21. Lema İhlas Risalesi'nin 4. Düsturunu 2. Sebebe kadar cümle cümle kısaca izah eder misiniz?
İhlas nedir cümlesi için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/ihlas-ne-demektir
İhlası kazanmazsak ne kaybederiz için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/ihlas-3
“Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve fazîletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihâr etmektir.”
Bu hizmetteki her kişinin kendisini ön plana çıkarmak yerine kardeşlerinin faziletlerini (erdemlerini) kendi şahsında hissedip onlarla iftihar etmesi gerekir. Kardeşlerine ait özellikler kendisine aitmiş gibi düşünmeli, sevinmeli ve o kardeşiyle iftihar etmelidir. Kardeşlerimizin üstün özelliklerini ve meziyetlerini kendimizde de varmış gibi hissetmeli, onların şerefleriyle sevinmeli ve bu nimete şükretmeliyiz. Yani kıskanmak yerine, onların güzelliklerinden mutluluk ve onur duymalıyız.
Geniş izahı için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/4-dustur
“Ehl-i tasavvufun mâbeyninde ‘fenâ fişşeyh, fenâ firresûl’ ıstılâhâtı var.”
Tasavvuf ehli arasında, müridin şeyhinde “fânî olması” (yani nefsini unutup şeyhine bağlanması) ve daha yüksek bir mertebede Peygamber Efendimiz (sav)’de fânî olması anlamına gelen iki düstur vardır.
“Ben sofî değilim.”
Said Nursî Hazretleri, kendisinin tasavvuf ehli olmadığını belirtiyor.
“Fakat onların bu düstûru, bizim mesleğimizde ‘fenâ fil’ihvân’ sûretinde güzel bir düstûrdur.”
Tasavvuftaki bu usul, Risale-i Nur hizmetinde “kardeşlerinde fânî olma” (fenâ fil'ihvân) şeklinde güzel bir esastır. Şeyh veya mürşide bağlanmak yerine, mümin kardeşleri arasında fedakârlıkla bir bağlılık kurmaktır. Yani kardeşlerin iyilikleriyle sevinmek ve onları kendimiz gibi görmek güzel bir düsturdur.
“Kardeşler arasında buna ‘tefânî’ denilir. Yani, birbirinde fânî olmaktır.”
Kardeşler birbirinde fâni olmalı, aralarındaki birliği ve muhabbeti kuvvetlendirmektir. Buna kardeşler tefani diyorlar.
Tefani için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/tefani
“Yani, kendi hissiyât-ı nefsâniyesini unutup, kardeşlerinin meziyât ve hissiyâtıyla fikren yaşamaktır.”
Kişinin şahsi arzularını bırakıp, kardeşlerinin güzelliklerini ön plana çıkararak ve onların hissiyatını kendi duygu dünyasında hissederek fikren yaşamaktır.
“Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir.”
Meslek kelimesi, Risale-i Nur hizmetini ifade ediyor. Risale-i Nur hizmetinde emel esas kardeşliktir.
“Peder ile evlâd, şeyh ile mürîd mâbeynindeki vâsıta değildir.”
Risale-i Nur hizmetinde, tarikatta olduğu gibi bir şeyh-mürid ilişkisi ya da baba-oğul tarzı bir otorite ilişkisi yoktur.
“Belki hakîkî kardeşlik vâsıtalarıdır.”
Belki burada kesinlik manasında kullanılmıştır. Bu hizmette herkes eşit seviyededir ve kardeştir.
“Olsa olsa bir üstâdlık ortaya girer.”
En fazla, bir muallim-talebe ilişkisi olabilir. Lâkin bu bağ, bir mürşid-mürid bağı gibi değildir. Sadece bilen kişi bilmeyene hocalık yapabilir.
Üstadlık makamı için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/ustadlik-makami
https://risale.online/soru-cevap/ustadligin-ortaya-girmesi
“Mesleğimiz ‘halîliye’ olduğu için, meşrebimiz ‘hıllet’ tir.”
Risale-i Nur mesleği, Hz. İbrahim’in dostluk yolu olan Halîliye mesleğidir. Yani bu yolda gerçek dostluk esastır. Meşrebimiz ise hıllet, yani samimi dostluk ve kardeşliğimizdir.
“Hıllet ise, en yakın dost ve en fedâkâr arkadaş ve en güzel takdîr edici yoldaş ve en civânmerd kardeş olmak iktizâ eder.”
Hılletten kast edilen mana, dostlukta fedakârlık ve kardeşlikte cömert olmaktır. Takdir ederken ne aşırıya gidip tehlikeye atmak, nede yapmacık takdir etmektir. Yoldaşlıkta samimiyet ve mertlik esas alınmalıdır.
En güzel takdir edici yoldaşa nebevi ölçü için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/kisileri-takdir-etmenin-olcusu
“Bu hılletin üssül’esâsı, samîmî ihlâstır.”
