Mutlak yokluk var mıdır? İzah eder misiniz?
( MUTLAK ) YOKLUK VAR MIDIR ?
Allah-u Teâlâ tüm varlıkları yoktan yaratmıştır. Hiçbir şey yokken her şey hiçbir asıl ve örnek olmadan bedi eşsiz bir şekilde yaratılmıştır.
O, Hâlık (herşeyi yaratan), Bâri' (yoktan var eden), Müsavvir (her mahlûka sûret veren) Allah'dır (Haşr 24)
Nitekim daha önce sen (de henüz) hiçbir şey değil iken, muhakkak ki seni de yaratmıştım!” (Meryem,9)
Yoktan var edebilmek ancak hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir kudrete hastır. Çünkü yaratabilmek ancak ezeli bir kudreti iltizam eder. Yüce Rabbimizin kâinatı yaratması onun şefkatinden ileri gelmektedir. Biliyoruz ki Allah (c.c) haşa hiçbir şeyi yaratmak mecburiyetinde ve zorunluluğunda değildir. Fakat Rabbimizdeki (c.c) bu sınırsız şefkat ve merhamet yokluk karanlıklarındaki mahlukatın vücuda gelmesinde bir esas olmuştur. Bu sınırsız-ebedi şefkat ve merhamet sınırlı ve süreli değil elbetteki daimî ve ebedidir.
“İlk ölümden (dünyadaki vefatlarından) başka orada ölüm tatmazlar” (Duhan 56)
“O, göklerin ve yerin benzersiz, örneksiz, eşsiz yaratıcısıdır.” (Bakara 117)
“Allah(c.c) da onları altlarından nehirler akan Cennetlerle mükâfâtlandırdı; (onlar) orada ebedî olarak kalıcıdırlar. İyilik edenlerin mükâfâtı ise, işte budur!” (Maide 85)
Allah (c.c) onlar için, altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırladı; orada ebedî olarak kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur! (Tevbe 89) daha bunun gibi birçok ayet ve sayamayacağımız kadar hadis-i şerifler ve de İslam alimlerinin nerdeyse tamamı da cennetin ebedi olduğu noktasında hemfikirdirler. Sadece birkaç kişiyle sınırlı ebediyet kavramı ile ilgili yoruma tabi görüşler varsa da bu görüşlerin onlara ait olmadığı veya görüşlerin yanlış anlaşıldığıyla ilgili iddialarla birlikte bu görüşlerin de çok açık ve net olmadığı için bahsimizden hariç tutuyoruz.
Üstad hazretleri(ra) da ebediyeti insanın en önemli bir meselesi olarak gördüğü için eserlerinde bu konuyu çok sık işlemiştir. Çünkü ona göre ebediyet olmadığı takdirde her şey abesiyete ve hikmetsizliğe, zulme ve büyük bir israfa inkılap edecektir. Halbu ki kâinatın her yerinde gördüğümüz, müşahede ettiğimiz mevcudat üstündeki bu sonsuz harika sanat eserleri ve onların üstündeki hikmet, şefkat, rahmet tecellileri de ebedi olarak devam edecek ve yokluğa geçit vermeyecektir. Çünkü Allah’ın sonsuz hikmeti, şefkat ve merhameti, hikmeti bu haşa abesiyetten, israftan, hikmetsizlikten ve zulümden beridir.
“Altıncı sualinizin meâli: كُلُّ شَئٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ Bu âyetin âhirete, cennete, cehenneme ve ehillerine şumûlü var mı, yok mu?
Elcevab: Şu mes’ele, pek çok ehl-i tahkîk ve ehl-i keşif ve ehl-i velâyetin medâr-ı bahsi olmuş. Şu mes’elede söz onlarındır. Hem de şu âyetin çok genişliği ve çok merâtibi var.
Ehl-i tahkîkin bir kısm-ı ekseri demişler ki: “Âlem-i bekāya şumûlü yok.” Diğer kısmı ise: “Ânî olarak onlar da az bir zamanda bir nevi‘helâkete mazhar olurlar. O kadar az bir zamanda oluyor ki, fenâya gidip gelmiş hissetmeyecekler.” Ama bazı müfrit fikirli ehl-i keşfin hükmettikleri fenâ-yı mutlak ise, hakîkat değildir. Çünki Zât-ı Akdes-i İlâhî, madem sermedî ve dâimîdir. Elbette sıfâtı ve esmâsı dahi sermedî ve dâimîdirler. Madem sıfâtı ve esmâsı dâimî ve sermedîdirler. Elbette onların aynaları ve cilveleri ve nakışları ve mazharları olan âlem-i bekādaki bâkıyât ve ehl-i bekā, fenâ-yı mutlaka bizzarûre gidemez.”[1]
Esması ve sıfatları daimî ve ebedi olan Zât-ı Akdes ’in elbette ayineleri ve cilveleri hükmünde olan mevcudat ve mahlukatı hususan en büyük bir cilveye mazhar, bütün esmaya mazhar ve bütün kemalata müstaid[2] olan ayet-i ekber ve eşref-i mahlukat ve rahmetinin en büyük tecellisi olan ve içinde şedid bir ebediyet arzu-yu bekayı dercettiği bir kalbi ihsan ettiği insanı yokluğa atmayacaktır.
“İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Eşyada esas bekadır, adem değildir. Hattâ ademe gittiklerini zannettiğimiz kelimât, elfaz, tasavvurât gibi serîü’z-zeval olan bazı şeyler de âdeme gitmiyorlar. Ancak sûretlerini ve vaziyetlerini değişdirerek zevalden masun kalıyorlar. Bazı yerlerde tahassun ediyorlar. Adem-i mutlaka gitmiyorlar. Fen dedikleri hikmet-i cedide, bu sırra vakıf olmuş ise de vuzuhuyla vakıf olamamıştır. Ve aynı zamanda, “Âlemde adem-i mutlak yoktur. Ancak terkib ve inhilal vardır” diye ifrat ve hatâ etmiştir. Çünkü, âlemde Cenab-ı Hakk'ın sun’uyla terkip vardır. Allah'ın izniyle tahlil vardır. Allah'ın emriyle îcad ve îdam vardır.[3]”
Şu an fani olarak bildiğimiz bu alemde aslında hiçbir şeyin yok olmadığını ademe gitmediklerini bilmekteyiz. Ve bugünkü bilim de bu işin sırrına çok vakıf olamamış ise de bir nebze olsun hiçbir şeyin yokluğa gitmediğini tesbit etmiştir. Fakat ifrat ederek yok olamayacağını da iddia etmiştir. Evet Allah’ın izni ve iradesi olmadan hiçbir şey yok olmaz. Fakat Allah isterse herhangi bir şeyi yok edebilir. Fakat bu yokluk bize göredir. Çünkü Allah’ın sonsuz ve sınırsız bir ilmi vardır hiçbir şeyin onun haricinde olamaz. Vücud-u harici itibariyle ademe gitse bile onun ilminde beka içindedir. Haşa yaratılan bir şeyin yok olarak nereye gittiğini bilmemek haşa ilmi ezeli için bir noksaniyettir bu da uluhiyet kavramına zıd düşer. Var olan ve yok olan her ne var ise onun ilmindedir. Onun ilminde yokluk yoktur ve olamaz fakat yokluk bize göre vardır. Allah isterse tüm mahlukatı kudretin taallukundan çıkarıp ademe gönderir. İstediği anda da oradan geri getirir. Mesela ışığı yanan bir ampule, lambaya baktığımızda onun sürekli kesintisiz olarak yandığını zannederiz. Halbuki ampul saniyede 100 defa yanıp sönmektedir. Yani bir var bir yok, yine bir var yok ve bir var…Bu ampül yandıkça hep devam eder. Fakat karanlık aslen var olmadığı için aydınlık karanlığa galip Allah’(c.c)ın izniyle gelmektedir. Tüm varlıkları yokluk alemine düşmekten her an Hayy ve Kayyum esması ile ayakta tutmaktadır. Çünkü beka tekerrürü vücuddan ibarettir.[4] İşte bu fani alemde ve geçici mekanlarda bu kadar bekaya mazhar olan işleri halk eden RAHMAN ebediyete daha layık olan ahiret sahnesinde ebediyet ve bekanın en üst tecellisini yok etmemekle gösterecektir. En basit görünen şeyleri bile Hafıziyeti ile muhafaza edip ebedi sayfalara kaydeden elbette en değerli ve kıymetli hazineleri yokluğa göndermeyecektir.
