İştirâk-i a‘mâl-i uhreviye; aynı iman ve hizmet dairesinde bulunan mü’minlerin, ihlâs, samimiyet ve manevî dayanışma ile yaptıkları her hayırlı amelin sevabının inkısam etmeden, yani bölünmeden, her bir kardeşinin amel defterine tam olarak geçmesi hakikatidir.
Şirket-i maneviye; kelime anlamı olarak manevi şirket ve ortaklık demektir. Yani ahirete yönelik amel ve işlerde sevap ve dua itibariyle meydana gelen manevi ortaklık sistemidir. İman, ihlas, kardeşlik, sadakat, sebat ve manevi dayanışma ile bu manevi şirkete dahil olunabilir. Bu manevi şirketteki fertler âdeta tek bir şahıs hükmüne geçerek bir şahs-ı maneviyi oluştururlar.
Şirket-i manevi ve iştirâk-i a‘mâl-i uhreviye, ibadetlerden hasıl olan sevapları arttırır
İ‘lem eyyühe’l-azîz! Mü’minlerin ibâdetlerinde ve duâlarında ve birbirlerine dayanarak cemâatle kıldıkları namazlarında ve sâir ibâdetlerinde büyük bir sır vardır ki, her bir ferd kendi ibâdetinden kazandığı mikdardan pek fazla bir sevab kazanır. Ve her bir ferd ötekilere duâcı olur, şefâatçi olur, tezkiyeci olur. Bilhassa Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’a. Ve kezâ her bir ferd, arkadaşlarının saadetinden zevk alır. Ve Hallâk-ı Kâinât’a ubûdiyet etmeye ve saadet-i ebediyeye nâmzed olur. İşte mü’minler arasında cemâatler sâyesinde husûle gelen şu ulvî ma‘nevî teâvün ve birbirine yardımlaşmakla, hilâfete hamil, emânete mazhar olmakla beraber, mahlûkāt içerisinde mükerrem ünvanını almıştır.[1]
Yani müminlerin ibadetlerinde, dualarında, birbirlerine dayanarak kıldıkları cemaat namazlarında ve diğer ibadetlerinde her bir kişi, kendi yaptığı ibadetten kazandığından çok daha fazla sevap kazanır. Çünkü her bir mümin, diğer müminlere dua eder, onlar için şefaatçi ve destekçi olur. İşte müminler, aralarındaki bu yüce mânevî dayanışma sayesinde hem hilafetin yükünü taşıyacak bir seviyeye yükselmiş, hem emanetin muhatabı olmuş, hem de mahlukat içinde “en değerli ve şerefli” unvanını almışlardır.
Ehl-i dünyâ şirketler ile büyük servetler kazandıkları gibi, amâl-i uhreviyede dahi iştirak-i a’mal sırrı ile büyük mükâfat elde edilebilir
Yalnızca dünyayı düşünen kişiler, büyük servet ve güçlü bir kuvvet elde etmek için—hatta çeşitli siyasetçiler ve toplum hayatını yönlendiren bazı gruplar—malların ortak kullanımı (iştirâk-i emvâl) ilkesini kendilerine rehber edinmişlerdir. Her ne kadar bu sistemde çok fazla yanlış kullanım ve zarar olsa da, yine de olağanüstü bir güç ve menfaat sağlarlar. Fakat malların ortak olması, çok zararı bulunsa bile, o malların hakikî mâhiyetini değiştirmez. Herkes, bir yönüyle tüm mala ortakmış gibi görünür; ama gerçekte tam olarak faydalanamaz. Bununla beraber, bu ortaklık düsturu uhrevî amellere (ahiret için yapılan işlere) uygulandığında hiçbir zararı yoktur; aksine çok büyük faydalar sağlar. Çünkü ahiret amellerinde, ortaklığa katılan herkes, sanki ortaya konan bütün amel kendi eline tam olarak geçmiş gibi sevap alır.
Buna bir misal: Diyelim ki dört beş kişi ortak niyetle bir lamba yapmak için biri gaz yağı, biri fitil, biri lamba, biri cam, biri de kibrit getirdi. Lamba yanınca hepsi tam bir lambanın sahibi gibi olur. Her birinin büyük bir aynası olsa, o lamba odayla beraber aynalarda eksiksiz şekilde görünür. Aynen bunun gibi ahiret amellerinde, ihlâs sırrıyla yapılan ortaklık; kardeşlik, dayanışma ve birlik sırrıyla ortak çalışma sayesinde ortaya çıkan bütün o büyük nur ve sevap, tamamıyla her bir kişinin amel defterine yazılır. Bu, hakikat ehli arasında görülen, bilinen bir hakikattir ve Allah’ın geniş rahmetinin bir sonucudur. Bediüzzaman Hazretleri ifade ettiğimiz manaları şöyle aktarmaktadır.
