"Keza her şeyin bâtını zahirinden daha latîf, daha şeffaftır. Bu ise Sâni'in o şeyden hariç ve baîd olmamasına delâlet eder. O şeyin sair eşya ile nizam ve muvazenesinin sanii tarafından temin edildiği cihetle saniin o şeyde dahil olmamasını iktiza eder."( Mesnevi Nuriye, Katre 57)
Bir şeyin o şeyde kudretinin gözükmesi için nasıl olurda onun dışında olması gerekir. Yani içe müdahele edebilmek için içeride olmak gerekmiyor mu. Tam anlayamadık.
Dünya hayatında herhangi bir işi yapan insanların bizzat o olayların içinde veya onlara zati bir yakınlıklarının olduğunu müşahede ederiz. Mesela bir binanın iç tasarımını yapan sanatkârlar ve ustalar bizzat o nesnenin içine ellerindeki aletlerle müdahele ederler. Bazen bir evin içi bir dışından daha mükemmel olur. Evet insanlar ve yaratılmışlar için durum böyledir. Onlar herhangi bir nesneye bu müdahaleleri ya bizzat ya da çeşitli teknik aletlerle yaparlar.
Fakat sonsuz kudret ve ilim sahibi olan Allah için yani mutlak yaratıcı için bu düşünülemez. İnsan kâinata baktığında her şeyin bir dış bir de iç yüzünü görür. Normalde dışa müdahele etmek içe müdahele etmekten daha basittir. Fakat yeryüzündeki her şeyin içi dışından daha kompleks, daha girift, daha karmaşık ve de çok daha gizemlidir. Hatta en küçük varlıkların içini düşünmek insanı hayrete gark ediyor. Bir sivrisineğin gözünün içi, pirenin midesi gibi nice küçücük canlıların hayat fonksiyonları Allah’ın yarattığı bu harika iç mekanizmalarla sağlanmaktadır. Mesela insanın içinde 100 bin km uzunluğunda damarlar bulunmaktadır. Daha bunun gibi içerde cereyan eden milyonlarca işlem devam etmektedir. Bu noktadan Allah (c.c) bizi düşünmeye sevk eder. Bize göre daha zor olan iç yapı, aslında Allah(c.c)için herhangi bir zorluk teşkil etmez. Hatta insanoğlu bu iç mekanizmaları daha yeni yeni keşfetmiştir.
Demek ki Allah (c.c) için dış tabakalar, iç tarafa müdahele etmek için bir engel teşkil etmez. Allah’ın kudreti karşısında bir çiçekle bir cenneti yaratmak arasında fark olmadığı gibi bir şeyin “dış”ve “iç”i arasında da hiçbir fark yoktur.
Her şeyi gözüne istinad eden ve kâinatta bir yaratıcıyı göremediklerini iddia eden materyalistler nesnelerin iç yapılarındaki harikalık karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Yine Allah’ı inkâr için iç yapıların oluşumunu “kendi içlerindeki” akılsız şuursuz deney ve tecrübeden yoksun unsurlara vermişlerdir. Yani bir nevi yaratıcıyı içerde aramışlardır. Hâlbuki ki üstadımızın yazdığı cümlelerden şunu anlamaktayız.
1)Yaratıcının o şeyin içinde olmaması gerektir. Çünkü içerde olmak içerdeki diğer unsurlara hem hâkim hem de mahkûm olmak demektir. İçerdeki bir unsur kendi varlığını devam ettirebilmek için diğer unsurların varlığına ihtiyaç duyar ki bu ilah olmak vasfından uzak olmak demektir.
2) Haşa bu yaratıcı unsur “İçerde” olamaz çünkü “içeri” deki sistemin devamlılığı dışardaki milyonlarca unsurla bağlantılıdır. Dışarıyı bilmeyen, yani içerisi için neyin zararlı neyin faydalı olduğunu bilemeyenin içerde olması bir mana ifade etmez.
3) Hem içi hem dışı “aynı anda bilme” veya “her iki tarafa aynı anda hâkim olma” zorunluluğu vardır. Çünkü “dışın iç tarafla”, “için de dış tarafla” bağlantısını kurabilmek için her iki konum ve her iki tarafı da hem bilmek hem de her ikisine hâkim olma zorunluluğu vardır. İki tarafa aynı anda müdahele edemeyen bulunduğu konumu muhafaza edemez. Bu eksikliği maddi unsurlarda görmekteyiz. Çünkü içerdekiler dışa dıştakiler de içe muhtaçtırlar. Birbirinin eksiğini ve noksanlarını gidermede birbirine ihtiyaç duyan unsurlar yaratıcı vasfından uzaktırlar. Demek bunların üstünde her şeye hakim olan bir Zat-ı Zülcelal olacaktır ki her şeye İLMİYLE VE KUDRETİYLE müdahele edip birini diğerine musahhar ederek her şeyin varlığını devam ettirsin.
Aşağıdaki vecizeleri de dikkatle okumanızı tavsiye ediyoruz.
Ve keza, kâinatın-küllî ve cüz’î-ihtiva ettiği bütün eczasını istilâ eden bir hikmet-i âmme görünür. Ve bu hikmet-i âmme, kast, şuur, irade, ihtiyar sıfatlarını tazammun ediyor. Bu sıfatlar, bir Hakîm-i Mutlakın vücub-u vücuduna delâlet eder. Çünkü, kâinat mef’ul ve münfaildir. Mef’ul fâilsiz olamadığı gibi, mef’ulün câmid bir cüz’ü de fâil olamaz. (Osmn. Mesnevi Nuriye ,Katre 55)
İ’lem eyyühe’l-aziz! Birşeyin sânii, o şeyin içinde olursa, aralarında tam bir münasebet lâzımdır. Ve masnûatın adedince sânilerin çoğalması lâzımdır. Bu ise muhaldir. Öyleyse, sâni, masnû içinde olamaz. Meselâ, matbaa ile teksir edilen bir kitap, yine bir adamın kalemiyle yazılıyor. O kitabın nakışları, harfleri, kendisinden sümbüllenmez. Kâtip de o kitâbet san’atı içinde değildir. Ve illâ, intizamdan çıkar. Öyleyse, masnûun nakışları kendisinden değildir. Ancak, kudret kalemiyle kaderin takdiri üzerine yazılıyor. (Osmn. Mesnevi Nuriye Habbe 112)