Soru

Mutezile Hüsün ve Kubuh

"Bu gibi vesvese ehl-i İtizale lâyıktır. Çünki onlar derler: "Medar-ı teklif olan ef'al ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibariyle ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmiş veya kubhu var; sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan "hüsün ve kubh zâtîdir; emir ve nehy-i İlahî ona tâbi'dir."" (21. Söz) 

Yukarıdaki yeri izah eder misiniz?

Tarih: 11.12.2020 14:48:44
Okunma: 2136

Cevap

Mutezi'le mezhebi görüşleri itibariyle her zaman aklı ön planda tutmuş ve her şeyi ona dayandırmaya çalışmıştır. Evet akıl insanlık için çok önemli bir duyudur. Birçok ayet ve hadis de buna işaret etmektedir. Fakat akıl vahiyden bağımsız düşünmeye başladığında sapmaya ve yoldan yavaş yavaş çıkmaya başlar. O akıl ki ancak vahiyle gerçek manada nurlanır ve hakikati gösterir. Böyle bir akıl İslam'ın istediği bir akıldır. Bazı şeyler vardır ki insaların bir çoğu bunları akledemez veya aklına sığıştıramaz ve itiraz etmeye başlar. Halbu ki akıl odur ki anlamadığı sükut ettiği yerde Kuran ve sünnete teslim-i silah etmelidir. Aklına güvenen bir çok insan var ki maalesef hakikatten ayrılmış dalalete sapmışlardır. Akıl ve aklın mahiyeti ile ilgili geniş izahı "20 Konuda Ehl-i Sünneti Müdafaa" kitabındaki "akıl" konulu makaleyi incelmenizi tavsiye ederiz. 

Mutezile haram ve helallik konusunda da aklına güvenerek işin illet ile hikmet boyutunu maalesef karıştırmıştır. Çünkü onlar verilen hükümlerin, muhakkak  bir sebep tahtında olma zorunluluğunu düşünmüşlerdir. Halbu ki bu (haşa) Allah'ı "belli bir sebepten dolayı haram ve helal" kılma zorunluluğuna götürmektedir ki bu düşünce Allah'ın iradesini yok saymakla eşittir. Halbu ki Allah'ın iradesi her şeyi kuşatmıştır. Hiç bir şey onun iradesine tesir edip mahkum edemez. veya belli bir sebep onun iradesini yönlendiremez. onun iradesi tabiri caizse kendi zatıyla kendi dilemesi ile hiç bir etki ve tesir altında kalmadan hür ve serbest olarak çalışır. 

Mutezile bir şeyin hellalliğini ondaki menfaatte  veya haramlılığını ise o şeydeki zarara bağlamışlardır. Çünkü "bir şey niye helal veya haramdır" diye sorulduğunda onlar "faydalı veya zararlı olduğu için" diye akli bir çıkarımdan hareketle bu hükmü ortaya koymuşlardır. yani bir şeyin haramlılığı veya helalliğinin asıl nedeni onlarda bulunan zarar ve menfaatten kaynaklanmaktadır. Onlar bu akli çıkarımla da Allah'ın bu eşyada zahiri olarak görünen zarar ve menfaat ilişkisinden dolayı böyle emretmiş olacağını düşünmüşlerdir. Onlara göre bir şey iyi olduğu için emr edilir veya kötü olduğu için nehyedilir. Çünkü iyilik ve kötülük eşyanın zatından ileri gelmektedir demişler. Yani Allah (bize göre zahiren iyi veya kötü) iyi ve güzel bir şeyi emretmek veya kötü, çirkin bir şeyi nehyetmesi Allah üzerine vacibtir demişlerdir. Unutulmamalıdır ki iyi kötü çirkin gibi vasıflar ancak Allah'ın emri ile sübut bulur. İnsanlar kendi akıl ve çıkarımlarla bir şeye iyi veya kötü diyemez. Bir şeyin iyiliği ve kötülüğü Allah'ın helal ve haram kılması ile ilgilidir. İşte bu sebepten dolayıdır ki "Allah da eşyadaki bu zarar ve menfaatten dolayı birisine helal diğerine haram demiştir" diye yanlış düşünceye kapılmışlardır. 

Halbu ki Ehl-i sünnet vel-cemaat' e göre bir şeyin iyiliği ve kötülüğü eşyanın veya olayların kendisinden değil ancak Allah'ın emri ile gerçekleşmektedir. Bir şeyin helal ve haram olması eşyanın tabiatına münhasır değildir. Eşyanın tabiiliği,onda bulunan vasıflar özellikler Allah'ın iradesini etkileyemez. Allah emredince güzel nehyedince çirkin olur.

 "(O peygamber) onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten yasaklar; hem onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri ise üzerlerine haram kılar" (Araf -157) 

Ayetinden Allah'ın iyilikleri emredeceğini kötülükleri de yasaklayacağını bildirmiştir. Fakat iyi nedir, kötü nedir? Biz yine bunu diğer ayetlerle veya sünneti seniye vasıtasıyla biliriz. Mesela "içki niye haramdır" sorduğumuzda "onlar zararlı olduğu için" (yani onun zararlı olması Allah'ın onu haram kılmaya sevk etmiştir demişlerdir.) Ehl-i sünnet ise "içki Allah emrettiği için haramdır onun haramlılığının illeti Allah'ın emridir"demişlerdir. Fakat "burada bir hikmet var mıdır" denildiğinde ise "hikmeti zararlı olması olabilir" denilir. Fakat bu hikmet, içkinin yasak olmasının sebebi(illeti) değildir. Bu yüzden Allah'ın emir ve yasakları hikmete  bina edilemez.

