Soru

Dünyanın imarı

17. lema 6. notada bahsi geçen "Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imârâtı için halk etmiştir" cümlesini açıklarmısınız?  Müslümanların da dünyayı imar etmeye çalışmaları yanlış mıdır?

Tarih: 16.01.2011 23:25:38
Okunma: 9024

Cevap

“İşte, muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler, cenâb-ı hakkın hayvânâtından bir nevi habislerdir ki, fâtır-ı hakîm onları dünyanın imâreti için halk etmiştir. Mü'min ibâdına ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyasî yapıp, âkıbetinde, müstehak oldukları cehenneme teslim eder.”

Bediüzzaman hazretleri buna paralel olarak Mesnevi-i Nuriye adlı eserinde şöyle anlatmaktadır:

Hayat-ı dünyeviyeye kasden ve bizzât teveccüh edip bağlanan kâfirin, imhal-i ikabında ve bilakis terakkiyat-ı maddiyede muvaffakıyetindeki hikmet nedir?

Evet o kâfir, kendi terkibiyle, sıfatıyla Cenab-ı Hakk'ça nev'-i beşere takdir edilen nimetlerin tezahürüne şuuru olmaksızın hizmet ediyor. Ve güzel masnuat-ı İlahiye’nin mehasinini bilâ-şuur tanzim ediyor. Ve kuvveden fiile çıkartmakla garabet-i san'at-ı İlahiyeye nazarları celbediyor. Ne faide ki farkında değildir. Demek o kâfir, saat gibi kendi yaptığı amelden haberi yok. Amma vakitleri bildirmek gibi nev-i beşere pek büyük bir hizmeti vardır.

 

     Demek ki kâfirler şuursuz olarak insanlığa bahşedilen nimetlerin görünmesine ve fark edilmesine hizmet ediyorlar. Her biri güzel birer ilahi sanat olan varlıklardaki güzelliklerin tanzim edilmesine bilmeden çalışıyorlar. İlahi sanatlardaki inceliklere ve garipliklere dikkatleri çekmekle şuursuz olarak hizmette  bulunuyorlar.

Hem dünyanın değerlendirilmesi gereken üç yönü vardır. Birincisi: Allah’ı tanımak, bilmek ve onun marifetini kazanmak için dünyaya çalışmaktır ki bu tarz bir gayret övülmeye değerdir. İkincisi: Ahreti kazanmaya sebeb olacak Salih amellerin işlenmesi için bir yerdir ki bu dahi güzeldir. Üçüncüsü: Allah’ı unutmaya sebeb olan, nefsin ve hevesin arzu ve isteklerini yerine getirmektir ki İslamiyet’te kötülenen taraf burasıdır.  

Müslümanların da dünyayı imar etmeye çalışmaları konusuna gelince;

İslâmiyet dünya için çalışmayı yasaklayan veya kötüleyen bir din değildir. İslâmiyet aşırılıklardan uzak, hemen hemen bütün kurallarında orta yolu tavsiye eden bir denge dinidir. Peygamberimiz “İşlerin hayırlısı orta yollu (mutedil) olandır” demekle buna işaret eder.

İslâm’ın orta yolu tavsiye ettiği en önemli konulardan biri dünya ile âhiret arasındaki dengedir. O ne bütünüyle dünyayı, ne de bütünüyle ibadet ve âhireti tavsiye eder. İslâm müntesiplerine hem dünya, hem de âhiret için çalışmalarını emreder.

Bu hakikati  te’yid eden bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

 “Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir” (Kenzü’l ummal. C.3.s.238. 6336).

Üstad Bediüzzaman ise bu konu hakkında şöyle der:

“Herbir mü'min i'lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda [i'lâ-yı kelimetullahın] en büyük sebebi maddeten terakki etmektir. Zira ecnebîler fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı mânevîleri altında eziyorlar. Biz de, fen ve san'at silâhıyla i'lâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkârla cihad edeceğiz.”

 “Ahir zaman olduğunda insanların mutlaka dinar ve dirhemi olması gerekir. Ta ki, kişi onlarla dinini ve dünyasını ayakta tutabilsin.” (Kenzü’l Ummal, hn, 6333. Taberani’den naklen)

İslâmiyetteki  zühd anlayışı, mal ve dünya sevgisini kalbe sokmamak demektir. Mal ve dünyayı bilfiil terk etmek değildir. Üstadın ifadesiyle “Dünyayı kesben değil, kalben terk etmektir.” Bu yüzden nefsine hâkim olarak, helaldan kazanıp, kazandığını da Allah yoluna harcayanlar için peygamberimiz “Salih mal, salih kimse için ne güzeldir”  buyurmuşlardır.

