Sorular

33.862

Bayanlar Regl (Hayız, Âdet) Halinde Kur'ân, Meâl, Cevşen, Sekine, Evrâd-ı Kudsiye, Celcelutiye ve Risale-i Nur Okuyabilirler mi?

Bayanlar Hayız (Mazeret, Regl) Halinde; 1- Kur'ân-ı Kerim okuyabilirler mi? 2- Kur'ân-ı Kerim meâli okuyabilir mi? 3- Hafızlık yapan biri mazeretliyken Kur'ân-ı Kerim okuyabilir mi? 4- Hayızlı bir Bayan Kur'ân-ı Kerim ve Mushaf'ı çıplak el ile tutabilir mi? 5- Cevşenü'l-Kebir, Sekine, Evrâd-ı Kudsiye, Münâcâtü'l-Kur'ân, Tahmidiye, Hulâsatü'l-Hulâsa, Celcelutiye gibi dua, evrâd ve ezkârları okuyabilir mi? 6- Hayızlı bir bayan Risale-i Nur ve benzeri eserleri okuyabilir mi? Bu konularda uygulama nasıl olmalıdır? İzah eder misiniz?

3.810

Ehad ile Vahid İsimlerinin Anlamı ve Birbirinden Farkları

Ehad; sözlükte, “öyle bir zâttır ki onun için ikincisi tasavvur olunmaz” mânâsında kullanılmaktadır. Vasıf olarak Cenâb-ı Hak'tan başkası için kullanılmaz. Ehad, Cenâb-ı Hakk'ın Esmâ-yı Hüsnâ'sındandır. Allah Teâlâ'nın ismi olan Ehad, ezel ve ebedde hep bir olan ve beraberinde bir diğeri bulunmayan ferd demektir. “Ehad” lafzı, beraberindeki sayılanları nefiy için kullanılır. Meselâ, “Bana hiçbir ehad gelmedi” dendiğinde “Bana hiçbir ferd gelmedi; bir de gelmedi, daha fazla kişi de gelmedi” demektir. Ehad; ne zâtında ne de başkasında hiçbir aded kabul etmeyen, hiçbir şekilde iki olması ihtimali bulunmayan hakikî bir, hep bir, dâimâ bir, başkası hiç olan “bir”dir demektir. Fahreddin er-Râzî demiştir ki; Ehadiyyet ile Allah Teâlâ'dan başka bir şey tavsif olunmaz. Ehad, Allah'ın sıfatlarından bir sıfattır ki kendisine mahsustur; onda O'na hiçbir şey ortak olmaz. Meselâ, “racülün ehadün”, “dirhemün ehadün” denilmez; “racülün vâhidün”, “dirhemün vâhidün” denilir.Ehad ile vâhid arasındaki bir kısım farklar şöyle anlatılmıştır:1. Vâhid, ehadde dâhildir; ehad, vâhidde dâhil değildir. Yani ehad vâhiddir, lâkin her vâhid ehad değildir.2. “Filana vâhidin gücü yetmez” dendiğinde, “iki kişinin gücü yeter” demek mümkündür. Hâlbuki “Filana ehadin gücü yetmez” dendiğinde “iki kişinin gücü yeter” denilmez. Bunun mânâsı “Hiçbir kişinin gücü yetmez” demektir.3. Vâhid isbâtta, ehad nefiyde kullanılır. İsbatta “Vâhid adam gördüm” denir; nefiyde ise “Bir ehad görmedim” denilir. Bir kısım âlimler, ehadın iki şekilde kullanıldığını ifade etmişlerdir. Birincisi: Yalnız nefiyde kullanılır; azı, çoğu, bütün cinsi kapsar. Meselâ, “Evde ehad yoktur” denildiğinde ne bir, ne iki, ne daha çok, ne toplu ne de ayrı olarak hiç kimse yok demektir. Bu mânâ için isbâtta ehad kullanılmaz. İkincisi: Ehad isbâtta kullanılır. Bu da üç şekilde olur:1. On sayısına eklenen “bir” için kullanılır: “ehade aşere” → “on bir” demektir.2. “Evvel” mânâsında kullanılır: “yevmü'l-ehad” gibi, “ilk gün” anlamındadır.3. Vasıf olarak kullanılır; yalnız Allah'ın vasfıdır: “De! O Allah ehaddır.” örneğinde olduğu gibidir.1 Muhlis Körpe, Risale-i Nur Istılahları, Süeda Yayınları, Isparta 2018, s.44