Eğer eşyadaki hüsün(güzellik) ve kubuh(çirkinlik) Allah'ın iradesini etki altına alıp mecburiyetten bir yasak veya helallik koysaydı bu her zaman onun kudretini ve iradesini bağımlı kılardı. Sırf eşyanın özelliklerinden dolayı onu helal ve haram kılmış olsaydı bu hükümlerini de hiç bir zaman değiştiremeyecekti o zaman. Halbu ki geçmişte bazı ümmetlere haram olan şeylerin sonrakilerine helal, veya önceki ümmetlere helal olan şeylerin sonraki ümmetlere haram kılındığını görmekteyiz. Demek ki Allah koyduğu kurallara mahkum değildir. İstediği zaman istediği hükmü kaldırır yerine başka bir hükmü koyar. Mesela "iç yağ" önceki ümmetlere haram iken bize helal kılınmıştır. Veya cumartesi günü avlanamak yahudilere haram kılnmıştı.

"Yahudi olanlara da bütün tırnaklı (hayvan)ları haram kıldık. Sığır ve davarın iç yağlarını da onlara haram kıldık; ancak sırtlarının veya bağırsaklar(ın)ın taşıdığı ya da kemiğe karışan (yağ)lar müstesnâ. Azgınlıkları sebebiyle onları böyle cezâlandırdık. Ve muhakkak ki biz, elbette doğru (söyleyen)leriz."( En'am146) 

veya

"İçinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara "Aşağılık birer maymun olunuz" dedik; bunu, çağdaşlarına ve sonradan geleceklere bir ceza örneği ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara öğüt olsun diye yaptık." (Bakara 66)

"İsrâiloğullarına, Cumartesi gününe hürmet etmeleri ve o günü sâdece ibâdetle geçirmeleri emredilmişti. Ayrıca o gün balık avlamaları da haram kılınmıştı. Fakat onlar, Allah’ın bu emirlerine muhâlefet etmekle haddi aşmışlardı. (Nesefî, c. 1, 96)" 

Demek helallik ve haramlık eşyanın veya olayların kendisinde bulunduğu zannedilen menfaat ve zarardan değil ancak Allah'ın hükmü ile sübut bulmaktdır. Mesela normal şartlarda şeker,çay vb birçok şey zararlı mıdır? (bariz bir hastalık ve tıp ilmi tarafından ölüm ve kanser tesbiti açıkça konulmuş durumlar bahsimizden hariçtir, çünkü yeri geldiğinde su bile kişiye haram olur) Bunların uzun sürede insan sağlığına zarar verdiğini biliyoruz veya bilim şu an öyle söylüyor. Fakat Allah bunları haram kılmamıştır. veya oruç tutarken belli bir saat su içemiyoruz bu süre zarfında su bize haram kılınmıştır.

İbadetlere baktığımızda da namazların rekat sayıları,orucun bir ay olması vb. emirler taabbudidir. Yani sadece Allah'ın emri ile belirlenmiştir. Bu tabbudi hükmlere, sırf Allah emrettiği için bakılır. Sebebi sorgulanamaz,çünkü bilmiyoruz.  Fakat illaki bir hikmet ararsak o hikmeti bulabiliriz. Fakat bu hikmetler onların ana sebebi değildir.

"Mu‘tezile kelâmcıları “vücûb alellah” diye ifade edilebilecek bir görüş ileri sürmüş ve bunu ilâhî adaletin ayrılmaz bir unsuru haline getirmiştir. Onlara göre Allah’ın her türlü kötü fiilden tenzih edilmesi, ancak kullarıyla ilgili bazı fiilleri yapmasını hikmet açısından zorunlu kabul etmekle mümkündür. Bundan dolayı kullarına lutufla muamele etmesi, haklarında en hayırlı olanı (aslah) yaratması, çektikleri sıkıntılara karşılık âhirette bedel (ivaz) vermesi, itaat edene sevap yazması, günah işleyip tövbe etmeyeni cezalandırması Allah için vâciptir." (tdv,Aslah md.)   

"Mu‘tezile âlimlerinin akıl yönünden Allah’a vâcip gördüğü fiiller arasında O’nun peygamber göndermesi de yer alır. Cenâb-ı Hakk’ın, iman edeceğini bildiği insanlara peygamber göndermesi onlar için faydalı olanı yaratma ilkesine, iman etmeyeceğini bildiği insanlara göndermesi ise âhiretteki itiraz ve mazeretlerini geçersiz kılma hikmetine bağlıdır. Bu husus, aklın iyi ve güzel bulduğu bir fiil niteliği taşıması açısından hüsün-kubuh ilkesine göre vâciptir "(tdv,Aslah md.)

 


Yorum Yap

Yorumlar