Lemaat Risalesi'nde geçen ilgili cümleyi devamıyla birlikte izah eder misiniz?
“Niyet gibi, tarz-ı nazar dahi âdeti ibâdete çevirir”
Şu noktaya dikkat et: Nasıl olur niyetle mübâh âdât, ibâdât. Öyle tarz-ı nazarla fünûn-u ekvân, olur maârif-i İlâhî. Tedkîk dahi tefekkür; yani ger harfî nazarla, hem san‘at noktasında, ne güzeldir yerine, ne güzel yapmış Sâni‘, nasıl yapmış o mâhı!
İnsan şu noktaya dikkat etmelidir: Nasıl olur güzel bir niyetle mübâh âdetler, âdât, ibadetlere, ibâdâta döner. Yani niyet insanın âdetini ibadete çevirir. Bir askerin askerlik müddetinde yemesi, içmesi, uyuması ve istirahat etmesi askerlikten sayıldığı gibi marifetullahı netice verecek bir niyet de yemeyi, içmeyi, uyumayı, beşerî halleri ibadete çevirir. Öyle de insan iman nazarıyla, âlemlerin Rabbi olan Allah’ı tanımak ve bulmak düşüncesiyle bu tarz-ı nazarla fenlere, pozitif bilimlere bakar öyle değerlendirirse her bir bilim ve fen onun için ilahî marifet olur.
Cenab-ı Hakk’ın eseri, Allah’ın (cc) isim, sıfat ve fiillerini tanıtan birer kitap olarak manay-ı harfî [1] nazarla bakılırsa, hem her bir varlıkta görünen harikulade sanat noktasında değerlendirilse, kendi kendine oluşu ifade eden “ne güzeldir yerine”, “ne güzel yapmış yoktan yaratan Sâni‘”, denilecektir. Eserin sahibi, fiilin faili bulunacaktır. “Nasıl yapmış yoku var eden, varı da yok eden o mâhı (güzelliği/ay’ı)!” diyerek hayretle yüce Allah’ı (cc) tanıma başlayacaktır. Bu nazarla bakılırsa insan eserden, fiilden faili görür. O’nu tanır. O zaman failin kastını, hikmetini anlamaya çalışır. Nakıştan nakkaşı bulur. Nakıştaki güzelliklerin nereden geldiğini bilir. Eserden eser sahibine intikal eder. Eserdeki güzelliklerin sırrını çözmeye başlar. Böylece her bir varlık, Allah’a ulaşmaya engel değil aksine birer vasıta olur.
Nokta-i nazarında kâinâta bir baksan, nakş-ı Nakkāş-ı Ezel, nizâm ve hikmetiyle lem‘a-i kasd ve itkān, tenvîr eder şübehi.
Bediüzzaman Hazretlerine göre işte bu düşüncenin verdiği bakış açısında, nokta-i nazarında kâinâta bir bakılsa, her şey Allah’ın birer nakışı ve sanatı olarak görülecektir. O zatın her şeydeki nizâm ve hikmetiyle gösterdiği nakış, her varlıkta, her hadisede görünen menfaatler, faydalar ve maslahatlardan anlaşılan maksad, ilim, irade ve kudretin düsturlarıyla icad edilen parıltıları açıklığa kavuşturur. İnsanın zihnindeki ve kalbindeki kâinatın yaratıcısı hakkındaki karanlık şüpheleri, aydınlatır.
Döner ulûm-u kâinât maârif-i İlâhî. Eğer ma‘nâ-yı ismîyle tabiat noktasında, zâtında nasıl olmuş, eğer etsen nigâhı, bakarsan kâinâta, dâire-i fünûnun dâire-i cehl olur. Bîçâre hakîkatler, kıymetsiz eller kıymetsiz eder. Çoktur bunun güvâhı.”[2]
İşte bu düşünce sayesinde insan için kâinattaki ilimler ilahî marifete döner. Eğer insan Cenab-ı Hakk’ı unutsa, O’ndan gaflet etse veya inkâr edip iman gözlüğü ile değil her şeyi varlığın kendi tarafından, sebepler yönünden ma‘nâ-yı ismîyle veya her şeyin tabii olduğu, tabiat tarafından yapıldığı açısından değerlendirilirse; kâinâta tabiat noktasından, zâtında nasıl olmuş düşüncesi ile bakılırsa, Allah’a (cc) ulaştıracak, O’nu tanıtacak olan pozitif ilimler insan için bir cehalet dairesi olur. Cenab-ı Hakk’ı tanıtmak, bildirmek ve kulların O’na ulaşmasını sağlamak için âleme konulan ve fenler denilen ilahî nizam olan biçare hakikatler, faili bulmayan, yaratıcıyı görmeyen, hadiselerin ve varlıkların kendi kendine, tabii veya tesadüfen olduğunu düşünen insanlar, kıymetsiz elleri ile bu nizamı kıymetsiz eder. Etrafımıza baktığınızda bunun örneği, şahidi çoktur.
[1]Mana-yı harfi ve manayı ismî için bakınız; https://risale.online/soru-cevap/mana-yi-ismi-ve-harfi
[2] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrât Neşriyat, Isparta 2015, s. 348