10.874

Ayet ve Hadislerde Kıyametin Nasıl Kopacağı

Kıyametin kopmasına dair ayet-i kerimeleri şu şekilde sıralayabiliriz:Artık Sûr'a bir üfleyişle üflendiği, yer ve dağlar kaldırılıp bir darbe ile birbirine çarpıl(arak darmadağın edil)dikleri zaman, işte o gün olacak olan olmuş (kıyâmet kopmuş)tur!1 O gün (o kıyâmet günü) yer ve dağlar sarsılır ve dağlar akıp giden bir kum yığını hâline gelir!2 Nihâyet yıldızlar söndürüldüğü zaman, gök yarıldığı zaman, dağlar ufalanıp savrulduğu zaman, peygamberlere (ümmetleri hakkında şâhidlik etmeleri için) vakit belirlendiği zaman!3 O gün, yer başka yere çevrilir, gökler de (başka göklere)! Ve (herkes) Vâhid (bir olan), Kahhâr (kahredici üstünlük sâhibi) olan Allah'ın huzûruna çıkarlar!4 Ve sûra (birinci olarak) üfürülmüştür de Allah'ın dilediğinden başka5 göklerde kim var, yerde kim varsa ölmüştür. Sonra ona bir daha üfürülmüştür; bir de bakarsın ki onlar ayaktadırlar (etrâfa) bakınıp duruyorlar.6 O gün o sarsıntı (Sûr'a ilk üfürülüş), sarsacak! Onu, arkadan gelen (ikinci üfürülüş) ta'kîb edecek! O gün (dehşetten) kalbler şiddetle çarpıcıdır! Gözleri (korkudan), zelîl (yere bakar) bir hâldedir!7  O hâlde (siz de) inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız? Gök (bile) onunla (o günün şiddetiyle) yarılmış olur! O'nun (Allah'ın) va'di yerine getirilmiş (olacak)tır.8 Peygamber Efendimizin (sav) hadis-i şeriflerinde bu hadise şöyle anlatılmaktadır:Muhakkak ki kıyâmet kopacaktır. Öyle ki, alışveriş için satıcı ile müşteri, aralarında bir kumaşı yaymış olacaklar da ne alışveriş yapmaya ne de kumaşı dürmeye vakit bulamayacaklardır.Kişi sağmal devesinin sütünü sağıp getirdiği hâlde, onu içmeye fırsat bulamadan ansızın kıyâmet kopacaktır.Yine kişi, havuzunu sıvayıp tamir edecek de suyunu kullanamadan ansızın kıyâmet kopacaktır.Yine kişi lokmasını ağzına kaldıracak, fakat kıyâmet ansızın kopacak da o lokmayı yiyemeyecektir.9 Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün:“Vazifeli melek Sûr'u eline almış, üfleme emri gelir gelmez hemen üflemek üzere izin beklerken, ben nasıl sevinç duyar ve nîmetlerden zevk alabilirim!” buyurmuşlardı.Bu hâl, ashâb-ı kirâma çok ağır geldi. Bunun üzerine Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz onlara şöyle buyurdular:''Allah Teâlâ bize kâfîdir, O ne güzel vekildir. Biz Allâh'a tevekkül ediyoruz.'' deyiniz!10 Bu meseleye dair Bediüzzaman Hazretlerinin