Bu dostluğun temeli, samimi ihlastır. Yani sadece ve sadece Allah'ın rızasını esas maksat yapmak ve ona göre hareket etmektir.
“Samîmî ihlâsı kıran adam, bu hılletin en yüksek kulesinin başından sukût eder. Gāyet derin bir çukura düşmek ihtimâli var. Ortada tutunacak yer bulamaz.”
Bu davanın özellikle istediği ve şart koştuğu samimi ihlası değişik vesilelerde kıran veya zedeleyen bir kişi, manen bu dostluk kulesinin en tepesinden aşağıya düşer. İhlasını kaybeden biri, manevi olarak derin bir çukura düşebilir. Dayanacak bir manevi destek de bulamaz. İhlastan başka dayanağımız zaten yoktur.
Detayl izah için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/ihlas-1957
https://risale.online/soru-cevap/ihlasi-kirmak
https://risale.online/soru-cevap/en-yuksek-kuleden-sukut
“Evet, yol iki görünüyor.”
Önümüzde iki yol vardır: Ya ihlasla bu hizmetleri yapmak ya da ihlassızlıkla tehlikeye düşmek.
“Cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimâli var.”
Bu yol, Kur’an’ın büyük caddesidir. Eğer bir kişi bu yoldan saparsa, farkında olmadan dine zarar verenlere yardım etmek ihtimali vardır.
Cadde-i kübra-yı Kur’aniye için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/cadde-i-kubra-yi-kuraniye
“İnşâallâh Risâle-i Nûr yoluyla Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın dâire-i kudsiyesine girenler; dâimâ nûra, ihlâsa, îmâna kuvvet verecekler; ve öyle çukurlara sukūt etmeyeceklerdir.”
Risale-i Nur ile bu zamanda hizmet edenler Kur'an'ın kutsi dairesi içinde bulunduklarından Allah’ın izniyle öyle alçak çukurlara düşmemişler ve düşmeyeceklerdir. Devamlı bir surette ihlas ile Risale-i Nur’a, Kur’an’a ve İman’a hizmet edecekler.
“Ey hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarım! İhlâsı kazanmanın ve muhâfaza etmenin en müessir sebeblerinden birisi, ‘râbıta-i mevt’ tir.”
Kur’an hizmetinde Allah'ın rızasını kazanmanın ve muhafaza etmenin en tesirli yollarından birisi, ölümü düşünmektir. İhlası kazanmanın en etkili yolu rabıta-i mevttir yani ölümle bir bağ kurup sürekli ölümü düşünmektir.
Rabıta-i mevt için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/rabita-i-mevt-olumu-dusunmek
“Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevkeden, tûl-ü emel olduğu gibi; riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, râbıta-i mevttir.”
Dünyaya aşırı bağlanma (tûl-ü emel), ihlâsı kırar ve kişiyi riya ve gösterişe sevk eder. Ama ölümü hatırlamak (râbıta-i mevt), bu gösterişten insanı uzaklaştırır. Ölümü düşünmek, insanı dünya hırslarından temizler ve samimiyeti artırır.
Tûl-ü emel insanı nasıl riyaya düşürür lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/tulu-emel-insani-nasil-riyaya-sevk-eder
“Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fânî olduğunu mülâhaza edip, nefsin desîselerinden kurtulmaktır.”
İnsan, kendi ölümünü düşünmeli ve dünyanın geçici (fânî) olduğunu aklında tutmalıdır. Bu şekilde, nefsin aldatıcı oyunlarından ve dünyevî arzularından kurtulabilir. Çünkü dünya gerçekten geçicidir.
“Evet, ehl-i tarîkat ve ehl-i hakîkat, Kur’ân-ı Hakîm’in كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ ٭ اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ gibi âyetlerinden aldıkları ders ile, râbıta-i mevti sülûklerinde esas tutmuşlar;”
Tarikat ehli ve hakikat ehli, Kur’an’ın şu ayetlerinden ders alarak ölüm gerçeğini düşünmeyi (râbıta-i mevt) meslek ve meşreplerinde temel bir esas yapmışlardır:
1. كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ → “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmrân, 185)
2. اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ → “Sen de öleceksin, onlar da ölecek.” (Zümer, 30)
Bu ayetler, insanın ölümünü düşünerek dünyevî hırslardan uzaklaşmasını, kulluk şuurunu hatırlamasını ve asıl yaratılış gayesine yönelmesini öğütler.
“tûl-ü emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti, o râbıta ile izâle etmişler.”
Tûl-ü emel: Aşırı uzun emeller, dünya hırsı ve geleceğe dair bitmek bilmeyen arzular demektir.
Tevehhüm-ü ebediyet: İnsan sanki dünyada ebedî kalacakmış gibi yaşar, bu da dünyevî arzularını artırır.
