33. Mektup'ta 23. Pencerede şöyle bir ifade geçiyor: “O hakikatteki (hayattaki) sıfatlardan bir kısmı, duygular vâsıtasıyla inbisat ederek (genişleyerek), inkişaf edip (gelişip) ayrılırlar. Kısm-ı ekseri (çoğu) ise, hissiyât sûretinde kendilerini ihsâs ederler (hissettirirler) ve hayattan kaynama sûretinde kendilerini bildirirler.” Bu cümlede bahsi geçen duygular ile hissiyat (hisler) arasındaki fark nedir?
İnsan ruhu, Cenâb-ı Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını bildirecek numuneleri taşır bir vaziyette yaratılmıştır. Üzerindeki numunelerle, tattığı duygularla, Allah u Teâlâ’yı bir derece tanıyabilir. Mesela, sahip olduğu merhamet duygusuyla, Allah’ın merhametini, ikram duygusuyla Allah’ın ikramını, sanat duygusuyla, O’nun sanatkârlığını bir dereceye kadar anlayabilir.
Üstadın ifadesindeki duygu ile hissiyat arasındaki fark, daha sağlam ve belirgin duygularla, daha ince ve tarifi zor duygular arasındaki farka işaret etse gerektir.
Allah’ın bazı isimleri, bazılarından daha geniştir ve diğer bazılarını içine alır. Mesela, Bediüzzaman Hazretleri, Rahman isminin Rezzak ismini kuşattığına işaret eder. Allah u Teâlâ’nın bizce malum olmayan ve bildirilmeyen hadsiz isimleri ve şe’nleri vardır. Bunların mana ve hakikatleri daha derin olduğundan, insanlar tarafından anlaşılması çok zordur. Fakat bildirilmemiş olsa da insan ruhu bu isim ve şenlere de mazhardır.
İşte ruhtaki bildiğimiz, tarif edebildiğimiz, görmek, işitmek, şefkat, sevgi, gadab gibi duygularla insan, Allah’ın Basîr (görücü), Semi‘ (işitici), Rahîm (şefkat edici), Vedûd (seven), Kahhar (kahredici) gibi bilinen isim, sıfat ve şe’nlerine âyinedârlık ederler.
Hem insan ruhunda, tarif ve teşhis edemediğimiz çok ince hisler ve duygular her an hareket hâlindedirler. Bunlarla da bize açıkça bildirilmemiş olan ince manalı isim ve şe’nlere âyinedârlık ediyor olmamız mümkündür. Doğrusunu Allah bilir.
İnsanda böyle teşhisi zor duygu ve latifeler bulunduğuna Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde işaret edilir. Meselâ, Mesnevî-i Nûriye’de Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:
“İnsanda öyle bir latife, öyle bir halet vardır ki, o latife lisanıyla her ne sual edilirse, -velev ki fâsık da olsun- Cenab-ı Hak o latifeye hürmeten o matlubu (isteği) yerine getirir. O latife (duygu) pek uzaktan bana göründü ise de, teşhis edemedim.”