yaklaşımı ise şu şekildedir:Şu kâinâtın eczâları, dakīk, ulvî bir nizâm ile birbirine bağlanmış. Hafî, nâzik, latîf bir râbıta ile tutunmuş ve o derece bir intizam içindedir ki; eğer ecrâm-ı ulviyeden tek bir cirm , [Ol!] emrine veya 'Mihverinden çık' hitâbına mazhar olunca, şu dünya sekerâta başlar. Yıldızlar çarpışacak, ecramlar dalgalanacak, nihâyetsiz fezâ-yı âlemde milyonlar gülleleri, küreler gibi büyük topların müdhiş sadâları gibi vâveylâya başlar. Birbirine çarpışarak, kıvılcımlar saçarak, dağlar uçarak, denizler yanarak yeryüzü düzlenecek. İşte şu mevt ve sekerât ile Kadîr-i Ezelî kâinâtı çalkalar; kâinâtı tasfiye edip, Cehennem ve Cehennemin maddeleri bir tarafa, Cennet ve Cennetin mevâdd-ı münâsibeleri başka tarafa çekilir, âlem-i âhiret tezâhür eder.11 Yani kâinatın bütün parçaları son derece ince, yüce bir düzen ile birbirine bağlıdır. Bu parçalar, gizli, nâzik ve ince bir bağ ile tutulmaktadır. Bu düzen o kadar hassastır ki, bozulması kâinatın sonu demektir. Gök cisimlerinden tek birinin ilâhî bir emirle (''Ol!'' emri) mihverinden çıkması yeterlidir. Bu olayla birlikte dünya can çekişmeye başlar. Yıldızlar çarpışacak, gök cisimleri dalgalanacaktır. Sonsuz uzayda milyonlarca gülle gibi büyük küreler müthiş gürültülerle feryat edecektir. Gök cisimleri birbirine çarpışarak kıvılcımlar saçacak, dağlar uçacak, denizler tutuşacaktır. Sonuçta yeryüzü düzlenecektir. Sonsuz kudret sahibi olan Allah, bu ölüm ve can çekişme ile kâinatı çalkalar. Kâinat bu çalkalanma ile temizlenir ve ayrışır. Cehennem ve onun maddeleri bir tarafa, Cennet ve ona uygun olanlar başka bir tarafa çekilir. Böylece âhiret âlemi ortaya çıkar.Kıyamet Hangi Ülkenin/Şehrin Akşam Namazı Vaktinde Kopacak?Hakka Suresi 69/ 13-14-15Müzzemmil Suresi 73/14Mürselat Suresi 77/8-9-10-11İbrahim Suresi 14/48İbn-i Abbâs (ra)'a göre bu istisnâ ile, dört büyük melek olan Cebrâîl, Mikâîl, İsrâfîl ve Azrâîl Aleyhimüsselâm kasdedilmiştir. Ebû Hureyre (ra)'a göre ise bunlar şehidlerdir. Diğer bir görüşe göre de o gün hayatta bırakılacak olanlar, hûrîler ile Arş ve Kürsî'nin sâkinleri olan meleklerdir.(Celâleyn Şerhi, c. 6, 449)Zümer Suresi 39/68Naziat Suresi 79/6-7-8-9Müzzemmil Suresi 73/17-18Buhârî, Rikāk, 40; Ahmed, II, 369. Bkz. Müslim, Fiten 140, Îman 248Tirmizî, Kıyâmet, 8/2431; Ahmed, I, 326Bediüzzaman Said Nursi, Tılsımlar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 120