“Bir cemal sahibi daima hüsün ve cemalini görmek ve göstermek ister. Bu ise ahiretin vücudunu ister. Çünkü daimî bir cemal zail ve muvakkat bir müştaka razı olmaz. Onun da devamını ister. Bu da ahireti ister.”[5]
“Cemal sermedi ve daim olursa behemehâl o cemalin inceliklerini gösteren ayinelerin de ebedi ve daimî olmaları zaruridir. Çünkü baki bir hüsün, fâni bir müştaka razı olmaz”[6]
“Binaenaleyh, bu ebedî sehavet, tükenmez servet ebedî bir ziyafetgâhı ister ve devam ile muhtaçların da devam-ı vücudunu iktiza eder. Zira, nihayet bir sehavet, harika bir kerem, daima halka ihsan ve in'am etmek iktiza eder. Bu ise, ihsan ve in'amlara minnettar ve muhtaç olanların devam-ı vücutlarını ister.”[7]
“Ve keza, şu mu'cizeli ve hikmetli ef'âl-i kerîmânenin tezahüratından anlaşılıyor ki, Sâni-i Fâilin pek gizli kemâlâtı vardır. Ve daima o kemâlâtı, enzar-ı âleme arz ve teşhir etmek ister. Çünkü, daimî bir kemâl, daimî bir tezahürle takdir edicilerin devam-ı vücutlarını iktiza eder. Çünkü, adem-i mutlaka namzet olan insan, kemâlâta kıymet vermez ve istihsan ve takdire bedel istiskal ve tahkir eder.” [8]
“Ve keza, bu âlemin Sâni’inde pek rahîmâne bir şefkat vardır. Zîra görüyoruz ki, bu âlemde yardım isteyen bir musibetzedeye kemâl-i sür’atle yardım ediliyor. Dergâh-ı izzete iltica eden kurtuluyor. Sual eden sâillerin istekleri veriliyor. En âdi bir zîhayatın sesi işitiliyor ve hâceti kabul ediliyor. İşte böyle bir şefkat sahibi, nev-i beşerin en büyük, en lâzım, en zarurî, şedit bir hâceti hakkında, bütün insanlar namına yaptığı duada istediği Cenneti ve saadet-i ebediyeyi ve ba’sü ba’del mevti yapacaktır. Bilhassa, o reis-i muhteremin şu umumî duasına, bütün zevilhayat, bütün mahlûkat “Âmin! Âmin!” diyorlar. [9]
Tüm kainatın halifesi olarak yarattığı insanı, kendilerini Allah’a adayarak ömürlerini onun yolunda ibadet ve taatle geçirip kalpleri onun sevgisiyle dolan göz yaşları döküp türlü türlü işkencelere maruz kalan bunca mümin, evliya sahabe, peygamberler ve insanlığın medar-ı iftiharı “Levlake” sırrına mazhar olmuş en sevgiliyi, EN SEVGİLİSİNİ yokluk karanlıklarına göndereceğini düşünmek haşa onun adaleti, hikmeti, rahmeti ve şefkati ile uyuşmaz. İnsan bile en sevdiği en değer verdiği kişileri hiçbir zaman kaybetmek istemezken şefkat ve merhameti buna müsaade etmezken nasıl olur da aynı şeyi Allah için düşünemez. Allah (c.c) kullarının takdir ve tahayyürle kendi şanını yüceltmelerine, hamd ve senalarına kilit vurmayacak, o ebedi isimlerin de iktizasınca da ebedi olarak hamdü senalara devam etmelerine izin verecektir. Elbette ebedi tecelliler ebedi hamd ve senaya layıktır. Çünkü ebediyet kulpuna tutunan o kulp ile beraber ebedi olarak onun izni ile bekaya mazhar olacaktır. Elbette Allah Erhamurrahimindir. Bu fani alemde kendisini bu kadar zahir ve aşikâr gösteren bu kadar misafirperver olan Allah (c.c) bu misafirlerini, sınırsız lezzetlerin olduğu sofrasına davet edip sonrasında da onaları bu mükerrem sofradan döverek kaldırıp, başlarını uçurmak için idam sehpasına yaldızlı tahtlar üstünde götürmez. Biz biliyoruz ki Allah-u Teâlâ(c.c) ebediyeti fıtraten ve lisanen isteyen ve de TÜM KAİNATIN YARATILIŞININ SEBEBİ aynı zamanda da NETİCESİ OLAN EBEDİYET’i kullarına ihsan ederek o hikmetleri abesiyete çevirmeyecektir.
[1] Mektubat 1 On Beşinci Mektub, Osmn.49
[2] Sözler 24. Söz osm. Sh. 126
[3] Mesnevi Nuriye, Habbe Osmn.123
[4] İşarat-ul icaz Fatiha Tefsiri osmn.
[5] Mesnevi Nuriye Lasiyyemalar osmn.35
[6] Mesnevi Nuriye Lasiyyemalar osmn.38
[7] Mesnevi Nuriye Lasiyyemalar osmn.38
[8] Mesnevi Nuriye Lasiyyemalar osmn.38
[9] Mesnevi Nuriye Lasiyyemalar osmn.39