Sorular

11

Bediüzzaman Hazretlerinin Vasiyetnamesi

Bediüzzaman Hazretlerinin bizzat kendi el yazısı ile yazmış olduğu Osmanlıca vasiyetnamenin orijinal hali şudur:بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُوَاِنْ مِنْ شَیْءٍ اِلَّا یُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖاَلسَّلَامُ عَلَیْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًاVasiyetnamemdir.Azîz, Sıddîk Kardeşlerim ve Vârislerim,Ecel gizli olmasından, vasiyetnâme yazmak sünnettir. Benim metrûkâtım ve Risâle-i Nûr'dan olan benim husûsî kitablarım ve güzel cildlenmiş mecmûalarım vesâire şeylerim bütününü, gül ve nûr fabrikalarının heyetine, başta Husrev ve Tahirî olarak o heyetten on iki kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki, emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrûkatım, benim bedelime o sâdık ve mübârek ellerde hizmet-i nûriye ve îmâniyede çalışsın ve isti'mâl edilsin.Kardeşlerim! Siz bu vasiyetten telâş etmeyiniz. Ben teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zayıf olmakla beraber, gizli münafıkların desîselerle müteaddid sûikastları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inâyet-i Rabbâniye ve hıfz-ı İlâhî devam ediyor.اَلْبَاقٖی هُوَ الْبَاقٖیKardeşiniz Said Nursi1 Vasiyetnâmede geçen Gül ve Nur Fabrikaları heyetinden on iki kişi ise Ispartalı olup Hüsrev Efendi ve Hâfız Ali Efendi etrafında toplanmış saff-ı evvel büyük kahramanlardan oluşuyordu. Hâfız Ali Efendi Denizli Hapsi'nde vefat ettiğinden bu vasiyetin yazıldığı zaman hayatta değildi. Bu heyetten on iki talebenin isimleri ise, Hüsrev, Rüşdü, Re'fet, Nuri Benli, Hoca Sabri, Tâhirî, Hâfız Mustafa, Büyük Mustafa, Büyük Ruhlu Küçük Ali, Kâtib Osman, Marangoz Ahmed, Mustafa Gül gibi Gül ve Nur Fabrikası mensubları olan Isparta'nın saff-ı evvel Nur Talebeleri'ydi. Hazret-i Üstad zahirde bu vasiyetnâme ile yalnız kitablarını miras bırakıyor gibi görünse de, “sair şeylerimin bütününü” ifadesiyle, aslında, memleket çapındaki bütün Nur Talebeleri'ne, “eğer bu hastalıktan vefat edecek olursam Hüsrev'in başını çektiği Gül ve Nur Fabrikası heyetlerinin, yâni Isparta Kahramanları'nın etrafında toplanın” mesajını vermiş oluyordu. Yani Hazret-i Üstad'ın muradı yalnızca birkaç kitabını miras bırakmak değil, arkasında kalacak talebelerini dağınıklıktan muhafaza edecek bir merkezi, onlara bu şekilde göstermiş oluyordu.2 Vasiyetname ve VarislerEmirdağ Lahikası, c.1, s.99Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru'l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, 2013,c.2, s.856

