Soru

Amellerde İhlası Kıran ve İnsanı Riyaya Sevk Eden Sebepler ve Çözüm Yolları

21. Lema'da "Riyadan kurtaracak ve ihlası kazandıracak çok hakaik zikredildiğinden ona havale edip burada kısa kesiyoruz" diyor. Bu hakikatleri açabilir misiniz? İhlası kıran ve kişiyi riyaya yönlendiren sebepler nelerdir? İhlası kazandıracak ve riyadan kurtaracak esaslar hangi risalelerde geçmektedir? 

Tarih: 3.12.2024 21:38:38

Cevap

Riya; Bir ameli halka göstermek için işlemek anlamında kullanılmaktadır. Riya, yaptığı güzel bir işe karşılık övülmeyi istemeye denir. Bu tanımı yapanlara göre riyakârların üç özelliği bulunmaktadır:
1-Halk içinde dinç
2-Yalnız başına kaldığında tembel
3-Yaptığı tüm işlerinin insanlar tarafından övülmesinden hoşlanmak
Bediüzzaman Hazretlerine göre riyanın esası yalancı şöhrettir. İnsanı riyaya sevk eden sebebler ise iman zayıflığı, hırs, tama’, şöhret ve makam isteği, üstünlük duygusu, uzun emel, maddi menfaat, insanların övgüsünü kazanmayı istemek, nefse bir makam vermek ve korkudur. Riyadan nefret ettiren ise ölümü düşünmektir. Riya, gizli şirk olarak tabir edilmiştir.[1]

Üstâd Hazretleri 21. Lema İhlâs Risâlesinde kişiyi riyaya sevkeden hususları;

  • Tûl-ü emel (tükenmez dünyevî arzular). Tedavisi râbıta-i mevttir. Yani ölümü düşünmek
  • Maddi menfaat uğruna rekabet. Tedavisi iştirâk-i a’mâl, ittihad ve ittifak
  • Şöhret ve makam sevgisi
  • Korku ve Tama’ (açgözlülük) olarak ifade etmektedir.

Bunların haricinde konu hakkında farklı yerlerde şu izahlar bulunmaktadır:

1- İman Zayıflığı

Riyâya insanları sevk eden sebeplerin,

“Birincisi: Za‘f-ı îmândır. Allah’ı düşünmeyen, esbâba perestiş eder, halklara hodfurûşlukla riyâkârâne vaz‘iyet alır.”[2]

Kâinatta her şeyin gözle görülebilir veya idrak edilebilir bir sebebi vardır. Lâkin sebeplerin hakikatte hiçbir tesiri ve gücü yoktur. Sadece birer perdedir. Bu da imtihanın bir gereğidir. İmânı zayıf kimseler bunu tam manasıyla göremediklerinden menfaatleri veya ihtiyaçları için sebeplere haddinden fazla değer verip meyledebiliyor. Amellerini, işlerini hizmetlerini insanlara beğendirmek adına yapıp, onları haddinden fazla önemserler. Mesela rızık için işverenine kendini beğendirmek arzu eder ve her işinde gösterişe başvurur.

Elbette bunun çözümü kişinin imândaki zaafiyetini gidermesidir. Sebeplerden sıyrılıp herşeyin Allah’ın takdiri ile gerçekleştiği şuuruna varabilmektir.

2- Hırs ve Tama’

Hırs ve tama‘, zaaf ve fakr noktasında teveccüh-ü nâsı celbine medâr riyâkârâne vaz‘iyet almaya sevk ediyor. Risâle-i Nûr şâkirdleri, iktisad ve kanâat ve tevekkül ve kısmetine rızâ gibi, Risâle-i Nûr’un dersinden aldıkları izzet-i îmâniye, inşâallâh onları riyâdan ve dünya menfaatleri için hodfurûşluktan men‘ eder.”[3]

Hırs; bir şeyi ayıplanacak derecede şiddetli istemektir ki kişiyi istediğini elde etmek noktasında haram yollara dahi sevk eder. Tama’ ise açgözlülük demektir. İnsanın ihtiyaçları ve hayalleri sonsuz, buna karşılık gücü ve serveti ise yoktur. Yani insan âcizdir ihtiyaçlarını elde etmek için çalışıp gayret edip sonrasında tevekkül etmelidir. Aksi halde hırs gösterir nefsine uyarsa istekleri uğruna hakkın rızasını değil halkın rızasını esas alır. Kendini onlara beğendirmek ister. Hem insan fakirdir. Kanaat ve iktisat ile ehli şükür olmalıdır. Eğer elindeki ile yetinmeyip tama’ ederse yani açgözlülük yaparsa daha fazlası için insanların minneti altına girer. Onları memnun etmek ister ve riyaya düşer.