Tasavvuf ehli, tevehhüm-ü ebediyeti, ölümü düşünerek ortadan kaldırmışlardır. Çünkü insan bir gün öleceğini fark ederse, boş ve gereksiz şekilde uzun hayaller kurmaktan da kurtulur.
“Onlar farazî ve hayâlî bir sûrette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor, farz edip; düşüne düşüne nefs-i emmâre o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup uzun emellerinden bir derece vazgeçer.”
Tarikat ehli, râbıta-i mevti uygularken hayali olarak kendilerini ölü gibi düşünürler. Sanki ölmüşler, gasilhaneye götürülmüşler, yıkanıyorlar ve sonra kabre konuluyorlar gibi hayal ederler. Bu hayal, kişinin dünya hırslarını azaltmasına yardımcı olur. Çünkü gerçekten öleceğini gözünde canlandıran kişi, dünyevî menfaatlerin boş olduğunu daha iyi anlar. Nefis, insana aşırı dünya sevgisini ve sonsuz yaşama arzusunu telkin eder. Ancak kişi, ölümünü sürekli hayal edip düşündüğünde, nefis bundan etkilenir ve dünyaya aşırı bağlılık hissi azalır. Ölümünü düşünen insan, nefsin oyunlarına daha az kanar ve dünyevî arzularından bir miktar vazgeçer.
Geniş izahı için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/rabita-yi-mevtolumu-dusunmek
“Bu râbıtanın fevâidi pek çoktur.”
Bu rabıtayı yapmanın yani ölümü çokça hatırlamanın çok faydası vardır.
“Hadîste اَكْثِرُوا ذِكْرَ هَادِمِ اللَّذَّاتِ -ev kemâ kāl- yani, ‘Lezzetleri tahrîb edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!’ diye, bu râbıtayı ders veriyor.”
Peygamber Efendimiz (sav), dünya lezzetlerini yıkan, dağıtan ve acılaştıran ölümü çokça ve sıkça anmamızı ve hatırlamamızı tavsiye etmektedir.
“Hâdimü’l-lezzât” , bütün lezzetleri yok eden, acılaştıran şey anlamına gelir ve ölümü kasteder.
Ölümü çok hatırlamak, insanın dünyaya aşırı bağlanmasını engeller ve ahiretini ve sorumlulukklarını unutmamasını temin eder.
“Fakat mesleğimiz tarîkat olmadığından, belki hakîkat olduğu için, bu râbıtayı ehl-i tarîkat gibi farazî ve hayâlî bir sûrette yapmaya mecbûr değiliz.”
Tarikat mesleğinde olanlar, ölümü hayalî ve farazî bir şekilde tasavvur ederler. Ancak Risale-i Nur mesleği hakikat mesleği olduğu için, böyle hayalî canlandırmalara gerek yoktur. Yani, ölümü hayalî şekilde değil, gerçek yönüyle düşünmeliyiz.
“Hem meslek-i hakîkate uygun gelmiyor.”
Tarikat ehlinin yaptığı şekilde ölümü hayal etmek, hakikat mesleğine uygun değildir. Çünkü hakikat mesleği, gerçek ve kesin bilgiyi esas alır, farazî (hayali) tasavvurlara dayanmaz.
“Belki âkıbeti düşünmek sûretinde, müstakbeli zaman-ı hâzıra getirmek değil; belki hakîkat noktasında, zaman-ı hâzırdan istikbâle fikren gitmek, nazaran bakmaktır.”
Tarikat ehli, gelecekte yaşanacak ölümü bugüne getirerek hayali bir ölüm tasavvuru yapar. Hakikat ehli ise, bugünden geleceğe doğru bir bakış açısıyla ölümü düşünür. Yani ölüyorum, kefenleniyorum, salam veriliyor, gömülüyorum gibi hayali düşüncelerle seneler sonra meydana gelecek ölümü, bugüne getirmek şeklinde değildir. Direk son noktaya yani ölüm anına fikren intikal ile "ölüm var ve her an gelebilir, her an ölebilirim" düşüncesiyle hareket etmektir.
“Evet, hiç hayâle, faraza lüzûm kalmadan bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir.”
Hayalî ölüm sahneleri tasavvur etmek yerine, kesin ve gerçek bir hakikat olan ölümü görmelidir. Ömür bir ağaç gibidir. Bu ağacın en son ve kesin meyvesi, insanın kendi cenazesidir. Yani, hayale gerek kalmadan kişi kendi cenazesini düşünerek ölümü idrak edebilir.
“Onunla; yalnız kendi mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse, dünyanın ölümünü de müşâhede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.”[1]
İnsan, önce kendi ölümünü düşünür. Sonra, yaşadığı asrın da gelip geçici olduğunu fark eder. Daha ileri gidip düşünürse, bütün dünyanın bile bir gün sona ereceğini (kıyameti) idrak eder. Bu idrak, insanı ihlâsın en yüksek derecesine ulaştırır.
[1] Bediüzzaman Saidi Nursi, Lemalar, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2007, s.169-171