12

Meleklerin Yaratılışındaki Gaye ve Hikmetler

Cenâb-ı Hak, kâinatta yarattığı her varlığı belirli bir hikmet, düzen ve gayeye bağlı olarak yaratmıştır. Allah-u tealanın hikmeti gereği olarak melekler de boş ve gayesiz varlıklar değildir. Kur'ân-ı Kerîm ve sahih hadisler, meleklerin mahiyetini, görevlerini ve yaratılış amaçlarını çeşitli boyutlarıyla ortaya koyar. Bu çerçevede meleklerin yaratılış gayesi, birkaç temel başlık altında değerlendirilebilir.1. Allah'a kamil bir ibadet ve tesbih için yaratılmışlardır.Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerim'inde, meleklerin yaratılışındaki en temel gayenin sürekli ibadet, hamd ve tesbih olduğunu açıkça şöyle bildirir:Onlar gece gündüz durmadan tesbih ederler.1 Allah'ın emrine karşı gelmezler; ne ile emrolunmuşlarsa onu yaparlar.2 Bu ayetler, meleklerin fıtratlarının itaat ve ibadet üzerine kurulduğunu gösterir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), meleklerin ibadet çeşitliliğini şöyle haber verir:Gökyüzü inledi ve inlemekle haklıdır; zira orada dört parmaklık bir yer yoktur ki bir melek Allah'a secde veya kıyam hâlinde olmasın.3 Bu hakikat, meleklerin Allah'ın huzurunda hiç durmadan ibadet ettiklerini ve ibadetlerinin yaratılışlarının ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterir. Bu hususu Bediüzzaman Hazretleri de şu şekilde ifade etmiştir:Evet, şu kâinâtın her bir cihetinde, her bir dâiresinde rûhâniyât ve melâikelerden birer tâife, birer vazîfe-i ubûdiyetle muvazzaf olarak bulunurlar.4 2. Kâinatta ilâhî düzeni uygulamak ve ilâhî emirleri yerine getirmek için yaratılmışlardır.Kur'ân'da meleklerin yaratılış gayelerinden biri de kâinata ait işleri yürütmek olduğu şöyle bildirilir:(Melekler) Rabbinin emriyle işleri evirip çevirirler.5 Bu ayet, meleklerin kâinatın işleyişinde aktif görev aldığını, düzenin korunması için kesintisiz görev yaptığını ifade eder. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmişlerdir:Diğer bir kısmının ubûdiyetleri ameldedir. Melâike-i arziyenin amele kısmı, bir nevi' insan gibidir. Ta'bîr câiz ise, bir nevi' çobanlık ederler. Bir nevi' de çiftçilik ederler. Yani rûy-u zemîn, umûmî bir mezraadır. İçindeki bütün hayvanâtın tâifelerine Hâlik-ı Zülcelâl'in emriyle, izniyle, hesabıyla, havl ve kuvvetiyle bir melek-i müekkel nezâret eder. Ondan daha küçük her bir nevi' hayvanâta mahsûs bir nevi' çobanlık edecek bir melâike-i müekkel var. Hem de rûy-u zemîn bir tarladır umum nebâtât onun içinde ekilir. Umumuna Cenâb-ı Hakk'ın nâmıyla, kuvvetiyle nezâret edecek müekkel bir melek vardır. Ondan daha aşağı bir melek, bir tâife-i mahsûsaya nezâret etmekle, Cenâb-ı Hakk'a ibâdet ve tesbîh eden melekler var.6 3. Allah'ın Kudret, Hikmet ve Sanatının Şahitleri ve Dellallarıdırlar.Kur'ân'da meleklerin yaratılış gayelerinden biri de Allah'ın mahlûkat üzerindeki kudretini ve hikmetini temaşa eden şuurlu varlıklar olmalarıdır. İlgili ayet şöyledir:Arş'ı yüklenen ve onun etrafında bulunan melekler Rablerini hamd ile tesbih ederler.7 Melekler, İlâhî sanatın ve kâinat kitabının seyircileridir. Onlar, gördükleri her sanat tecellisine karşı bir tesbih, bir hamd, bir şükürle karşılık verirler. Bu yönlerini Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade etmiştir:... O mahlûklar dahi ins ve cin gibi şu saray-ı âlemin seyircileri ve şu kâinât kitabının mütâlaacıları ve şu saltanat-ı rubûbiyetin dellâllarıdırlar. Küllî ve umûmî ubûdiyetleri ile, kâinâtın büyük ve küllî mevcûdâtın tesbîhâtlarını temsîl ediyorlar.8 4. Peygamberlere ve Müminlere Yardımcı Olmak İçin Yaratılmışlardır.Kur'ân, meleklerin müminlere yardım ettiğini açıkça şöyle ifade eder:Rabbin meleklere: 'Ben sizinleyim, iman edenleri destekleyin' demişti.9  Allah onlara (Bedir'de) bin melekle yardım etti.10 5. İlâhî Hükümlerin ve Vahyin Taşınmasında Görevlidirler.Meleklerin en büyük görevlerinden biri de vahyi peygamberlere ulaştırmaktır. Kur'ân'da Hz. Cebrâil için şöyle buyrulur:(Kur'ân'ı) emin ruh (Cebrâil) indirdi.11 Dolayısıyla meleklerin yaratılışındaki en şerefli vazifelerden biri, insanlığın hidayeti için İlâhî bilgiyi peygamberlere ulaştırmaktır.6. İnsanların Amel ve Hallerini Yazmak ve Kıyamete HazırlamakKur'ân, insanların bütün amellerinin melekler tarafından kaydedildiğini şöyle bildirir:Üzerinizde gözetleyiciler vardır; değerli yazıcılar, yaptıklarınızı bilirler.12 Ayrıca kıyametle ilgili hadislerde de meleklerin sûra üfleme, kabir suali, mahşerde düzeni sağlama gibi pek çok vazife üstlendikleri ifade edilmektedir.Meleklerin varlığına delillerMeleklerin ÖzellikleriMeleklerin şekliMeleklerin Duyu Organları var mı ?Enbiyâ 21/20Tahrîm 66/6Tirmizî, Tefsîrü'l-Kur'ân, 39Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s143Nâziât 79/5Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s143Mü'min 40/7Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s181Enfâl 8/12Âl-i İmrân 3/124Şuarâ 26/193İnfitar 82/10-12