Ehl-i dünyâ, büyük bir servet ve şiddetli bir kuvvet elde etmek için, hatta bir kısım ehl-i siyâset ve hayat-ı ictimâiye-i beşeriyenin mühim âmilleri ve komiteleri, iştirâk-i emvâl düstûrunu kendilerine rehber etmişler. Bütün sû’-i isti‘mâlât ve zararlarıyla beraber, hârika bir kuvvet ve menfaat elde ediyorlar. Halbuki iştirâk-i emvâlin, çok zararlarıyla beraber, iştirâk ile mâhiyeti değişmez. Herbirisi, umumuna gerçi bir cihette ve nezârette mâlik hükmündedirler; fakat istifâde edemezler. Her ne ise, bu iştirâk-i emvâl düstûru a‘mâl-i uhreviyeye girse, zararsız, azîm menfaate medârdır. Çünki bütün emvâl, o iştirâk eden herbir ferdin eline tamamen geçmesinin sırrını taşıyor. Çünki, nasıl ki dört beş adamdan iştirâk niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Herbiri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. O iştirâk edenlerin herbirisinin bir duvarda büyük bir aynası varsa, herbirinin noksânsız, parçalanmadan birer lâmba, oda ile beraber aynasına girer. Aynen öyle de, emvâl-i uhreviyede sırr-ı ihlâs ile iştirâk ve sırr-ı uhuvvetle tesânüd ve sırr-ı ittihâd ile teşrîkü’l-mesâî, o iştirâk-i a‘mâlden hâsıl olan umum yekün ve umum nûr, herbirinin defter-i a‘mâline bitamâmihâ gireceği, ehl-i hakîkat mâbeyninde meşhûd ve vâki‘dir. Ve vüs‘at-i rahmet ve kerem-i İlâhînin muktezâsıdır. İşte ey kardeşlerim! Sizleri inşâallâh menfaat-i maddiye rekābete sevketmeyecek. Fakat menfaat-i uhreviye noktasında bir kısım ehl-i tarîkatin aldandıkları gibi, sizin de aldanmanız mümkündür. Fakat şahsî, cüz’î bir sevab nerede? Mezkûr misâl hükmündeki iştirâk-i a‘mâl noktasında tezâhür eden sevab nerede?[2]
Risale-i Nur Talebeleri sıdk ve ihlas ile daireye girerler ve kazançları küllileşir
Risale-i Nur talebelerinin uhrevî amellerde ortaklık (iştirâk-i a‘mâl) düsturu gereğince, her bir kişinin kazandığı sevabın aynısı, bütün kardeşlerinin amel defterlerine de yazılır. Bu, hem o düsturun hem de Allah’ın rahmetinin gereğidir. Bu yüzden Risale-i Nur dairesine sadakat ve ihlâsla girenlerin kazançları çok büyük ve kapsamlıdır. Her biri, binlerce hisse sevabı kazanır. Bu sevaplarda dünyevî malların paylaşımında olduğu gibi bölünme ve parçalanma olmaz; aksine bir tek sevap, herkesin amel defterine tam olarak geçer. Bediüzzaman Hazretleri bu hususu şöyle aktarır:
Risâle-i Nûr’un şâkirdlerinin iştirâk-i a‘mâl-i uhreviye düstûr-u esasîleri sırrınca, her birisinin kazandığı mikdar, her bir kardeşlerine aynı mikdar defter-i a‘mâline geçmesi, o düstûrun ve rahmet-i İlâhiyenin muktezâsı olmak haysiyetiyle, Risâle-i Nûr dâiresine sıdk ve ihlâs ile girenlerin kazançları pek azîm ve küllîdir. Her biri, binler hisse alır. İnşâallâh emvâl-i dünyeviyenin iştirâki gibi inkısâm ve tecezzî etmeden her birisine aynı amel defterine geçmesi, bir adamın getirdiği bir lâmba, binler aynaların her birisine aynı lâmba inkısâm etmeden girmesi gibidir. Demek Risâle-i Nûr’un sâdık şâkirdlerinden birisi, Leyle-i Kadr’in hakîkatini ve Ramazan’ın yüksek mertebesini kazansa, umum sâdık şâkirdler sâhib ve hissedar olmak, vüs‘at-i rahmet-i İlâhiyeden çok kuvvetli ümidvârız.[3]
Hem şirket-i ma‘neviye-i nûriyenin feyziyle her bir şâkird, derecesine göre, umum kardeşlerinin ma‘nevî kazançlarına ve duâlarına hissedar olur. Güya binler dil ile istiğfâr eder, ibâdet eder. Bu iki fâide ve netice, bu acîb zamanda bütün zahmetleri ve sıkıntıları hiçe indirir. Pek çok ucuz olarak o iki kıymetdar kârları sâdık müşterilerine verir.[4]
Şirket-i manevi ve iştirâk-i a‘mâl-i uhreviye düsturalarını İmam-ı Ali (ra) tadik etmiş, Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylânî (ks) müjdelemiş ve Kur’ân-ı Kerim işaret etmiştir.
