya bilgilerimizle biliyoruz ki; Dünya kendi etrafında ortalama 1600 km hızla, lambamız olan güneşin etrafında ise ortalama 107.000 km hızla dönüyor. Peygamberimiz (s.a.v) öyle bir sultandan haber getiriyor ki dünyayı adetâ küçük bir kelebek gibi güneşin etrafında döndürüyor. O'nun kudretine ağır gelmiyor.

O güneş olan lamba ise, O Sultan’ın binler menzillerinden bir misafirhânesinde, binler misbâhlar içinde bir lambasıdır.

Dünyamızdan yaklaşık 1.300.000 kat daha büyük olan ve bize göre devasa bir yıldız olan güneş ise Allah’ın mülkünde trilyonlarca lambalarından sadece bir tanesidir. Bugünkü bilimin ifadesine göre yıldız sayısı, dünyadaki kumsallarda bulunan kumlardan 2.5 kat daha fazladır. Güneş de bunlardan sadece birisidir. Rabbimiz nurlu güneşi, şu dünya misafirhanesini kıyamete kadar ışıklandırması ve ısıtması için bir lamba ve bir soba olarak semanın yüzüne bir göz gibi takıp vazifelendirmiştir.

Hem öyle acâib bir âlemden hakîkî olarak bahsediyor.

Peygamber Efendimiz (sav) bilmediğimiz hayalimizin bile ulaşamadığı âlemlerden bahsediyor. Bize oralardan haberler veriyor. Cennet gibi bütün arzularımızın gerçekleşeceği, Cehennem gibi bütün suçluların cezasını göreceği ve bunlar gibi çok acayip âlemlerden bahsediyor. Bu âlemlerin tıpkı bu yaşadığımız âlem gibi hak ve gerçek olduğunu ispat ediyor.

Öyle bir inkılâbdan haber veriyor ki, binler küre-i arz bomba olsa patlasalar, o kadar acîb olmaz.  Bak! O zâtın lisanında اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ[1] ٭ اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْ[2] ٭ [3]اَلْقَارِعَةُ gibi sûreleri işit.

İnsanoğlu her türlü olayı merak eder. Hadiselerin büyüklüğü arttıkça merak seviyesi de artar. Mesela, insanlığın kaderini ilgilendiren bir savaşı merakla takip eder. Depremler ve yangınlar gibi hadiseler insanın ilgi ve merakını çeker. Peygamber Efendimiz (sav) öyle olaylardan bahsediyor ki; değil dünyanın bir bölgesindeki deprem, belki binlerce dünya bomba olup patlasa o kadar dehşetli olamaz.

Kurân-ı Kerim'de Cenabı Hakk Peygamber Efendimize (sav) çok surelerde kıyametin nasıl olacağını haber vermiştir. Kıyamet sadece dünyanın ölümü değil kâinatın ölümüdür. Örneğin “güneş, dürüldüğü zaman…”, “Gök yarıldığı zaman…” “O büyük Felaket, Nedir o büyük felaket?  Yürekleri hoplatan büyük felaketin ne olduğunu sen ne bileceksin?” gibi çok âyetleri okuyor. Güneşin dürüleceğinden, yıldızların döküleceğinden, gökyüzünün yarılacağından, insanların her amelinden sorguya çekilip cennet ve cehenneme gireceklerinden bahsediyor. İşte merak sahibi her insan Peygamber Efendimizin (sav) getirdiği bu haberlere merakla kulak kesilmesi lazımdır.

Hem öyle bir istikbâlden doğru olarak haber veriyor ki: Şu dünyevî istikbâl, ona nisbeten bir katre serâb hükmündedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) sonsuz bir gelecekten, ebedi bir ahiret hayatından detaylı olarak haber veriyor. Hem de verdiği bütün haberler kesin olarak doğrudur. O sonsuz ahiret hayatına karşı şu dünya hayatı denizden bir damla gibidir. Bir Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur.

“Ahirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın.” [4]

Hem öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor ki: Bütün saadet-i dünyeviye, ona nisbeten bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nisbeti gibidir.

Dünyada birisi bize ömür boyu rahat edeceğimiz, her istediğimizi elde edeceğimiz bir hayatı teklif etse ne kadar mutlu oluruz. O insana ne kadar teşekkür ederiz. Halbuki Peygamber Efendimiz (sav) öyle bir hayattan ve akıbetten haber veriyor ki dünyadaki bütün lezzetler oraya kıyasla, bir saniye yanıp sönen bir şimşeğin, sonsuza kadar yanan güneşe kıyası gibidir.

Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri bu meseleye dair 32. Sözde şöyle demiştir:

"Îmân ve muhabbetullâhın neticesi, ehl-i keşif ve tahkîkin ittifâkıyla, dünyanın bin sene hayat-ı mes‘ûdânesi (mutlu hayatı) bir saatine değmeyen cennet hayatı; ve cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat müşahedesine değmeyen bir kudsî (kutsal) münezzeh (kusur ve noksanlardan uzak) cemâl ve kemâl sâhibi olan Zât-ı Zülcelâl’in müşâhedesi, rü’yetidir (görülmesidir) ki: Hadîs-i kat‘î ile ve Kur’ân’ın nassıyla(açıkça bildirmesiyle) sâbittir.

Yani dünyada bin sene çok mutlu, rahat, konforlu ve şatafat içinde yaşayacak olsak, cennetin bir saatlik hayatına ve oradaki keyif ve mutluluğa denk gelmiyor. Tarifinden aciz olunan cennetin bin senelik hayatı ise Cenab-ı Hakk'ın cemalini görmenin bir saatine denk gelmiyor. İşte Peygamberimiz (saav) böyle bir Zat'tan (cc) ve mü'min kulları için hazırladığı ebedi saadet yurdundan haber veriyor. Hem de o cennette sadece bir saat değil ebediyen yaşayacağız diyor. Yani bize sonsuz mutluluğu müjde veriyor.

https://risale.online/soru-cevap/11-kelime-ve-ileyhilmasir


[1] Güneş, dürüldüğü zaman (Tekvir suresi,1)

[2] Gök yarıldığı zaman (İnfitar suresi, 1)

[3] O dehşetli ses! (Karia suresi, 1)

[4] Müslim, Cennet, 55


Yorum Yap

Yorumlar