3.998

Bediüzzaman Hazretlerinin Eski Said'den Yeni Said'e Geçiş Döneminde İç Dünyasında Yaşadığı Haller

Üstad Bediüzzaman 11. Lema'da; "Bu fakir Said eski Said den çıkmağa çalıştığı bir zamanda, rehbersizlik den ve nefsi emmarenin gururunan gayet müdhiş ve manevi bir fırtına içerisinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar." diyor. Burada rehbersizlikten ifadesi akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar ile neyi kasd ediyor? İzah eder misiniz?

90

Tevrat ve İncil'de Sahabe Efendilerimizin Vasıfları

Tevrat, İncil ve Zebur'un ifadeleri, Kur'ân gibi mucizevî bir üstünlüğe (i'câz) sahip olmadığından ve sürekli olarak tercümeden tercümeye aktarıldığından, içlerine pek çok yabancı kelime karışmıştır. Ayrıca, o kitapların âyetleri, müfessirlerin yorumları ve yanlış anlamlandırmaları ile karıştırılıp birbirine girmiştir. Buna ek olarak, bilgisiz veya kötü niyetli bazı kişilerin bozmaları (tahrifât) da eklenmiştir. Bu sebeplerden dolayı, o kutsal kitaplardaki değişiklikler ve bozulmalar artmıştır. Buna rağmen Hüseyin Cisri Hazretleri Sevgili Peygamberimiz (sav) ve onun ashabından haber veren 114 ayeti kitabında toplamıştır. Tahrif ve bozulamalar, tercüme üstüne tercümeler olmasa idi demek ki daha nice âyetler bulunacaktı. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle dile getirmektedir:Tevrat, İncil ve Zebur'un ibâreleri, Kur'ân gibi i'câzları olmadığından, hem mütemâdiyen tercüme tercüme üstüne olduğundan, pek çok yabânî kelimeler içlerine karıştı. Hem müfessirlerin sözleri ve yanlış te'vîlleri, onların âyetleriyle iltibâs edildi. Hem bazı nâdânların ve bazı ehl-i garazın tahrîfâtı da ilâve edildi. Şu sûrette o kitaplarda tahrîfât ve tağyîrât çoğaldı.1 Öncelikle Kur'ân bize sahabele efendilerimizin eski kitaplarda övgü ile bahsedildiğini şu âyet ifade etmektedir:"Muhammed Allah'ın Resûlüdür. Ve onun beraberinde bulunanlar; kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler; onları çokça rükû eden kimseler ve çokça secde eden kimseler olarak görürsün; (onlar) Allah'tan bir lütuf ve bir rıdvân isterler. Secde eserinden olan alâmetleri yüzlerindedir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları ise, bir ekin gibidir ki filizini çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, sonra kalınlaşmış da gövdesi üzerine dikilmiştir; bu hâl ekincilerin hoşuna gider; bu benzetme, kâfirleri onlarla öfkelendirmek içindir. Allah, onlardan îmân edip sâlih ameller işleyenlere bir mağfiret ve büyük bir mükâfât va'detmiştir.”2 Bu âyette sahabelerin geçmiş kitaplardaki vasıfları şöyle maddelenebilir:1. Kâfirlere karşı şiddetlidirler.2. Kendi aralarında merhametlidirler.3. Çokça rükû ve secde ederler.4. Allah'tan lütuf ve rızasını isterler.5. Yüzlerinde secde izi vardır.6. Gitgide çoğalırlar.Ebussuud Efendi tefsirinde İncil'de şöyle yazıldığını ifade etmektedir:Öyle bir kavim gelecek ki, ekin gibi bitecekler ve iyiliği emredip kötülüğü men'edecekler.3 İmam Suyutî ise tefsirinde İbn Abbâs'ın "...İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:Yüce Allah henüz gökler ile yeri yaratmadan önce onların vasıflarını Tevrât ve İncil'de zikretmiştir.4 Katâde şöyle demektedir: Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbı İncil'de de filizini çıkarmış ekinler şeklinde vasıflanmışlardır ki o zamanlar Hz. İsa'ya şöyle denilmiştir:Zaman gelecek ekinlerin filiz vermesi gibi bir topluluk türeyecek ve içlerinden de iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir grup çıkacaktır.5 Bediüzzaman Hazretleri ise geçmiş mukaddes kitaplarda sahabeye işaret eden ayetler hususunda şöyle demektedir:Hem Sûre-i Feth'in âhirinde ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِی التَّوْرٰیةِ hükmünü tasdîkan, Tevrat'da Fârân dağlarından zuhûr eden peygamber'in Sahâbeleri hakkında şu âyet var:  Kudsîlerin bayrakları beraberindedir. Ve ânın sağındadır. Kudsîler nâmıyla tavsîf eder. Yani Onun Sahâbeleri kudsî, sâlih evliyâlardır.6 Yani Fârân bölgesi veya Paran Çölü, Mekke ve çevresidir. Burada ortaya çıkan peygamberin sahabeleri ise Kudsîler olarak aktarılmaktadır. Bu ifade onların peygamberlerine sadık, destekçi (sağında) ve hakkı yüceltenler (bayrakları beraberinde) olduğunu gösterir. "Kudsî" (Kutsal), bu kişilerin iman ve amelleriyle temizlenmiş, dürüst (salih) ve Allah katında yüksek bir mertebeye sahip Allah dostları (evliya) olduğunu gösteren bir sıfattır. Hüseyin Cisri Hazretleri ise şunları aktarmaktadır:Mesela, Hazreti Eş'iya'ın (a.s.) "Allah insanlığa Sina'da teveccüh etti. Sairde tecelli buyurdu. Paran dağlarında zuhur edip kemaliyle ortaya çıktı. Onun yanında tertemiz dostları olacaktır. Ve sağ elinde ateşten iki ağızlı balta bulunacaktır:' sözündeki üçüncü fıkra ahir zaman peygamberi Efendimiz Hazretlerine tamamen sadık ve yüce hallerine mutabıktır.7  "Onun yanında tertemiz dostları olacaktır" sözü de Peygamberimizin bütün kusurlardan arınmış bulunan ailesinin ve ashabının ona yakınlıklarını beyandan ibarettir. Onların bu yüce vasfı haiz oldukları inkâr edilemez.8 Bununla beraber Hz. Muhammed (asm) Efendimizin ümmetine işaret eden âyetler de aynı zamanda sahabelere işaret etmektedir. Buna misal olarak Bediüzzaman Hazretleri şunları aktarmaktadır:İncil'de Îsâ'dan sonra gelen ve İncil'in birkaç âyetinde Âlem Reîsi ünvânıyla müjde verdiği nebînin ta'rîfine dâir, مَعَهُ قَضٖیبٌ مِنْ حَدٖیدٍ یُقَاتِلُ بِهٖ وَاُمَّتُهُ كَذٰلِكَ İşte şu âyet gösteriyor ki, sâhibü's-seyf ve cihada me'mûr bir peygamber gelecektir. قَضٖیبٌ حَدٖیدٌ kılıç demektir. Hem ümmeti de onun gibi sâhibü's-seyf , yani cihada me'mûr olacağını Sûre-i Feth'in âhirinde, وَمَثَلُهُمْ فِی الْاِنْجٖیلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْئَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰی عَلٰی سُوقِهٖ یُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِیَغٖیظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ âyeti, İncil'in şu âyeti gibi, başka âyetlerine işâret edip Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm , sâhibü's-seyf ve cihada me'mûr olduğunu İncil ile beraber i'lân ediyor.9 İncil'de, Hz. İsa'dan (as) sonra gelecek olan ve İncil'in bazı ayetlerinde "Âlem Reisi" unvanıyla müjdelenen peygamberin tanımına dair, şu ayet bulunmaktadır: Çünkü (kadîbun hadîdün) tabiri, kılıç anlamına gelir. Ayrıca, onun ümmetinin de onun gibi kılıç sahibi, yani cihadla görevli olacağı, Feth Sûresi'nin sonunda yer alan ayetle de açıklanmaktadır. Başka bir işaret ise şöyledir:Mîşâîl nâmıyla müsemmâ Mîhâîl peygamberin kitabının Dördüncü Bâb'ında şu âyet var:  Âhirzamanda bir ümmet-i merhûme kāim olup, orada Hakk'a ibâdet etmek üzere mübârek dağı ihtiyâr ederler. Ve her iklîmden orada bir çok halk toplanıp Rabb-i Vâhid'e ibâdet ederler. Ona şirk etmezler. İşte şu âyet, zâhir bir sûrette dünyanın en mübârek dağı olan Cebel-i Arafât ve orada her iklîmden gelen hacıların tekbîr ve ibâdetlerini ve ümmet-i merhûme nâmıyla şöhret-şiâr olan ümmet-i Muhammediyeyi ta'rîf ediyor.10 Yani Mihail peygamberin kitabının Dördüncü Bölümü'nde şu âyet bulunmaktadır: "Âhir zamanda, merhamet edilmiş bir ümmet (Ümmet-i Merhûme) ortaya çıkacak ve orada (o bölgede) Allah'a ibadet etmek için mübarek bir dağı seçecekler. Ve dünyanın her ikliminden oraya çok sayıda insan toplanacak, tek olan Rabb'e ibadet edecekler ve O'na şirk (ortak) koşmayacaklar." Bu âyet, en mübarek dağ olan Arafat Dağı'nı (Cebel-i Arafât), o dağda her yerden gelip toplanan hacıların tekbir ve ibadetlerini ve "Merhamet Edilmiş Ümmet" ünvanıyla şöhret kazanmış olan Muhammed Ümmetini (İslam ümmetini) anlatmaktadır.Tevrat ve İncil'de Peygamberimiz/Önceki Peygamberlerin Peygamberimiz'e Delil OlmasıPeygamber Efendimizin (sav) Peygamberlik DelilleriHüseyin Cisri Hazretleri ve Kitabındaki İşaretlerBediüzzaman Hazretleri, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 291Fetih, 48/29Ebussuud Efendi, İrşâdü'l-Akli's-Selîm, Darû'l İhya, Beyrut 1341, c.7, s.115Suyuti, ed-Durrü'l Mensur, Darû'l Fikr, Beyrut 1341, c.7, s. 546Suyuti, ed-Durrü'l Mensur, Darû'l Fikr, Beyrut 1341, c.7, s. 546Bediüzzaman Hazretleri, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 295Bu ibare, miladi 1844 senesinde Londra'da basılan Tevrat'ın Arapça Tercümesi, Tesniye Kitabı 33. babında mezkurdur. (33. bab/1-4)Hüseyin Cisri, Risâle-i Hamidiyye, terc ve şerh. Manastırlı İsmâil Hakkı, Sufî Yayınları, İstanbul 2008, s. 74Bediüzzaman Hazretleri, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.295Bediüzzaman Hazretleri, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.295

1.454

Sahret Taşı

On birinci meselede hadis-i şerifte geçen "sevr ve hut" tabirinin iki meleğin ismi olduğu şeklinde izah yapılırken bu iki meleğe bir nokta-i istinad olarak "sahret" namında cennetten getirilen bir taştan bahsediliyor. Bu taş ne manada o iki meleğe bir nokta-i istinad oluyor? Aynı zamanda bu taşın fani olan kürre-i arzımıza baki bir temel taşı olduğunu söylüyor? Bu cümleden kasıt nedir, izah eder misiniz? Bir de yine bu sahret taşının ileride baki cennete bir kısmını devredeceğine dair işareti olan bir madde ve bir hakikat olduğu ifade edilmiş. Bu ifadelerden kasıt nedir?