İşlediğimiz günahlar, dualarımızın kabul olmamasına sebeb olur mu?
Günah işlemek, dua etmeye engel değildir
Günah işlemek ve dua etmek birbirinden ayrı iki meseledir. Haliyle günah işlemek, dua etmeye ve duaların kabulüne engel değildir. Zira günah işlemek insanın fıtratında olduğu gibi dua etmek dahi insanın en mühim fıtrî vazifelerindendir.
Yüce Rabbimiz duanın ehemmiyetini bildirmek için şöyle buyurur: “Ey Resulüm! De ki: “Eğer duanız olmasa, Rabbim size ne diye ehemmiyet versin?...”[1]
Duanın kabulü için günahsız olmak şart değildir
“Günahsız olmak şartı” şeytanın, ibadeti engellemek için kurduğu bir tuzaktır. “Biz hatasız, günahsız olursak, Allah dualarımızı kabul eder, günahkâr olursak kabul etmez.” tarzında bir kaide yoktur. Allah bu dünyada kâfirlerin bile duasını kabul eder. Mesela, onların nefese, yemeğe, suya olan ihtiyaçları; bir işte başarılı olmak istemeleri, hal dili ile yaptıkları birer duadır. Onlar Allah’ı inkâr etmelerine rağmen, bu gibi istekleri onlara verilir yani duaları kabul edilir. Demek günah işlense dahi dua etmekten asla vazgeçilmemelidir.
Günah işlemek kulluğun gereği, af etmek Cenâb-ı Hakk’ın lütfudur
Bununla birlikte Allah-ü Teala Hazretleri kullarına cüz-i irade vererek hayrı da şerri de seçme hakkı tanımıştır. Kullarından hür iradeleri ile hakkı batıla, helali harama tercih etmelerini emretmiş, buyruğunu dinleyenlere cennet gibi büyük bir mükâfat vadetmiştir. Bununla birlikte nefsine ve şeytana mağlup olup harama giren kullarına af ve mağfiret kapısını sonuna kadar açmış ve onları tevbeye davet etmiştir.
“Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.”[2]
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe olan Tevbe-i Nasuh ile Allah’a tevbe edin! Olur ki Rabbiniz, sizin kötülüklerinizi örter ve Allah, peygamberi ve onunla beraber iman edenleri utandırmayacağı bir günde, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar! Onların nuru önlerinde ve sağlarında koşar da: “Rabbimiz! Nurumuzu bize tamamla ve bize mağfiret eyle! Şüphesiz ki sen, her şeye hakkıyla gücü yetensin!” derler.”[3]
Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (asm) ise; “Her âdemoğlu çok hata işler. Hata işleyenlerin de en hayırlısı tevbe edenler (nâdim olarak hatasından dönenler) dir.”[4] buyurarak hata etmenin insanlığın gereği olduğunu,
‘’Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah istemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi."[5] buyurarak ise Rabbimizin merhametliler merhametlisi olduğunu belirtmiştir.
Tevbe edilmemiş günah, dili duadan ve ibadetten uzaklaştırır
Günahı duaya engel gibi gösteren ya şeytanın verdiği vesveseler ya da günahların ruha verdiği gaflettir. Zira işlenen her bir günah, kalbe ve ruha yaralar açar. Günaha devam edildikçe, bu manevi yaralar derinleşir ve vesveseleri ve şüpheleri oluşturur. Vesveseler ise hem kalpteki îmana, hem de kalbin tercümanı olan dile zarar verir.
Nasıl ki insan hasta olduğu vakit gıdaya, vitamine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyar. Fakat iştahı kaçtığı için hiçbir şey yemek istemez. Hatta yemeklerin kokusundan dahi rahatsız olur, midesi bulanır. Günahlarla yaralanıp hastalanmış bir dilin hali de aynen böyledir. Dil; Allah’ı anmaya, duaya, ibadete (belki de her zamankinden daha) çok muhtaçtır. Ama günahlar ruhun iştahını kaçırdığı için, dili zikirden uzaklaştırır, nefret verir. İnsan -çok ihtiyacı olmasına rağmen- ibadet için kendinde gayret hissedemez, kuvvet bulamaz.
Günahların verdiği bu olumsuz etkiden kurtulmak ancak manevi yaraların iyileşmesiyle mümkündür. Bu ise günahların imhasıyla olur. Günahlardan kurtulmanın tek çaresi de tevbedir.
“Dikkat edin! Size hem hastalığınızı hem de ilacını bildiriyorum. Hastalığınız günahlardır. İlacı ise istiğfardır.”[6]
Şu da var ki, eğer günahlar çoğalır ve ısrar edilirse, arkasından tevbe ve iyilikle manevi temizlik yapılmazsa kalbi karartır. Bu şekilde devam edilmesi durumunda duanın kabul olmasına engel olabilir.
Netice olarak, günah işlendiğinde dua etmekten vazgeçilmemelidir. Aksine her zamankinden daha çok tevbe ve dua ederek Allah’tan yardım istenmelidir.
[1] Furkan, 25/77
[2] Nur, 24/31
[3] Tahrim, 66/8
[4] Tirmizi, İbni Mâce, Hakim Ali,b. Misade’den rivayet etmişlerdir.
[5] Müslim, Tevbe 9, (2748)
[6] Ramuz El Ehadis, C 1. H.no:2006