4.243

Al-i Beyt Kime Denir? Vazifeleri Nedir?

Sevgili Peygamberimiz (asm) hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.1 Resûl-i Ekrem Efendimiz Vedâ Haccı'ndan Medine'ye dönerken, Hum suyu başında ashâbına vaaz ve nasihat etti. Konuşmasının bir yerinde onlara, ömrü tamamlanınca bütün insanlar gibi kendisinin de dünyaya vedâ edip gideceğini ve Allah Teâlâ'nın huzuruna varacağını söyledi. Konuşmasına şöyle devam etti:Size iki önemli şey bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve nur olan Allah'ın Kitâbı Kur'an'dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın!Bir başka rivayete göre, Resûlullah (sav) Kur'ân-ı Kerîm'den bahsederken: “O Allah'ın ipidir. Ona yapışan doğru yolu bulur. Onu bırakan da yolunu sapıtır”2  buyurmuştur.Resûlullah Efendimiz ashâbına ikinci bir emanetinden bahisle şöyle buyuruyor:Size bir de Ehl-i Beyt'imi bırakıyorum. Allah'dan korkun da Ehl-i Beyt'ime saygılı davranın. Allah'tan korkun ve Ehl-i Beyt'ime saygılı davranın.Hadisin bazı rivayetlerine göre Hz. Peygamber Ehl-i Beyt'e hürmet edilmesine dair tavsiyesini üç defa tekrarlamıştır.3 EHLİ- BEYT KİMDİR?Zeyd İbni Erkam'a (ra); Hz Peygamber'in Ehl-i Beyt'i kimdir? Hanımları da Ehl-i Beyt'inden değil midir? diye sorulduğunu, onun da: - Evet, hanımları da Ehl-i beyt'indendir. Fakat onun asıl Ehl-i Beyt'i, kendisinden sonra da sadaka almaları haram olan Ali, Akîl, Cafer ve Abbâs'ın aileleleridir, demiştir.Sevgili Peygamberimiz (sav) Zeyneb Binti Cahş (ra) vâlidemizle evlendiği gün, Hz. Âişe'den başlamak üzere hanımlarının odalarını birer birer dolaştı ve “Allah'ın selâmı ve rahmeti üzerinize olsun, Ehl-i Beyt!” diye selâm verip hatırlarını sordu. Her bir hanımı: "Allah'ın selâmı ve rahmeti senin de üzerine olsun. Eşini nasıl buldun? Allah mübarek etsin" diye onu tebrik ettiler.4 Bir sabah Peygamber Efendimiz (asm) siyah yünden yapılmış nakışlı bir örtüye (abaya) bürünüp evden çıktı. Yanına sırasıyla Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Fâtıma ve Hz. Ali geldiler. Hepsini de örtünün içine aldıktan sonra Ahzâb sûresinin 33. âyetini okudu: “Ey Ehl-i Beyt! Allah Teâlâ sizden günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.5Şu hâlde bu rivayetlerin hepsini bir arada düşünmek ve Resûl-i Ekrem Efendimiz'in Ehl-i Beyt'inin: Bütün hanımları, Kızı Hz. Fâtıma, Torunları Hz. Hasan ve Hüseyin ile Amcası Hz. Abbas ve amcazâdeleri Hz. Ali, Akîl ve Cafer'in ailelerinden ibaret olduğunu kabul etmek gerekir.Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki: “Âl-i Beyt'i, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nûrâniye hükmüne geçecek ve âlem-i İslâm'ın bütün tabakātında kemâlât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazîfesini görecek zâtlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beyt'ten çıkacak.6Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Cenab-ı Hakk'ın da bildirmesiyle bilmiş ki, İslamiyet'in her asrında her tarafında, insanlığın manevi ilerleyişi içerisinde rehber ve önder olan kıymetli şahsiyetler kendi Âl-i Beytinden çıkacaklar. Tarih boyunca Abdülkâdir Geylânî (ks), İmamı Gazâli, İmamı A'zam Ebu Hanife, İmamı Şafii, İmamı Rabbâni gibi yüzbinler münevver şahsiyetler, Câfer-i Sâdık gibi büyük İslam âlimleri hep bu silsileden gelmişler.Böylece bu mübarek nesil İslam ümmeti için bir dayanak noktası olmuşlar ve dinin aslını koruyan vazifeli nurani bir cemaat teşkil etmişlerdir. Dolayısıyla sünnete tabi olmayan hakiki manada Âli Beyt'ten olamayacağı gibi onlara hakiki dost da olamaz.Muvatta', Kader, 3.Müslim, Fezâilü's-sahâbe 37Müslim, Fezâilü's-sahâbe, 36Buhârî, Tefsîru sûre 33, 8Müslim, Fezâilü's-sahâbe 61Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrât Neşriyat, Isparta, 2011, s. 17