Ayrıca şirket-i manevi ve İştirâk-i a‘mâl-i uhreviye sayesinde her bir Risale-i Nur talebesi, bir günde binlerce ihlâslı dua eden kardeşinin dualarına ve salih, veli kimselerin işlediği güzel amellerin sevaplarına aynı şekilde ortak olur ve onların sevaplarının bir misli kendi amel defterine yazılır. Bu hakikati İmam-ı Ali (ra) tasdik etmiş, Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylânî (ks) müjdelemiş ve Kur’ân-ı Kerim işaret etmiştir. Bu husus Risale-i Nur'da şöyle aktarılmaktadır:
Hem iştirâk-i a‘mâl-i uhreviye düstûruyla her bir şâkirdinin, her bir günde binler hâlis lisânlarıyla edilen makbûl duâlarını ve binler ehl-i salâhatin işledikleri a‘mâl-i sâlihanın misl-i sevâblarını kazandırıp, her bir hakîkî, sâdık ve sebatkâr şâkirdlerini, amelce binler adam hükmüne getirdiğini, İmâm-ı Alî kerremallâhü vechehû kerâmetkârâne ve takdîrkârâne üç ihbârıyla; ve Gavs-ı A‘zam (ks) kerâmet-i gaybiye-i Gavsiyesindeki tahsînkârâne ve teşvîkkârâne beşâretiyle ve Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân kuvvetli işârâtıyla, o hâlis şâkirdlerin ehl-i saadet ve ehl-i cennet olacaklarını müjde etmeleri, pek kat‘î isbat ederler. Elbette böyle bir kazanç, öyle bir fiyat ister.[5]
Şirket-i manevi ve iştirâk-i a‘mâl-i uhreviye kurtuluşa vesile olur
Bu düstur ve samimi kardeşlik bağları sayesinde, her bir ihlâslı ve hakikî talebe, sadece kendi diliyle değil, âdeta bütün kardeşlerinin dilleriyle ibadet etmiş, zikir ve istiğfar etmiş olur. Böylece bin taraftan gelen günah hücumlarına karşı, binlerce dil ile mukabele eder. Bazı meleklerin kırk bin dille zikretmesi gibi, ihlâslı ve takvâ sahibi bir Nur Talebesi de, kırk bin kardeşinin diliyle ibadet etmiş gibi olur; kurtuluşa layık hâle gelir ve inşâallah ehl-i saadetten olur.
Risâle-i Nûr’un hakîkî ve sâdık şâkirdlerinin mâbeynlerindeki düstûr-u esâsî olan iştirâk-i a‘mâl-i uhreviye kanunuyla ve samîmî ve hâlis tesânüd sırrıyla her bir hâlis, hakîkî şâkird, bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibâdet edip istiğfâr ederek, bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukābele eder. Bazı melâikenin kırk bin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakîkî, müttakî bir şâkird dahi, kırk bin kardeşinin dilleriyle ibâdet eder, necâta müstehak ve inşâallâh ehl-i saadet olur.[6]
Bu dehşetli asırda ihlastan sonra en büyük kuvvet iştirâk-i a‘mâl-i uhreviye düsturudur
Böyle bir zamanda, bu şiddetli ve tehlikeli hadiselere karşı ihlâsın verdiği kuvvetten sonra Risale-i Nur talebelerinin en büyük kuvveti ve gücü; uhrevî amellerde ortaklık düsturuyla birbirlerine destek olmaktır. Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri de iman ve sadakat şartıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarına ve mânevî kazançlarına yirmi dört saat içinde bazen yüz defadan fazla, “Risale-i Nur talebeleri” ünvanıyla ortak ettiğini; hepsini hissedar ettiğini şöyle aktarmaktadır:
Azîz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisâta karşı, ihlâs kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz, iştirâk-i a‘mâl-i uhreviye düstûruyla birbirimize kalemler ile, her birinin a‘mâl-i sâliha defterine hasenât yazdırdıkları gibi; lisânlarıyla her birinin takvâ kal‘asına ve siperine kuvvet ve imdâd göndermektir…Ve ben dahi, îmân ve sadâkat şartlarıyla, Risâle-i Nûr talebelerini bütün duâlarıma ve ma‘nevî kazançlarıma, yirmi dört saatte, iştirâk-i a‘mâl-i uhreviye düstûruyla, bazen yüz def‘adan ziyâde Risâle-i Nûr talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.[7]
Şirket-i manevi ve iştirâk-i a‘mâl-i uhreviye’den istifade kişiye göre değişir.
