Soru

Hz. Üstad’ın Yeni Said’e Geçmesinin Tam Tarihi ve Bunun Anlamı

Hz. Üstad’ın Eski Said’den Yeni Said’e geçmesi hangi tarihte ve nerede olmuştur? Bu dönüşüm ile Hz. Üstad’ın hayatında esas olarak değişen nedir?

Tarih: 6.10.2010 13:05:57
Okunma: 8868

Cevap

Eski Said’den Yeni Said’e Geçiş Tarihi

Hz. Üstad’ın bu dönüşümü 1921 yılı 9 Mayıs-6 Haziran tarihleri arasına denk gelen Ramazan ayında İstanbul’da olmuştur. Bu tarihe Risale-i Nur’da yapılan işaretler şunlardır:

1- 1921 tarihini bizzat Hz. Üstad'ın kendisi 8. Lem’ada hicri karşılığı ile şöyle verir:

“Arabî (hicrî) tarih ile 1339 (m. 1921) müthiş bir buhran-ı ruhî ve dehşetli bir heyecan-ı kalbî ve dağdağalı (sıkıntılı) bir teşevvüş-ü fikrî (fikri karışıklı) geçirdiğim sıralarda, pek şiddetli bir surette Hazret-i Gavs'dan (Hz. Abdulkâdir-i Geylânî’den) istimdad eyledim (manevî yardım istedim).  Bir-iki yerde bahsettiğim gibi, "Fütuhül-Gayb" Kitabı ile ve dua ve himmetiyle imdadıma yetişti ve o buhranı geçirdim.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 8. Lem’a)

 

2- Hz. Üstad’ın Yeni Said’e 45 yaşında geçtiğini söylemesi de bu tarihi teyid eder. Çünkü 1921 ylında 45 yaşında idi.

Hz. Üstad rumî 1293 tarihinde doğmuştur. Bu ise 1877’ye karşılık geliyor. Öyleyse Yeni Said’e geçtiği yıl, 1921-1877=44 yaşını doldurmuş ve 45 yaşı içindedir.

“(Kendisini Yeni Said’e geçiren) bu vakıayı gördüğüm vakit kendimi 45 yaşında tahmin ediyordum.” (23. Söz)

 

3- Lemaat’in telif tarihi de Yeni Said’e 1921’de geçtiğine delil olur. Çünkü Yeni Said’e Lemaat’i telifi esnasında geçmiştir.

“Her iki Said'in iştirakiyle (Eski Said iken başlayıp Yeni Said olarak bitirdiği), bir tek Ramazan'da iki hilâl ortasında te'lif edilen ve kendi kendine, ihtiyarım haricinde bir derece manzum şeklini alan… Türkçe olarak Lemaat namındaki risale dahi Risale-i Nur'a girebilir.” (Kastamonu Lahikası)

Lemaat ise, rumi 1337 (1921) tarihinde telif edilmiştir. Lemaat’in girişindeki bir haşiyede, Lemaatin telif tarihini ebcedle işaret eden bir fıkrayı anlatırken şöyle verir:

“Hattâ (Lemaatin) tarihi –Necmü edebin vülide hilaley Ramazan- çıkmış. Yani: -Ramazanın iki hilâlinden doğmuş bir edeb yıldızıdır.- (Bu cümle ebced hesabıyla) 1337 (1921) eder.” (Sözler, Eddai’nin Haşiyesi)

 Yeni Said’e Lemaatin telifi esnasında geçtiğini 30. Söz’deki şu cümleler de göstermektedir:

“Bu risalenin (30. Söz’ün) te'lifinden sekiz sene evvel İstanbul'da, Ramazan-ı Şerifte, meslek-i felsefe ile münasebette bulunan Eski Said'in Yeni Said'e inkılab edeceği bir hengâmdadır ki  Fatiha-i Şerife'nin âhirinde -Sıratallezine en’amte aleyhim- ile işaret ettiği üç mesleği düşünürken şöyle bir vakıa-i hayaliye, bir hâdise-i misaliye, rü'yaya benzer bir hâdise gördüm ki Kendimi, bir sahra-yı azîmede görüyorum. Bütün zeminin yüzünü; karanlıklı, sıkıcı ve boğucu bir bulut tabakası kaplamış.” (30. Söz, Ene Risalesi)

Bahsi geçen Fatiha'daki Üç Yolun Beyanı, Lemaateki şiirlerden biridir. Hz. Üstad’ın bu paragrafta geçen, “Eski Said'in Yeni Said'e inkılab edeceği bir hengâmda” ifadesi de Hz. Üstad’ın Lemaati telif ederken yani 1921 Ramazan’ında Yeni Said’e geçtiğini doğrulamaktadır.

