Soru

Evliyaullahın Ayaklarına Tuzak

28. Mektup rüya bahsinde geçen "Evliyaullahın ayaklarına tuzak olan, esma ve sıfat-ı ilahiyenin tecelliyatıdır." cümlesini izah eder misiniz?

Tarih: 6.12.2020 15:35:06
Okunma: 1780

Cevap

Evliya Tuzakları

Derler ki değerli hazinesini toprak altında saklayan kişi şöyle bir tedbir alırmış:

Gömünün ilk 1 metresine küçük bir küp, onun 1 metre altına daha büyükçesini, onun da altına asıl hazinesini gömermiş. Ta ki bir şekilde üstteki küpü bulan kişi, hazineyi buldum zannetsin, böylece daha derinde olan çok daha değerli asıl hazine mahfuz kalsın.

Şu imtihan dünyasında marifet yolunda çok perdelerden geçerek velayet mertebesine çıkmış her Allah dostu aynı makamda değildir. Velayet ehli bu sıra dışı insanlar, diğer vasat halklardan çok farklı olarak Allah’ın nimetlerine mazhar olmuşlar ama bu âlem onlar için de bir imtihandır. Marifetullah hazinesine giden bu çileli yolda imtihan pek çetindir ve tuzaklar hiç bitmez. Nitekim velayet-i suğradan vustaya, oradan kübraya kadar bir nihayetsiz meratip var. 

O âleme velev suğrasından olsun bir adım atan bu bahtiyarların ‏الا ان أولياء الله لا خوف عليهم ولا هم يحزنون iltifatına muhatap olmakla diğer insanlardan çok farklı oldukları açıktır.

Büyükler, aslında velayet yolunun çok da kolay olmadığını, çileli bir süreç olduğunu, Cenab-ı Hakk’ın bu yolculukta kendilerine değişik lütüf ve ikramlarda bulunduğunu anlatıyorlar.

Burada şöyle bir sual terettüp ediyor: Peki velayet sırrına mazhar olduğu halde ve bu çileli ama zevkli yolda daha ileri gitme imkanı varken evliyaullahın bir çoğunu velayet-i suğrada tutan sebep nedir?

Bu mübarek zatlar bu seyr u sülük esnasında acaba hangi zevke meftun olmuşlar, hangi hicaba, hangi ay yüzlü güzele takılmışlardır ki o nihayetsiz meratip içinde daha fazla derinleşememiş, daha ileri gidememiş ve kendi makamlarında kalmışlardır?

Nüfus-u seb’anın en üst mertebesi olan nefs-i safiye makamına çıkmış asfiyaullah onlardan farklı olarak ne yapmışlardır ki daha yüksek mertebelere vasıl olmuşlar?

Hiç kuşkusuz bunu açıklayabilecek olanlar yine o mübarek şahsiyetlerin kendileridir.

Bu makamda mesela İmam-ı Rabbani (rh) demiş ki: “Ben seyr-i ruhanîde kat-ı merâtip ederken, tabakat-ı evliyâ içinde en parlak, en haşmetli, en letâfetli, en emniyetli, sünnet-i seniyyeye ittibâı esas-ı tarikat ittihaz edenleri gördüm. Hattâ o tabakanın âmi evliyaları, sair tabakâtın has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu.”

Hz Müceddid-i Elf-i Sani’nin bu hükmü gibi maneviyat ikliminin bir başka sultanı, Hz Mevlana (rh) ise demiş ki: نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ مَنْ غُلاَمِ شَمْسَمْ اَزْشَمْسِ مِى كُويَمْ خَبَرْ
آنْ خَيَالاٰتِى كِه دَامِ اَوْلِيَاسْت - عَكْسِ مَهْرُويَانِ بُوسْتَانِ خُدَاسْت

“Ben ne geceyim, ne de geceye tapanım. Ben güneşinin hizmetkârıyım ki, size güneşten haber veriyorum.

Evliyaullahın ayaklarına tuzak olan, esma ve sıfat-ı İlahiyenin tecelliyatıdır. O tecelliyat, hakikatı görmeyen halka hayalat kabilinden gelir.”

