"Her bidat dalalettir, dalalet ise ateştedir" manasında hadis var. Şimdi sünnetin dışına çıkınca dalalet oluyor ya bunun ölçüsü nedir? Diyelim ki yeme içme adabı yada tuvalete girme adabı vb sünnetleride terk etmek dalalet midir? Bunun ölçü ve ehemmiyet sırası nasıldır? Her konuda sünnete uyamayabiliyoruz.
Bid'at, sünnete uymamak değildir. Bid'at, dinde yeni şeyler icad etmektir. Yani sünnette olmayan şayleri sünnetin yerine koymaktır. Sünneti terk eden terk ettiği sünnetin sevabından ve nurundan mahrum kalır.
Buna dair Üstad Bediüzzaman hazretleri 11. Lemada şu izahı yapmıştır:
"Altıncı Nükte: Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلَالَةٌ وَكُلُّ ضَلَالَةٍ فِي النَّارِ
Yani اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ âyetinin sırrıyla, kavâid-i şerîat-ı garrâ(Parlak şeriatin kaideleri) ve desâtîr-i sünnet-i seniye(sünnetin düstruları), tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni îcâdlarla o düstûrları beğenmemek veyahud -hâşâ ve kellâ- nâkıs(noksan) görmek hissini veren bid‘aları îcâd etmek dalâlettir, ateştir.
Sünnet-i seniyenin merâtibi(mertebeleri) var. Bir kısmı vâcibdir(farzdır), terk edilmez. O kısım, şerîat-ı garrâda tafsîlâtıyla beyân edilmiş. Onlar muhkemâttır, hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da, nevâfil(nafileler) nev‘indendir. Nevâfil kısmı da, iki kısımdır. Bir kısmı, ibâdete tâbi‘ olan sünnet-i seniyelerdir. Onlar da şerîat kitaplarında beyân edilmiştir. Onların tağyîri(değiştirilmesi) bid‘attir. Diğer kısmına, “âdâb” ta‘bîr ediliyor ki, siyer-i seniye kitaplarında zikredilmiştir. Onlara muhâlefete, bid‘a denilmez. Fakat âdâb-ı Nebeviyeye bir nevi‘ muhâlefettir ve onların nûrundan ve o hakîkî edebden istifâde etmemektir. Bu kısım ise, örf ve âdât ve muâmelât-ı fıtriyede Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tevâtürle ma‘lûm olan harekâtına ittibâ‘ etmektir. Meselâ, söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düstûrlarını beyân eden ve muâşerete taalluk eden çok sünnet-i seniyeler vardır. Bu nevi‘ sünnetlere, “âdâb” ta‘bîr edilir. Fakat o âdâba ittibâ‘ eden, âdâtını ibâdete çevirir, o edebden mühim bir feyiz alır."
Dokuzuncu Nükte: Sünnet-i seniyenin herbir nev‘ine tamamen bilfiil ittibâ‘ etmek, ehass-ı havâssa(hasların haslarına) dahi ancak müyesser olur.
Ona bilfiil olmasa da, binniyye(niyetle), bilkasd(kastederek) ve tarafdârâne ve iltizâmkârâne(lüzumlu görerek) tâlib olmak, herkesin elinden gelir. Farz ve vâcib kısımlara, zaten ittibâa mecbûriyet vardır. Ubûdiyetteki(ibadetlerdeki) müstehab olan sünnet-i seniyenin terkinde günah olmasa dahi, büyük sevabın zâyiâtı var. Tağyîrinde(değiştirilmesinde) ise, büyük hatâ vardır. Âdât ve muâmelâttaki sünnet-i seniye ise, ittibâ‘ ettikçe o âdât, ibâdet olur. İttibâ‘ etmezse, itâb yok. Fakat Habîbullâh’ın âdâb-ı hayatiyesinin nûrundan istifâdesi azalır. Ahkâm-ı ubûdiyette yeni îcâdlar, bid‘attir. Bid‘atler ise, اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْsırrına münâfî olduğu için, merdûddur." (11. Lema)