Cihat ilanı, ulül emrin vazifesi midir? Kişi kendi başına düşmana cihat ilan edebilir mi? Kişi düşmana saldırdığı zaman şehit olur mu? Bu konu hakkında bilgi verir misiniz?
İslam hukukçuları cihâdın ilân yetkisinin devlet başkanında olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. (İbn Kudâme, el-Kâfî, V, 470; Karâfî, ez-Zehîra, III, 388; Kâsânî, Bedâi’, VII, 97-98; Şîrâzî, el-Mühezzeb,V, 236.)
Devlet başkanının gelişen koşullar doğrultusunda muharip birliklerine cihâd emri vermesiyle savaş hazırlıkları mutlak mânâda başlatılmış sayılacaktır. Savaş kararı alındığı zaman eğer gayrimüslim tarafla daha önce yapılmış herhangi antlaşma var ise ilk olarak “(Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (onlarla yaptığın ahdi) aynı şekilde bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez.” (el-Enfâl 8/58) âyeti gereğince savaş ahlakı gereği önce antlaşmanın bozulduğu iletilir ve karşı taraf sulha davet edilir, bu teklif kabul edilmezse düşmanla fiili olarak savaş başlatılır.
Nefîr-i Âmm
Kelime olarak Nefr sözlüğü; heyecan veren bir işten dolayı bir yerden bir yere fırlayıp çıkma, ürküp kaçmak (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, VI, 4497-4499; Heyet, Mu‘cem, s. 939-940.) anlamlarda kullanılmaktadır. “Nefîr” kelimesi devlet başkanının insanları harbe davet etmesi anlamındaki “istinfâr” kelimesi ve Türkçedeki “seferberlik emriyle” aynı anlamda kullanılmaktadır. Seferberlik emri, “halkı yerinden oynatma” anlamına gelmektedir. (Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 344.)
Günümüzde ise seferberlik, “bir ülkenin silahlı kuvvetlerini savaşa hazır durama getiren, ülkenin ekonomisini, yönetimini savaşın gereklerine uyacak duruma sokan hazırlık ve önlemlerin tümü” (Akalın, Türkçe Sözlük, s. 2026.) olarak açıklanmaktadır.
Fıkhî bir terim olarak nefîr-i âmm, Müslüman bir beldeye düşman istilâsı tehdidi söz konusu olduğunda muvazzaf askerlerle bu tehdidin durdurulmasının mümkün gözükmediği durumda tüm Müslümanların seferber edilmesidir. (Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye, III, 486-487; Şeyh Nizâmî, el-Fetavâ’l-Hindiyye; II, 209.) Nefîr (seferberlik) hali kendi içerisinde nefîr-i hâs (kısmî seferberlik) ve nefîr-i âmm (genel seferberlik) olarak iki kısma ayrılmaktadır. Bu bağlamda nefîr ülkenin genel durumu göz önünde bulundurularak ve ihtiyaca göre genişlemektedir. Nefîr kavramı kıtal gibi maddî savaşlar esnasında söz konusu olduğu gibi, günümüzde Müslüman ülkeler ve toplumlar ile gayrimüslim ülkeler ve toplumlar arasında cereyan eden psikolojik, iktisadî, teknolojik, kültürel vs. alanlarda cereyan eden mücadele ve mücahede şekillerinde harp kapsamı içinde de düşünülebilecek bir husustur. (Buğda, “İslâm Savaş Hukûkunda Nefîr-i Âmm (Genel Seferberlik)”, s. 359,377.)
Nefir (seferlik) Müslüman ülkelerin ve toplumların gayrimüslimler karşısında maddi ve manevi yönden kalkınması ve güçlenmesi amacıyla ilân edilir ve Müslümanlar da buna Allah rızası için uyar ve bu doğrultuda hareket ederse, cihad kapsamında değerlendirilmektedir. İslâm tarihinde ilk nefîr-i âmm (genel seferberlik) olayı Hz. Peygamber (sav) döneminde Tebük Gazvesi’nde yaşanmıştır. Bu gazve zor ve meşakkatli olacağından Hz. Peygamber (sav) askerlerin ona göre hazırlık yapmasını istemiştir ve bütün Müslüman kabilelerine haber göndererek savaşa hazırlanmalarını ve Medine’ye gelmelerini isteyerek nefîr-i âmm/genel seferberlik ilân etmiştir. (Yiğit, “Tebük Gazvesi”, DİA, XXXX, 228.)
Bu bilgilere ek olarak bir hadiste şöyle buyrulmuştur: Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i şöyle buyururken işittim dedi: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”
Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17
Âlimlerimiz bu hadisi kötülüğü el ile düzeltmek devletin görevi, dil ie düzeltmek âlimlerin-hocaların görevi, kalp ile düzeltmek ise halkın görevi olarak izah etmişlerdir. Ebette ki umumi bir cihat ilanı devletin vazifesidir. Ancak kişi devletin cihat ilan etmediği durumlarda mücadeleyi gerektiren bir durum da hasıl olmuşsa mukaddesatı, namusu, vatanı, milleti, ailesi için cihat kararı alarak mücadele etmesi de hak bir davranıştır. Yoksa zulme razı olmak zulüm olur ki o da bir çeşit zalimlik hükmüne geçer.
Her iki durumda da mücadele eden kişi şehit olur. Şu anda bir kimse kalkıp Filistin'e gitse mücahit kardeşlerine iltihak ederek Mescid-i Aksanın namusunu korumak hem de mazlum Filistin Halkının onurlu mücadelesine destek vermek uğruna alçaklara, zalimlere, kâfirlere karşı canını feda etse o da şehitler kervanına adını yazdırmış olur.