Soru

Zahiri Sebepler Meselesi

22.sözün 2. makamında sebeplerin hikmetlerinin izahında geçen, zahiri nazarda pis görünen şeylerle kudretin mübaşereti görünmesin anlamını bir misalle açıklayabilir misiniz?

Tarih: 8.08.2012 16:53:12
Okunma: 5390

Cevap

22. Sözün haricinde 30. Lema da bu konuya dair şöyle geçmektedir.

"Hayatın iki yüzü de şeffaf ve kirsiz olduğundan, esbâb-ı zâhiriye(görünürdeki sebepler), ondaki tasarrufât-ı kudret-i Rabbâniyeye perde edilmemiştir. Evet, bu hâssanın sırrı şudur ki, kâinâtta gerçi her şeyde bir güzellik ve iyilik ve hayır var; ve şer ve çirkinlik gāyet cüz’îdirler ve vâhid-i kıyâsîdirler ki, güzellik ve iyilik mertebelerini ve hakîkatlerinin teksîrini ve taaddüdünü(çokluğunu) göstermek için, o şer ise hayır ve o kubuh(çirkin) dahi hüsün(güzel) olur. Fakat, zîşuûrların(şuur sahiplerinin) nazar-ı zâhirîsinde(dış yüzünü gören bakışında) görünen zâhirî çirkinlikten ve fenâlıktan ve belâ ve musibetten gelen küsmeklikler ve şekvâlar, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’a teveccüh etmemek için; hem aklın zâhirî nazarında habîs ve pis görünen şeylerde, kudsî ve münezzeh olan kudretin bizzât ve perdesiz onlarla mübâşereti(teması), kudretin izzetine münâfî gelmemek için, zâhirî esbâb o kudretin tasarrufâtına perde edilmişler. O esbâb ise, îcâd edemiyorlar. Belki haksız olan şekvâlara ve i‘tirâzlara hedef olmak; ve izzet ve kudsiyet ve münezzehiyet-i kudreti muhâfaza etmek içindir ki, Yirmiikinci Söz’ün İkinci Makamı’nın mukaddemesinde beyân edildiği gibi; Hazret-i Azrâîl aleyhisselâm, kabz-ı ervâh vazîfesi hususunda Cenâb-ı Hakk’a münâcâtetmiş, demiş: “Senin kulların benden küsecekler.” Cevâben ona denilmiş: “Senin vazîfen ile vefat edenlerin ortasında, hastalıklar ve musibetler perdesini bırakacağım. Vefat edenler sana değil, belki i‘tirâz ve şekvâ oklarını o perdelere atacaklar.”(30. Lema)

İnsanoğlu, her zaman eşyanın güzel, şeffaf ve parlak olan yüzünü göremez. Çünki kendisi bencil ve zahirperesttir. Her şeyi yerli yerince kudretiyle yaratan Cenabı Hakk'ın bu yaratmasındaki ve tasarrufatındaki güzellikleri, hikmetleri ve manaları bazen anlayamaz. Anlayamadığı için çirkin, kötü, pis veya şer olduğunu zannederek şikayetler edebilir. Bu yüzden Cenabı Hak kudretine bir izzet perdesi olarak sebepleri vaz etmiştir. Fakat bu sebepler asıl itibariyle kuvvet ve tesir sahibi değillerdir.

Bu noktada 18. Sözde verilen misaller size cevap olabilir. Şöyleki,

"Bir kısım hâdiseler var ki, zâhirî(görünüşü) çirkin, müşevveştir(karışıktır). Fakat o zâhirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizâmlar var. Ezcümle(örnek olarak) bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihâyetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın(bitkilerin) tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşîn tahrîbâtı, hazîn(hüzünlü) firâk(ayrılık) perdeleri arkasında tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin(Sübhan Olan Allah'ın haşmet ve büyüklük tecellilerinin) mazharı olan kış hâdiselerinin tazyîkinden(baskısından) ve ta‘zîbinden(azab vermesinden) muhâfaza etmek için, nâzdâr çiçeklerin dostları olan nâzenîn hayvancıkları vazîfe-i hayattan terhîs etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenîn, taze, güzel bir bahara yer ihzâr etmektir(hazırlamaktır).

Fırtına, zelzele, vebâ gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok ma‘nevî çiçeklerin inkişâfı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok isti‘dâd çekirdekleri, zâhirî çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer ma‘nevî yağmurdur. Fakat insan hem zâhirperest(görünüşe göre hükmeden), hem hodgâm(bencil) olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki eşyânın insana âit gayesi bir ise, Sâni‘inin esmâsına âit binlerdir. Meselâ Kudret-i Fâtıra’nın büyük mu‘cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, ma‘nâsız telakkî eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ atmaca kuşu serçelere taslîti(saldırması), zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun isti‘dâdı, o taslît ile inkişâf eder. Meselâ kar’ı, pek bâridâne(buz gibi donuk) ve tatsızca telakkî ederler. Halbuki o bârid, tatsız perdesi altında, o kadar harâretli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, ta‘rîf edilmez."(18. Söz)


Yorum Yap

Yorumlar