Ve düşünelim ki Asrın İmamı, her iki Allah dostunun bu tespitlerini bizlere ders veriyor.

Hz Mevlana mezkur ikinci mısrada, seyr-i ruhanîde kat-ı merâtip eden bir velinin, o tabakatta mazhar olduğu bazı esma ve sıfat-ı İlahiye tecellilerine bir vecd içinde takıldığını, o lahuti zevke kanaat ederek o daha üst mertebelere yükselemediğini ve o hicabı geçemediğini Mesnevî’ye yakışan vecizane bir üslupla ifade etmiş, onları ‘tuzak’ olarak tanımlamış.

Malûm, Şems-i Tebrizî’nin (rh) daha ilk karşılaşmasında kendine meftun ettiği Mevlana’ya şöyle sual ettiği rivayet edilir:

-Bir müşkilim var, Hazreti Muhammed mi büyüktür, Bayezid-i Bestâmî mi?

Mevlana “O nasıl sual, elbette Efendimiz asm büyüktür” cevabını verince Şems ikinci sualini sormuş:

-İyi ama, Hz Muhammed, “Ya Rab, seni tebcil ederim, biz seni lâyık olduğun veçhile bilemedik” buyururken, Bayezid-i Bestâmî “Ben kendimi tebcil ederim, benim şanım çok yücedir.” diyor?

Mevlana’nın bu soruya verdiği harikulade cevap bizim konumuzla da ilgili.

-Hz Muhammed, her gün sayısız makamlar aşan, her makam ve mertebeye varışında bir önceki bilgi ve hayalinden istiğfar eden bir umman-ı bî sahil idi. İstidad kabı Efendimiz aleyhissalatu vesselam gibi hudutsuz olmayan ve “Doydum ya Rab!”diyen Bayezid ise, vardığı bir makamın lezzeti ve sekriyle kendinden geçti de o makamda sabit kaldı ve öylece bu sözü söyledi.”

Üstat Hazretleri’nin her şeyin hakikatının esma-yı İlahiye olduğuna yaptığı işaret, sadece âlem-i şehadet için değil, âlem-i gayb için de geçerli olan bir hakikat. Velayet ehli insanlar o makamlarda bir vecd içinde esma ve sıfat-ı İlahiyenin daha parlak surette değişik tecellilerini görüyorlar.

Hz Mevlana, evliyanın manevi seyr u sülük esnasında mazhar oldukları keşif, keramet, ezvak ve envarın, bir cihetle onlara yüksek bir iltifat olmakla beraber, aynı zamanda o makama kanaat ettikleri taktirde daha yüksek mevkilere yükselmelerine engel birer tuzak olduğunu ihtar ediyor. Kabul edelim ki şu âlemde herkesin son nefesine dek kendine has bir imtihanı, makamına göre bir tuzağı var.

*

Bu mülahaza ile birlikte bu dakik ve hassas ‘tuzak’ tabiri diğer müsbet ihtimal üzerinden mütaala edilirse, ki bu mana da melhuzdur, şöyle denebilir:

Cenabı Hakk’ın esma ve sıfatlarının o harikulade tecellileri ay yüzlü birer güzel gibi o yolda yürüyen taliplerin kalbini çalar ve onları avlamak için birer tuzak olur. Yani onlar o seyr u sülük esnasında öyle bir İlahî aşka yakalanırlar ki bu lütuflara mahrem-i esrar olmak filcümle maşukun aşıkına bir cilvesi olur. Nefs-i razıye olanlar nefs-i marzıye makamına yükselirler. Marifet nurlarını avlamak için çıktıkları bu yolda avlanan kendileri olurlar da gözleri başka bir şey görmez olur ve bir istiğrak içinde kendilerini o vecde kaptırır, o feyizde çırpınırlar.

Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti olan marifetullah’ın, ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç olan muhabbetullah’ı netice verdiği kurbiyet tarikında Cenab-ı Hakk Mahbub, evliyası avcı olurken; akrebiyet cihetinde ise Cenab-ı Hakk Habib, bu mübarek zevat ise o latif tuzaklarla yakalanan birer av olurlar.


Yorum Yap

Yorumlar