Allah u Teala'nın Kelam sıfatını nasıl anlamalıyız? Kelam sıfatı muhale, ademe tecelli eder mi?
Aklen vücûd (varlık) mertebeleri üç sınıftır.
1- Vacibü’l Vücûd: Varlığı zorunlu olan, olmaması muhal olan vücûd. Cenab-ı Hakk tek olarak vacibü’l vücuddur.
2- Mümkünü’l Vücûd: Varlığı zorunlu olmayan, olması ya da olmaması mümkün olan vücûd. Tüm varlıklar mümkünü’l vücuddur.
3- Mümteniü’l Vücûd: Varlığı muhal vücuddur. Bu da iki kısımdır.
1- Âdeten Mümteni: Allah’ın kâinatta koyduğu kanunlar gereği olması muhal vücûd: Havada uçan filin var olması âdeten mümteni vücûddur. Yani mümkün değildir.
2- Hakikaten Mümteni: Hiçbir şartta olması mümkün olmayan vücûd. İkinci bir ilâhın varlığı hakikaten mümtenidir. Asla ve kat’a mümkün değildir.
Bu itibarla Vacibü’l Vücûd olan Allah’ın sıfatlarını tefekkür ederken mümkünü’l vücûd olan bizlerin sıfatlarıyla birebir aynı olacağı veya bizlerdeki sıfatlarla kıyası, zeminsel olarak tutarlı değildir.
Bediüzzaman Hazretleri bu farklılığa, Allah’ın kelâmını örnek vererek şöyle dikkat çeker.
“Allah’ın insandaki akıl ve lisân (dil) gibi, bir anda yalnız bir mes’eleyi düşünmek ve yalnız bir lafzı (sözü) söylemek gibi cüz’î (pek az miktarda) değil, belki göz misillü (gibi) ve muhît (çepeçevre kuşatan) bir nazara (bakışa) sâhib olmak gibi, Kelâm-ı Ezelî (Allah'ın zaman üstü/ötesi konuşması) dahi bütün zamanı ve bütün tâife-i insaniyeyi (insan taifelerini) nazara alan bir külliyette (bütüncül) bir kelâm-ı İlâhîdir (Allah kelamıdır).”[1]
Bununla beraber vacibü’l vücûd olan Allah’ın kelamı, bizlerin kelâmını sınırlandıran zaman, ses, yön, harf ve kelimelerden bağımsız bir konuşmadır.
Bediüzzaman Hazretleri bu konuşmanın varlığını ispat makamında şu delili getirmektedir;
“İlim ile hayatın zarûrî bir lâzımı (zorunlu bir gereği) ve ışıklı bir tezâhürü (görünür olması) olan mükâleme (konuşma) sıfatı, elbette ihâtalı (kuşatıcı) bir ilmi ve sermedî (sonsuz) bir hayatı taşıyan zâtta, ihâtalı ve sermedî bir sûrette (şekilde) bulunur.”[2]
Güneş varsa ışığın varlığı bedihi olduğu (çok açık bilineceği) gibi ilim ve hayat varsa mükâleme vardır. İlim kuşatıcı ve hayat ta ebedi ise kelâmı da ezelî olacaktır.
Yine Hazret-i Üstad’ın Allah’ın sıfatlarında yapılan tanımlamaların hakiki manalarıyla Cenab-ı Hakk hakkında kullanılmasının muhal olduğunu beyanla yapılan isimlendirmelerin müteşabihat (benzetmeler) olarak değerlendirilmesi gerektiğini şöyle ifade etmektedir;
“Bu iki sıfat (Rahman ve Rahim sıfatları), ‘yed’ gibi, ma‘nâ-yı hakîkîleriyle (gerçek anlamlarıyla) Cenâb-ı Hakk hakkında kullanılması muhâl olan müteşâbihâttandır.
Müteşâbihatta ma‘nâ-yı mecâzînin (mecaz anlamın), ma‘nâ-yı hakîkînin (gerçek anlamın) lafzıyla, üslûbuyla gösterilmesindeki hikmet, insanların me’lûf (ülfet ettikleri) ve ma‘lûmları (bildikleri) olmayan ma‘nâları ve hakîkatleri zihinlerine yakınlaştırıp kabul ettirmekten ibârettir.”[3]
Mutlak yokluk ise; hakikaten mümtenidir, yoktur.
Bu hususta Hazret-i Üstad’ın şu izahları dikkat çekicidir;
“Eşyada esas bekadır, adem değildir. Hattâ ademe gittiklerini zannettiğimiz kelimât (kelimeler), elfaz (sözler), tasavvurât (zihindeki şekillenmeler) gibi serîü’z-zeval (hızlı kaybolan) olan bazı şeyler de âdeme (yokluğa) gitmiyorlar. Ancak sûretlerini (görüntülerini) ve vaziyetlerini (durumlarını) değiştirerek zevalden (kaybolmaktan) masun kalıyorlar (korunuyorlar). Adem-i mutlaka (tamamen yokluğa) gitmiyorlar.”[4]
"Öyle ise fenaya gitmek (ölmek), muvakkaten (geçici) haricî libasını (dış elbisesini) çıkarıp, vücud-u manevîye ve ilmîye (mana ve bilgi cihetiyle bir varlığa) girmektir. Yani hâlik (helak olan) ve fâni olanlar (ölenler) vücud-u haricîyi (bedeni) bırakıp, mahiyetleri (nitelikleri) bir vücud-u manevî giyer (anlam kazanır), daire-i kudretten (yaratılmış olanların sınıfından) çıkıp daire-i ilme girer (bilgi olarak varlık kazanır).”[5]
[1] Bediüzzaman Said Nursi, İşârâtü’l İ’câz, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 4.
[2] Bediüzzaman Said Nursi, Şua’lar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 113.
[3] Bediüzzaman Said Nursi, İşârâtü’l İ’câz, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 13.
[4] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevî Nuriye, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 123.
[5] Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 59.