Bu sebeple bir mü’min hırsa karşı azim ve gayreti esas alıp ehl-i tevekkül olmalı. Tama’ hastalığına karşı ise iktisad ve kanaat zırhını kuşanmalıdır.

3- Şöhret Arzusu, Makam Sevgisi ve Üstünlük Duygusu

Hırs-ı şöhret, hubb-u câh, makām sâhibi olmak, emsâline tefevvuk etmek gibi hisler ve insanlara iyi görünmek, tasannu‘kârâne haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek ve tekellüfkârâne lâyık olmadığı yüksek makāmlarda görünmek tarzını takınmakla riyâ eder.[4]

İnsan şöhret için yani tanınmak ve bilinmek adına istemediği halde insanlara hep iyi davranır. Mesela toplum nazarındaki şöhreti adına gösterişli iyilik faaliyetlerinde bulunur.

Hem makama olan düşkünlüğü ve üstün olduğunu iddia ettiği için kendisini fazlaca sever ve olduğundan daha fazla kıymet verir bu sebeple yapmacık ve zorlayıcı hareketlerde bulunur.

Netice olarak bu menfî kötü his ve hevesler onu riyaya sevk eder. İşte bunlardan kurtulmanın çaresi olarak Üstâd Hazretleri talebelerine şu şekilde ders vermektedir:

Risâle-i Nûr şâkirdleri, ene'yi, nahnü'ye tebdîl ettikleri, yani enâniyeti bırakıp, Risâle-i Nûr dâiresinin şahs-ı ma‘nevîsinin hesabına çalışması, ‘ben’ yerine ‘biz’ demeleri; ve ehl-i tarîkatin ‘fenâfişşeyh’ ve ‘fenâfirresûl’ ve nefs-i emmâreyi öldürmek gibi riyâdan kurtaran vâsıtaların bu zamanda birisi de ‘fenâfilihvân’, yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı ma‘nevîsi içinde eritip öyle davrandığı için, inşâallâh ehl-i hakîkatin riyâdan kurtulmaları gibi, bu sır ile onlar da kurtulurlar.[5]

Üstâd Hazretlerinin izahlarından da anlaşıldığı üzere şöhret ve makam sevgisinden kurtulup ihlası elde etmenin çaresi "ben" yerine "biz" diyerek kişinin enaniyeti terkederek umumun maslahatı adına fedakâr bir şekilde çalışmasıdır. Yani kendi nefsini ve şahsiyetini, kardeşleri adına terketmesidir.

Ayrıca Üstad Bedîüzzaman Hazretleri başka bir risâlesinde şöhret ve makam sevgisi için şu ifadelere yer vermiştir:

Ey şân ve şerefi, nâm ve şöhreti isteyen adam! Gel, o dersi benden al. Şöhret ayn-ı riyâdır. Ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar. O belâ musibetine düşersen اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ  (Muhakkak ki biz, Allah'a âidiz ve muhakkak ki biz, ancak O'na dönücüleriz!) de. O belâdan kurtul.”[6]

Yani; şöhret sahibi olmak ve bilinmek arzusu bizzat riyanın ta kendisidir. Öyle ki kalbin latîf, güzel ve müsbet hislerine zarar verip öldürmektedir. İnsanı diğer insanlara kul ve köle yapmaktadır.

Bu zehirli hislerden kurtulmanın en tesirli ilacı ise ölümü tahattur edip hatırlamaktır. Zira ölüm her türlü nefsî lezzet ve arzuyu acılaştırıp yok etmektedir.

