Soru

Talebelik ve Sadakat

Risale-i Nur talebesinin hizmetteki sadakati nasıl olmalıdır? Hizmetteki abilerimizin ve Üstadlarımızın sadakat ile ilgili misallerini verebilir misiniz?

Tarih: 20.11.2020 12:50:31
Okunma: 2739

Cevap

Sadâkat, lügatte kendisine iyilik edene, lütufta bulunup koruyana minnet ve şükran duyguları ile bağlanma, bu bağlılığa yakışır şekilde davranma, hainlik ve döneklik etmeme, vefakârlık gösterme olarak ifade edilmektedir.

Risale-i Nur, kazandırdığı çok büyük kar ve kazanca bedel talebelerinden tam ve halis bir sadakat ve daimi sarsılmaz bir sebat ister.  Yani kalben sadık olmakla beraber sadakatinde yılmayıp devamlı olarak bu sadakat üzere kalmaktır. Şöyle açıklar:

“Risalet-ün-Nur, kendi sâdık ve sebatkâr şâkirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil, fiat olarak o şâkirdlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve dâimî sarsılmaz bir sebat ister.”[1] Yani Nur Talebesi olmak ve onun getireceği büyük sevablardan hissedar olmak ancak ömür boyu süren bir sadakatle mümkün olur.

Bu sadakati ve sebatı elde etmenin en mühim noktası talebelik şartlarına riayet etmektir. "Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin."[2]

Bizler Kur’ân’ın hizmetkârlarıyız. Vazifemiz ise kendi  imanımızı muhâfaza etmekle beraber başkalarının da imanına hizmet etmektir. Âhirete doğru sel gibi akmakta  olan şu insan kafilesinin her ferdinin bu hizmetimize ekmek gibi su gibi ihtiyacı vardır. Allah’ın rızasını esas  maksat yapıp bu davayı hiçbir maddî ve mânevî menfaate âlet etmeden, tam bir ihlâs ve sadâkatle yapmaya mecburuz.

Üstadımız, Risale-i Nur’a olan sadakat noktasında;  Bu hakikate binaen, bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, ‘Seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım’ dese, sen Risâle-i Nur’u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.[3] İfadelerini kullanmıştır. Yani gerekirse, zahiren bizim menfaatimize gibi olan durumlarda dahi Risale-i Nur hizmetinden bir an olsa son nefese kadar vazgeçmemektir.

 “Isparta kahramanlarının gösterdikleri hârikalar ve cihanpesendane (dünyaya meydan okurcasına) hidemat-ı nuriyenin (nur hizmetlerinin) esası, hârika sadakatları ve fevkalâde metanetleridir (dayanıklılıklarıdır). Bu metanetin birinci sebebi: Kuvvet-i imaniye ve ihlas hasletidir. İkinci sebebi: Cesaret-i fıtriyedir.”[4]

“Bu zamanda hususan bu sıralarda, Risale-i Nur’un şâkirdleri tam bir metanet ve tesanüd ve dikkat etmeye muhtaçtırlar. Lillahilhamd Isparta ve havalisi kahramanları demir gibi bir metanet göstermesiyle, başka yerlere de hüsn-i misal oldu.”[5]

Yine, Kastamonu’lu ileri gelen Nur Talebeleri’nden olan Mehmed Feyzi’ye Isparta Kahramanları gibi olmasını tavsiye ederek Üstad şöyle hitab eder:

“Feyzi kardeşim! Sen, Isparta Vilayetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede -Allah rahmet eylesin- mühim bir şeyh ve mürşid ve cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur’un elli-altmış şâkirdleri içinde celbkârane sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şâkirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebâkisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur’un yüksek, kıymetdar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.”[6]

"Hem madem bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir. Hem kemiyet ise, keyfiyete nispeten ehemmiyeti azdır. Hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ı imaniyeye nispeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz. Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz.

Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlâs lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz."[7]

                Nurun hakîkî talebeleri de ondan aldıkları dersle Allah rızasını her şeyin üzerinde görmüşler, Kur’ân ve sünnete sadakatten hiçbir zaman ayrılmamışlardır. İşte bu talebelerin en önde gelenleri Isparta kahramanları diye adlandırılan başta Husrev Efendi, Hafız Ali, Hafız Mustafa gibi ihlâs ve sadakatte meşhur fedâilerdi. Bu zatlar, üstadları gibi ne cennet sevdası ve ne de cehennem korkusu taşıyorlardı. Hizmetlerini tamamen Allah rızası üzerine bina etmişlerdi. Onlar için rıza-yı İlâhi, iltifat-ı Rahmani, kabul-ü Rabbani her şeyin üstünde idi. Onun için ne insanların övgülerini aradılar ne de onlardan gelen sıkıntılardan yıldılar. Hiçbir maddi güç onları yollarından alıkoy(a)madı. Üstadımızın talebeleri, nur hizmetine öyle büyük bir sadakatle baş koymuşlardı ki hiçbir baskı, zulüm ve tehdid onları durduramıyordu. Hizmet uğrunda öyle bir sebat ve metanet gösteriyorlardı ki, Büyük Mustafa, Büyük Ruhlu Küçük Ali ve Hâfız Mustafa gibi köyün önde gelen isimleri Hâfız Ali ve Sabri Efendilerin de olduğu bir toplulukta Kur’an üzerine el koyarak hizmet hakkında sorguya çekildiklerinde “ser (başımızı) verip sır vermeyeceğiz” diyerek yemin etmişlerdi.