Risale-i Nur dairesinde bu büyük ve kapsamlı ibadet payına sahip olmak; sadakat, hizmet, takvâ ve büyük günahlardan sakınma derecesine göre gerçekleşir.
Risâle-i Nûr dâiresinde sadâkat ve hizmet ve takvâ ve ictinâb-ı kebâir derecesiyle o ulvî ve küllî ubûdiyete sâhib olur.[8]
Ayrıca Bediüüzaman Hazretleri başka bir yerde sünnet-i seniyyeye ittiba etmeye göre istifadenin değişeceğini şöyle ifade etmiştir:
İhlâs ve sadâkat ve sünnet-i seniyeye mütâbaat ve hizmet derecesine göre, o küllî ubûdiyete sâhib olur. [9]
Şirket-i maneviden istifadenin şartları
Ahirete müteallik sevaplarda bölünme parçalanma olmadan bütün Risale-i Nur talebelerinin sevaplarına ortak olmanın bazı şartları vardır.
1) İhlas ile o şirkete iştirak etme, kardeşçesine bir dayanışma-tesanüd ve ittihad ile ortak mesai sarf etmek. Bu husus Risale-i Nur’da şöyle aktarılır:
Emvâl-i uhreviyede sırr-ı ihlâs ile iştirâk ve sırr-ı uhuvvetle tesânüd ve sırr-ı ittihâd ile teşrîkü’l-mesâî, o iştirâk-i a‘mâlden hâsıl olan umum yekün ve umum nûr, herbirinin defter-i a‘mâline bitamâmihâ gireceği, ehl-i hakîkat mâbeyninde meşhûd ve vâki‘dir. Ve vüs‘at-i rahmet ve kerem-i İlâhînin muktezâsıdır.[10]
2) İhlâs, takvâ ve sadakat
Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvâda, ihlâsta, sadâkatte çalışmak gerektir.[11]
3) Mahviyet ve Sebat
Madem sizde büyük bir himmet ve kuvvetli bir iman var; tam bir ihlâs ve tam bir mahviyetle, sebatkârâne Risale-i Nur'a şakirt ol- tâ binler, belki yüz binler şakirtlerin şirket-i mâneviye-i uhreviyelerine hissedar ol. Tâ senin hayırların, iyiliklerin cüz'îyetten çıkıp küllîleşsin, âhirette tam kârlı bir ticaret olsun.[12]
4) Kalemle Nurlara hizmet
Yazı yazmak ve kalemle Nur’lara hizmet etmek bu düsturlardan istifadenin önemli bir şartıdır.
Kalemle Nurlara hizmet ve sadâkatla talebesi olmanın iki mühim neticesi var 1- Âyât-ı Kur’âniye işaretiyle, imanla kabre girmektir. 2- Bütün şakirdlerin manevî kazançlarına, Nur dairesindeki şirket-i maneviye sırrıyla, umum onların hasenatlarına hissedar olmaktır.[13]
Risale-i Nur’a kalemle (yazarak, çoğaltarak, hizmet ederek) yardım eden ve sadakatle talebesi olan bir kimsenin iki çok önemli neticesi vardır. Birisi Kur’ân’ın işaret ettiği üzere, bu hizmete devam edenlere imanla kabre girme nasibi verilir. Diğeri Risale-i Nur talebelerinin arasında “şirket-i mâneviye”den istifade eder. Görüldüğü gibi yazı yazmak ve kalemle Nur’lara hizmet etmek bu düsturlardan istifadenin önemli bir şartıdır.
[1] Bediüzzaman, Mesnevi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.227
[2] Bediüzzaman, Asa-yı Musa, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.239
[3] Bediüzzaman, Kastamonu , Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.115
[4] Bediüzzaman, Şualar-2, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.523
[5] Bediüzzaman, Kastamonu , Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.115
[6] Bediüzzaman, Kastamonu, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, , s.120
[7] Bediüzzaman, Kastamonu, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.194
[8] Bediüzzaman, Kastamonu, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.120
[9] Bediüzzaman, Sikke-i Tasdik, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 168
[10] Bediüzzaman, Lamalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 172
[11] Bediüzzaman, Kastamonu, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 120
[12] Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası 1, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2019, c.1, s. 101
[13] Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası 2, Hayrat Neşriyat, Isparta 2019, s. 356