 Mevlana şöyle der: “Ağzı kapalı testi, denizde yüzer. Fakat su içine girmeye başlayınca, onu dibe indirir.”  Abdülkadir Geylani de “Dünyayı kalbinden at, sonra ister eline al, ister cebine koy, o sana zarar vermez” der. Başka bir zat da şöyle der: “Dünya kalbinde durup dururken, onu elinden çıkarmak zühd değildir. Gerçek zühd dünya elinde iken, onu kalbinden çıkarmaktır.

Kur’ân iki zengin şahsı bize örnek olarak gösterir: Süleyman (as) ve Karun.

Süleyman (as) “Bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir saltanat ihsan et.” (Sad: 35)

diye duâ etmiştir. Dünya malını istemek yanlış bir şey olsaydı, bir peygamber kimseye verilmeyecek kadar bir mülkü istemezdi. Allah duâsını kabul etti ve dünya tarihinde kimseye nasib olmayacak bir mülk ve saltanatı ona ihsan etti. Bu saltanat onu ne gururlandırdı, ne de Allah’ı ve âhireti unutturdu. Tam tersine, o, bu saltanatı Allah’ın dinine hizmette kullandı. Belkıs’ın tahtı yanına getirildiğinde o şöyle demişti:

“Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye, beni imtihan etmek için Rabbimin bir lütfudur. Kim şükrederse, ancak kendisi için şükretmiş olur; kim de nankörlük ederse, bilsin ki, Rabbim zengindir, Kerîmdir”  (Neml, 40)

Dünya malını istemek ve sahip olmak yanlış değildir. Fakat zengin olunca azgınlaşmak yanlıştır. Buna en güzel örnek Karun’dur. Onun hakkındaki âyetlerin bir kısmı şöyledir:

"Karun, Musa'nın kavmindendi. Fakat o, onlara karşı serkeşlik etti. Biz, ona, öyle hazîneler verdik ki, anahtarlarını taşımak bile)  güçlü kuvvetli büyük bir cemaate ağır geliyordu. O vakit, kavmi(nden mü'min olanlar) ona; şöyle demişti: “””Şımarma! Çünkü Allah, şımarıkları, sevmez. Allâh(ın), sana verdiği (maldan harcayıp) âhiret yurdunu ara! Dünyadan, nasibini de, unutma! Allah'ın, sana ihsan ettiği gibi, sen de, (insanlara sadaka vererek) ihsanda bulun. Yer (yüzünde) de, fesat arama. Çünkü Allah, fesatçıları, sevmez. (Karun) dedi ki: bu (servet), bana, ancak, bende olan ilimle (ilim sayesinde) verilmiştir." (Kasas, 76, 77)

 

Dünya ve âhiret arasındaki dengeyle ilgili hadisler

   “Ahireti için dünyasını, dünyası için âhiretini terk eden, ikisini de kazanıncaya kadar sizin hayırlınız değildir. Dünya âhirete ulaştırıcıdır. (dünyayı terk ederek) insanlara yük olmayınız.” (Kenzül Ummal, c.3, s.238, 6334)

“Kendini hiç ölmeyecek zanneden kişinin çalışması gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğini zanneden kişinin korkması gibi (günahlardan) kork."

(Abdurrauf el-münavi. Feyzül-kadir. C.2.s.12. Mektebetül ticariyyetül kübra. Mısır. 1356, Kenzül ummal: c.3. S.40. Hn: 5379. Beyhaki, askeri ve ebu nuaym’dan naklen.)

“Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir” hadisi benzer bir hadistir." (Kenzül ummal. C.3.s.238. 6336).

Bu ve benzeri hadisler, İslamın dünya ve ahiret arasında denge kurduğunu gösteren hadislerdir. İslam, insanlara hem dünya için, hem de ahiret için çalışmalarını tavsiye etmektedir.

Kur'an ve hadis, bize devamlı dünyanın faniliğini ve asıl yurdumuz olan ahiret için hazırlık yapmamız gerektiğini vurgular. Bu iki farklı şekilde yapılan irşadları birleştirirsek şöyle demek gerekir:

İnsan ahiret için yaratıldığından dünyadaki bütün hayatını onu kazanmak yolunda sarf etmelidir. Fakat bunu yaparken dünya işlerini ihmal edip özensiz yaparak değil, onları da doğru ve güzel niyetlerle ahireti kazanmaya vesile yapması lazımdır." Çünkü efendimiz(asm) bir hadisinde:


“Muhakkak ki Allah Azze ve Celle sizden birisi bir iş yaptığında o işi sağlam yapmanızı sever.”

  (Taberani,Mucemül Evsat, Ebu Ya’la, Beyhaki)

 


Yorum Yap

Yorumlar