 

Risale-i Nur’da geçen “sadakat” ile ilgili bazı bölümler;

“Bu defa beni çok mesrur eden ve şükre sevkeden ve bu sıralarda hâsıl olan endişemi izale eden ve Isparta Vilâyeti manevî Medreset-üz Zehra olduğunu ve Isparta şâkirdleri sebatta ve sadakatta her yere faik (üstün) olduklarını gösteren, Risale-i Nur erkânlarından üç-dört mektub ve o mektubda isimleri bulunan has kardeşlerimin Risale-i Nur’a hizmet ve kalemleriyle yardım cihetinde bize gösterdikleri fedakârane ulüvv-i cenab, böyle bir zamanda ve böyle bir mevsimde gâyet parlak bir inâyet-i Rabbânîye olduğuna kanaatımız var.”[8]

“Isparta ve havalisi, Gül ve Nur Fabrikasının kahraman şâkirdleri gibi, çelik ve demir gibi bir sebat ve sadakat ve metanet lâzım ki dayanabilsin.”[9]

“Ben, Risale-i Nur hesabına âhir ömrüme kadar Nur ve Gül dairesindeki sebatkâr ve metin ve sarsılmaz kardeşlerimle, Kastamonu’lu fedakârlar ile ebeden müteşekkirane iftihar ediyorum ve onlarla bütün zalimlerin sıkıntılarına karşı bir kuvvetli nokta-i istinad ve tam bir teselli buluyorum. Şimdi ölsem, onlar var diye ferah-ı kalble ecelimi karşılayacağım.”[10]

Süleyman, benim her hususi işimi ve kitabetimi kemal-i şevk ile minnet etmeyerek, mukabilinde bir şey kabul etmeyerek, kemal-i sadakatle yapmış. Hattâ o derece hizmeti safi ve hâlis, lillah için yapıyordu belki yüz defadan ziyade arzu ettiğim dakikada, ümit edilmediği bir tarzda geliyor; fesübhanallah diyordum “Benim arzu-yu kalbimi, bu işitiyor mu?” Anladım ki o istihdam olunuyor, sadakatinin kerametidir. Hattâ hizmetimde bulunduğu bir gün, bir yaşındaki kız çocuğuna bakılmamış. Yüksek bir damdan, taş üstüne çocuk düştü. O hizmet sadakatinin bir ikram-ı İlahî olarak o çocuk hiçbir teessür ve hastalık görmediği gibi; sütten, memeden bile kesilmedi. Her ne ise bu tarz sadakatinin lem’alarını çok gördüm.

Süleyman’da sadakatle beraber esaslı bir ihlas gördüm. Evet, bugünlerde insafsız insanlar, onun şeref ve haysiyetini kıracak derecede, hakkında işaalar izhar ettikleri zaman, ona teselli nevinden dedim ki: “Sana bu sû-i şöhreti takmakla riyadan kurtulursun.” O da kemal-i sürur ve ciddi bir surette o teselliyi kabul etti.[11]

“Biz, Risale-i Nur’un şakirtleriyiz. Said de, bizim gibi bir şakirttir. Risale-i Nur’un menbaı, madeni, esası da Kur’ân’dır. Yirmi senedir emsalsiz tetkikat ve takibatla beraber, kıymetini ve galebesini en muannid düşmana da ispat etmiştir. Onun tercümanı ve bir hizmetkârı olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de -el’iyâzü billâh- Risale-i Nur’un aleyhine dönse, bizim sadakatimiz ve alâkımızı inşaallah sarsmayacak” deyip, o kapıyı kaparsınız. Fakat, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’la meşgul olmak, elinden gelirse yazmak, ve mübalâğalı propagandalara hiç ehemmiyet vermemek ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir. Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.[12]

“Bize eza ve cefa edenlere karşı, hiç bir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sadakat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim.”[13]

Kardeşlerim, herhalde bu kadar sıkıntı ve zararı çeken zayıf bir kısım aile sahipleri, bir derece Risale-i Nur'dan ve bizden çekinmek, belki vazgeçmek için bir mazeret olabilir zannıyla, tahliyeden sonra değişmek ihtimaline binaen derim: Bu derece kıymettar bir mala bu maddî ve mânevî fiyat veren ve bu azabı çeken, o maldan vazgeçmek büyük bir hasârettir. Hem herbirisi, Risale-i Nur'un eczalarını ve alâkadarlarını ve bizi muhafaza ve yardım ve hizmeti birden bıraksa, hem ona, hem bizlere lüzumsuz bir zarardır. Onun için, ihtiyatla beraber, sadakatı ve irtibatı ve hizmeti değiştirmemek lâzımdır.[14]


[1] Sikke-i Tasdik-i Gaybî

[2] Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.

[3] Kastamonu Lâhikası

[4] Kastamonu Lâhikası, s. 187

[5] Kastamonu Lâhikası, s. 273

[6] Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 33

[7] Kastamonu Lâhikası

[8] Kastamonu Lâhikası, s. 308

[9] Emirdağ Lâhikası-1, s. 125

[10] Şuâlar, s. 389

[11] Barla Lahikası 168

[12] Emirdağ Lahikası

[13] Emirdağ Lâhikası

[14] Şualar, On Üçüncü Şua


Yorum Yap

Yorumlar