218

Hâfız ve Hafiz'ül Hadis Kavramlarının Anlamı

Hâfız: Arapça'da “korumak, ezberlemek” mânasındaki hıfz kökünden türemiş bir sıfat olan hâfız (çoğulu huffâz) sözlükte “koruyan, ezberleyen” anlamına gelip Kur'ân'ın tamamını ezberleyene hâfız denilmiştir. Hafiz'ül Hadis: Hadis nakil ve rivayetini meslek edinip çok miktarda hadisi ezbere bilen kimseye denir. Hâfız unvanını alabilecek kimsenin, çok miktarda hadisi ezberlemesi yanında hadisin hem metni hem de senedi üzerinde fikir yürütüp tahliller yapabilen zeki, anlayışlı ve üstün yetenekli bir kişi olması gerekmektedir.Kaynaklarda, her devirde yetişen en güçlü hadis hâfızlarının, kendi zamanlarında daha güçlüsünü görmediklerini söyleyerek Asr-ı saâdet'e kadar şu hâfızların isimlerini zikrettikleri belirtilmektedir: Zeynüddin el-Irâkī, Takıyyüddin es-Sübkî, Alâî, Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî, Abdülmü'min b. Halef ed-Dimyâtî, Takıyyüddin İbn Dakīkul'îd, Münzirî, Ebü'l-Hasan Ali b. Mufaddal, Cemmâîlî, Ebû Mûsâ el-Medînî, İbn Asâkir, Kıvâmüssünne et-Teymî, İbnü'l-Kayserânî, el-Humeydî, İbn Mâkûlâ, Hatîb el-Bağdâdî, Hâkim en-Nîsâbûrî, Dârekutnî, Ebû Ali en-Nîsâbûrî, İbn Huzeyme, Nesâî, Ebû Dâvûd es-Sicistânî, Ebû Zür'a er-Râzî, Buhârî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye, Ebû Bekir b. Ebû Şeybe, Yahyâ b. Maîn, Ali b. Medînî, Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Vekî' b. Cerrâh, Mâlik b. Enes, Süfyân es-Sevrî, Eyyûb es-Sahtiyânî, İbn Şihâb ez-Zührî, Saîd b. Müseyyeb ve Ebû Hüreyre.1 Hafızlığı Koruma YollarıHafızlığın Fazileti / Hafızların Dikkat Etmesi Gereken HususlarHafızlığı Kolay Yapmanın Yolları·   Hafızlığını UnutmakYaşar Kandemir, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1997, c.15, s.78

8.426

Âyât-ı Tekvîniye Nedir?

Tekvin; var etmek, yaratmak demektir. Âyât ise açık delil anlamına gelen ayet kelimesinin çoğuludur. Yani âyetler demektir. Dolayısıyla bu tabirin manası, “yaratılış âyetleri” demek olur. Bu açıdan ele aldığımızda âyât-ı tekvîniyeyi, “Allah' ın varlık ve birliğine delil olan yaratılmış eserler” olarak tarif edebiliriz.Allah-u Teâlâ'nın kudret eserlerine âyet denilmesinde, Kur'ân âyetleriyle yapılan bir teşbih söz konusudur. Yani, Kur'ân âyetleri, nasıl mucizelikleriyle Allah'ın kelâmına ait sözler olduklarını açıkça gösteriyorsa; yaratılmış âyetler de Allah'ın kudretinin eserleri olduklarını açıkça gösterirler. Bediüzzaman Hazretleri, bu benzetmeyi gösteren bir cümlesinde âyât-ı tekvîniyeyi şöyle kullanır:Şu kâinat denilen kudretin Kur'an-ı kebirinin âyâtı dahi şu hükm-ü Kur'anîyi, nizam ve mizan ve intizam ve tasvir ve tezyin ve imtiyaz gibi âyât-ı tekviniyesiyle tasdik ediyor. 1 Bu paragrafta tekvînî âyetlere misaller veriliyor. Kâinatta yaratılan düzen, denge, güzel ve süslü biçimler, her birisi onları Allah'ın yarattığını gösteren âyetlerdir. Yaratılmış her şey bir âyettir, delildir. Harika yaratılışlarıyla, sonsuz ilim ve kudret sahibi bir zatın eserleri olduklarını ispat ederler.Allah'ı Tanıtan ve Bildiren Ayet ve DelillerAllah'ın Varlığının DelilleriAllah'ın Varlığını İspatBediüzzaman Said Nursi, Tılsımlar, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2015, s. 86.