 

Hz. Üstad Yeni Said’e İstanbul’da İken Geçmiştir:

“Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer'de, bir halvethane (inziva yeri) kendime buldum. Gavs-ı A'zam (R.A.) Fütuh-ul Gayb'ıyla, bana bir üstad ve tabib ve mürşid olduğu gibi, İmam-ı Rabbanî de (R.A.) Mektubat'ıyla, bir enis, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin ezvakından çekildiğimden ve hayat-ı içtimaiyeden sıyrıldığımdan pek çok memnun oldum. Allah'a şükrettim.” (26. Lem’A, 10. Reca)

Daha yukarıda aldığımız kısımlarda geçen, “(Şeyh Geylanî'nin) Fütuhül-Gayb" Kitabı ile ve dua ve himmetiyle imdadıma yetişti ve o buhranı geçirdim.” Cümlesiyle anlatılan Yeni Said'e geçme hadisesinin İstanbul Sarıyer’de olduğu bu paragraftan anlaşılmaktadır.

 

Hz. Üstad Yeni Said’e Dârul Hikmetil İslâmiye’de Çalışırken Geçmiştir:

“Bu eser (Lemaat), birçok meşagil ve Dâr-ül Hikmet'teki vazife içinde yirmi gün Ramazanda, günde iki veya ikibuçuk saat çalışmak suretiyle manzum gibi yazılmıştır.” (Lemaat, Tenbih)

Yukarıdaki geçen ifadelerimizde Yeni Said’e Lemaati telif ederken geçtiğini belirtmiştik. Üstteki cümlesinden anlaşılıyor ki bu inkılab, Hz. Üstad’ın Darul Hikmetil İslamiye adındaki o zamanın Diyanet İşleri olan Meşihat-i İslamiye adı verilen alimler meclisinde aza olarak çalıştığı döneme rastlamaktadır.

Şualar’da buna dair bir mektubu şöyledir:

“Otuz sene evvel İstanbul'da beni Yuşa Dağı'na çıkarıp İstanbul'un, Dâr-ül Hikmet'in cazibedar hayat-ı içtimaiyesini bıraktırıp hattâ İstanbul'da bulunan Nur'un birinci şakirdi ve kahramanı olan merhum Abdurrahman'ı dahi zarurî hizmetimi görmek için de yanıma almağa müsaade etmeyen ve Yeni Said mahiyetini gösteren acib inkılabat-ı ruhînin bir misli, şimdi mukaddematı bende başlamış.” (Şualar, 14. Şua)

28. Mektub’da aynı noktaya temas eden şu cümleler vardır:

“Bundan otuz sene evvel, Eski Said'in gafil kafasına müdhiş tokatlar indi, "El-mevtü hakkun" kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Meded istedi, bir yol aradı, bir halaskâr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddüdde kaldı.

Gavs-ı A'zam olan Şeyh-i Geylanî Radıyallahü Anh'ın "Fütuh-ul Gayb" namındaki kitabıyla tefe'ül etti. Tefe'ülde şu çıktı: “Sen Darul hikmettesin. Öyleyse kalbini tedavi edecek bir tabib ara” Acibdir ki; o vakit ben, Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye âzası idim. Güya ehl-i İslâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta ben idim. Hasta evvelâ kendine bakmalı, sonra hastalara bakabilir.

İşte Hazret-i Şeyh bana der ki: "Sen kendin hastasın, kendine bir tabib ara!" Ben dedim: "Sen tabibim ol!" Tuttum, kendimi ona muhatab addederek, o kitabı bana hitab ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetli idi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatab ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum. Fakat sonra, ameliyat-ı şifakâraneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münacatını dinledim, çok istifaza ettim.” (Mektubat, 28. Mektub, 3. Mesele)

 

Eski Said’in Yeni Said’e İnkılabının Manası:

İki şeydir. Birincisi Hz. Üstad’ın manen yükselerek Eski Said’in sahip olduğu manevî seviyeden çok daha yüksek makamlara çıkmıştır.

İkincisi ise, dünyayı, siyaseti ve toplum hayatını terk ederek perde altında tamamen Kur'an'dan alınan yeni bir hizmet metoduna başlamasıdır.

Bediüzzaman Hazretleri Yeni Said’e geçmeden önce yaşadığı buhranı yukarıda da aldığımız bir paragrafta şöyle anlatıyordu:

“Arabî (hicrî) tarih ile 1339 (m. 1921) müthiş bir buhran-ı ruhî ve dehşetli bir heyecan-ı kalbî ve dağdağalı (sıkıntılı) bir teşevvüş-ü fikrî (fikri karışıklı) geçirdiğim sıralarda, pek şiddetli bir surette Hazret-i Gavs'dan (Hz. Abdulkâdir-i Geylânî’den) istimdad eyledim (manevî yardım istedim).  Bir-iki yerde bahsettiğim gibi, "Fütuhül-Gayb" Kitabı ile ve dua ve himmetiyle imdadıma yetişti ve o buhranı geçirdim.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 8. Lem’a)

Yine bu buhranını Sünnet-i Seniye Risalesi’nde de şöyle anlatır:

“Bu fakir Said, Eski Said'den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmarenin gururundan gayet müdhiş ve manevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh süreyyadan seraya, kâh seradan süreyyaya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı.” (11. Lem’a, 3. Nükte)

Hz. Üstad Eski Said’den Yeni Said’e geçmekle, yakında başlayacağı Risale-i Nur’un telifinde Kur’an’dan kalbine akacak ilhamlara tam müstaid bir hale gelmiş ve bundan sonra başlayacak işkence ve baskılarla dolu bir hizmet hayatına kâfi gelecek gayet yüksek bir iman, tevekkül ve rıza mertebesine ulaşmıştır.