4- Ucb ve Gurur

Sen ey riyâkâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma! اِنَّ اللّٰهَ لَيُؤَيِّدُ هٰذَا الدّ۪ينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ  sırrınca müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o racûl-ü fâcir bilmelisin. Hizmetini ve ubûdiyetini, geçen ni‘metlerin şükrü ve vazîfe-i fıtratı ve farîza-i hilkati ve netice-i san‘atı bil, ucub ve riyâdan kurtul!”[7]

Üstâd Hazretlerine göre bir kişiyi hususen müsbet ve faydalı iş ve hizmetlerde bulunan insanları riya ve gösterişe sevk eden hislerden biri de ucb yani kendini beğenip böbürlenmektir. Bu tuzağa düşen adam dine ve insanlığa hizmet edip faydalı işler yaptıkça kendine olan hayranlığı artar ve bunun insanlar tarafında fark edilip bilinmesini kalben arzu eder. Zira kendisini beğenip takdir ettiği gibi başkalarının da bunu yapmasını ister.

Lâkin metinde de geçen hadîs-i şerîf de denilmiştir ki: “Muhakkak ki Allah bu dini fâcir (günahkâr) adamla da teyîd eder.”[8] Dolayısıyla Allah isterse günahkâr adamları da bu dine hizmet ettirir. O sebeple insanın gururlanmaya hakkı yoktur. Belki o günahkâr adam bizzat kendisidir de Allah onu dinine hizmet ettiriyor. Bu sebeple kul yaptığı iyi, güzel ve faydalı hizmetleri sahiplenip kendini fazilet sahibi görüp beğenmemeli. Hizmetlerini kendisine verilen nimetin bir şükrü olarak görmeli. Hem kulluğunu da yaratılışının gereği olan bir vazifesi olduğunu unutmamalı. Böylece riya ve gururdan yüz çevirmelidir.

5- Havf (Korku)

Bedîüzzaman Hazretleri ihlâsı kıran ve riyaya sevk eden bir diğer mâni’nin de korku olduğunu söylemektedir. Zira insan korktuğu ve çekindiği kişiye karşı yapmacık davranır. Onu memnun etmeye ve razı etmeye çalışır. Tâ ki kendisine bir zarar gelmesin.

Üstâd Bedîüzzaman Hazretleri zâlim insanların korku damarını kullanarak onları korkutup çok zulüm ve haksızlık yaptıklarını söyler. Buna karşın: “İşte ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhâdın dalkavukları sizi korkutmak ile kudsî cihâd-ı ma‘nevînizden vazgeçirmek için size hücum etseler, onlara deyiniz:

“Biz hizbü’l-Kur’ânız. اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ[9]  sırrıyla Kur’ân’ın kal‘asındayız. حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ[10]  etrafımızda çevrilmiş muhkem bir sûrdur. Binler ihtimâlden bir ihtimâl ile şu kısa hayat-ı fâniyeye küçük bir zarar gelmesi korkusundan, hayat-ı ebediyemize yüzde yüz binler zarar verecek bir yola bizi ihtiyârımızla sevk edemezsiniz.[11]

Özetle ifade etmek gerekirse; insanı riyaya sevk eden korku hissine karşı Allah’ın güç ve kudretini hatırlamak gerektiğini ifade ediyor. Zira Allah hak ve hakikat tarafında olanları muhafaza edeceğini âyet ile bildirmektedir. Hem unutulmamalıdır ki “Hakkın hâtırı âlidir, hiçbir hâtıra feda edilmez.” Sırrınca hak ve hakikat uğruna herşey feda edilir. Fâni olan şu dünya hayatında bir zarar görmemek adına riyakârane davranmak hem ihlasa zarar verir hem ebedi hayat olan ahiret hayatına binler zarar vermek ihtimali vardır.


[1] Muhlis KÖRPE, Risâle-i Nur Istılahları, Hayrat Neşriyat, Isparta 2019 s. 163

[2] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 234

[3] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta, s. 235

[4] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta, s. 235

[5] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta, s. 235

[6] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Mesnevi-i Nuriye, Hayrat Neşriyat, Isparta, s. 76

[7] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Tılsımlar, Hayrat Neşriyat, Isparta, s. 91

[8] Buhâri c.7 s. 212

[9] Muhakkak ki o zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik ve muhakkak onu koruyucu olanda elbette biziz! (Hicr, 9)

[10] Allah bize yeter! O ne güzel vekildir! (Âli İmran, 173)

[11] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Mektubât, Altınbaşak Neşriyat, Isparta, s. 300


Yorum Yap

Yorumlar