Bediüzzaman Hazretleri bu manevî dönüşüm ve terakkisine Risale-i Nur’un muhtelif bahislerinde işaretler eder.

Mesela 23. Söz’de, Yeni Said’e geçerken kendisine gösterilen, adeta manevi bir sinemayı anlatırken şöyle der:

“Şu hayat-ı dünyeviyenin hakikatını bir vakıa-i hayaliyede Eski Said görmüş. Onu Yeni Said'e döndürmüş olan şu vakıa-i temsiliyeyi dinle:

Gördüm ki, ben bir yolcuyum. Uzun bir yola gidiyorum. Yani gönderiliyorum. (…) Bana mukabil bir delik gördüm. İki tarafında iki mezar taşı dikilmiş. Merak ile dikkat ettim. O mezar taşında büyük harflerle "Said" ismi yazılmış gördüm. Teessüf ve hayretimden "Eyvah!" dedim.

Birden o han kapısında bana nasihat eden zâtın sesini işittim. Dedi: "Aklın başına geldi mi?" Dedim: "Evet geldi fakat kuvvet kalmadı, çare yok." Dedi: "Tövbe et, tevekkül et." Dedim: "Ettim!" Ayıldım... Eski Said kaybolmuş. Yeni Said olarak kendimi gördüm. (…)

Bu vakıayı gördüğüm vakit kendimi kırkbeş yaşında tahmin ediyordum. Senedim yok, fakat bâki kalan onbeşinden yarısını âhirete sarfetmek için Kur'an-ı Hakîm'in hâlis bir tilmizi (talebesi) beni irşad etti.” (23. Söz, 2. Mebhas, 3. Nükte)

Burada bahsettiği  “Kur'an-ı Hakîm'in hâlis bir tilmizi Şeyh Abdulkâdir-i Geylânî (ks) Hazretleridir.”

Bunu 8. Lem’a’da açıkça şöyle ifade eder:

“Bir inâyet-i İlâhiyye imdadıma yetişip gafleti dağıttığı bir zamanda Hazret-i Şeyhin "Fütuh-ül Gayb" namındaki kitabı hüsn-ü tesadüfle elime geçmiş. Yirmisekizinci Mektupta beyan edildiği gibi, Hazret-i Şeyhin (Abdülkâdir-i Geylânî’nin ks.) himmet ve irşadıyla eski Said yeni Said’e inkılâb etmiş.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 8. Lem’a)

 

Hz. Üstad bu yeni dönemin kendisine kazandırdığı nurânî ve ihlâslı nazara işaret ederek şöyle der:

Yeni Said, Risale-i Nur'daki hakikî ihlas ile yine o ihlası buldu. Yeni Said, aynı ihlas ile baktı, tashih  yeri bulamadı.” (İşaratül İ’caz, İfadetül Meram)

Mesnevî-i Nuriye’de de şöyle der:

“Mevlâna Celaleddin (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) ve İmam-ı Gazalî (R.A.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, her şeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp, lillahilhamd Eski Said Yeni Said'e inkılab etmiş.” (Mesnevî-i Nuriye, Mukaddime, 2. Nokta)

Eski Said'in gülmeleri, Yeni Said'in ağlamalarına inkılab edeceği hengâmda; gençliğin gaflet uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım bir anda, şu münacat ve niyaz Arabî yazılmıştır.” (17. Lem'a, 12. Nota)

“Eski Said, Yeni Said tabirinde, iki şahsiyet ve ikincisinde fevkalâde bir kuvvet-i imaniye ve ilm-i hakaik-i Kur'aniye manasını…” (Şualar, 13. Şua)

Bu ve bunun benzeri pek çok yerde Bediüzzaman Hazretleri'nin Eski Said dönemindeki bazı hallerinden razı olmadığı Yeni Said'e geçmekle o hallerden kurtulduğu anlaşılır. Mesela şu cümlesi de bunu çok açık gösterir:

"Eski Said'in on senelik gençliğini bana verseler, ben şimdi Yeni Said'in bir senelik ihtiyarlığını vermeyeceğim." (Lem'alar, 26. Lem'a, 9. Reca)


Yorum Yap

Yorumlar