Bazı inkarcılar yaratmayı Allah'a değil de tabiata veriyorlar. Nasıl cevap verilebilir?
TABİAT YARATICI OLAMAZ
Allah’ın varlığını kabul etmeyen bazı kimseler varlıkların nasıl vücuda geldiklerini izah için tabiatı ileri sürmüşler, canlı-cansız bütün varlıkları tabiatın başka bir deyişle doğanın yaptığını söylemişlerdir. İleri sürdükleri bu fikir, akla, ilme ve tecrübeye münasip değildir. Belki de imkânsızdır.
Tabiatçıların ileri sürdükleri tabiatın iki yönü vardır.
1. Hava, su, güneş ve dağlar, denizler, ormanlar, gibi yaratılmış varlıkların hepsine tabiat denilmektedir.
Tabiatı bu şekilde yaratıcı olarak düşünenlere karşı şöyle bir izah yapılabilir:
Her hangi bir şeyi yapan ile yapılan birbirinden farklı olması lazımdır. Mesela bir marangozun yaptığı bir masa ile marangoz birbirinden farklı şeylerdir. Konumuz olan tabiatçıların ileri sürdükleri fikre göre yapan da yapılan da tabiat oluyor.
Yine yapan yapılandan üstün olmalıdır. Mesela insan yaptığı şeylerden üstündür. Eğer tabiat insanı yapıyor ise bunun tersi olmuş olur. Çünkü tabiat denilen şeylerin aklı, şuuru, kudreti belki hayatı yoktur. Fakat insanın aklı, şuuru, hisleri vardır.
Hem varlıkları incelediğimiz zaman görüyoruz ki, çok hikmetli ve san’atlı bir şekilde vücuda gelmektedir. Eğer kör, sağır ve düşüncesiz tabiata verilse, tabiatın yapabilmesi için varlıkların yanında ve içinde kalıplar, fabrikalar ve makineler bulundurması lazımdır.
Mesela bir saksının içindeki toprağa hangi çiçeğin tohumunu eksek, o çiçeğin çıktığını görürüz. Her bir çiçeğin şekli, rengi, kokusu ve büyüklüğü farklıdır. Eğer Allah’a verilmezse, belki tabiata verilse, tabiatın o parça toprakta her bir çiçek için ayrı bir kalıp veya fabrika bulundurması gerekir. Hatta tohumun patlayarak filiz olmasından ta kuruyana kadar geçirdiği her bir evre ve büyüklük için ayrı bir kalıp olması lazım gelir. Çünkü insan olarak bizim yaptığımız şeyler için bu gibi şeylere ihtiyaç vardır. Bitkiler, hayvanlar ve insanlar ise bizim yaptığımız şeylere göre çok daha mükemmel ve harikadır. Fakat o toprağa baktığımızda bu kalıpları, fabrikaları veya makineleri göremiyoruz.
Yine tabiatın bütün bu şeyleri yapabilmesi için, varlıkların çoğunda, özellikle de canlılarda kâinatı sevk ve idare edecek ilim, irade ve kudret lazım gelir.
Mesela cam parçalarında veya su damlalarında veya deniz yüzü gibi her bir şeffaf şeyde görünen güneşin aksini, gökyüzündeki tek bir güneşten geldiğini kabul etmezsek şöyle bir sonuç ortaya çıkar. Bütün su damlalarında ve cam parçalarında ve her bir parlak şeyde ısısıyla, ışığıyla ve yedi rengiyle hakiki bir güneşin olması lazım gelir.
Aynen bunun gibi eğer mevcudat, özelliklede canlılar tek bir yaratıcı olan Allah’a verilmezse, her bir şeyde sınırsız bir ilim ve irade ve kudret olması lazımdır. Adeta her bir canlı, bir ilah gibi olması lazımdır. Bu tarz bir fikir ise kâinatta en imkânsız ve batıl bir fikirdir.
2. Varlıkların oluşmasıyla yani yaratılmasıyla alakalı kanunlara da tabiat denilmektedir.
Tabiatın yaratılış kanunları olduğunu ileri sürüp eline yaratıcılık verenlere karşı da şöyle bir izah yapılabilir:
Mesela gayet muhteşem bir saray düşünelim. Bu saray odalarıyla, nakışlarıyla, içindeki eşyalarıyla kısaca her şeyiyle mükemmel olsun. Böyle bir saraya vahşi akıllı birisi girmiş. Sarayın ustasını kabul etmediği için sarayın içinde sarayı yapanı aramaya başlamış. Bütün eşyalara bu şekilde bakmış. Her bir eşyaya baktığında anlamış ki bu sarayı bu eşya yapamaz. En son bir defter görmüş ve içine bakmış. Defterin içinde saraya ve içindeki eşyaya ait bütün bilgi ve programların olduğunu görmüş. Gerçi elsiz, gözsüz ve çekiçsiz defter, bu sarayı yapamaz. Ama madem bir ustayı kabul etmiyorum. Hem bu defter kadar bu sarayla ilgili hiçbir şey yoktur. O zaman mecburen “bu defter bu sarayı yapmıştır” demiş.
Aynen bunun gibi Allah’ın varlığını kabul etmeyen bir tabiatperest kâinata bakmış. Kâinat cinsinden olmayan birinin bu kâinatı yarattığını düşünemediği için kâinatın içinden bir yaratıcı aramaya başlamış. Hangi şeye baksa bu varlıkları yapacak ve yaratacak bir kabiliyet görememiş. Sonra varlıkların yaratılmasıyla alakadar olan ve adetullah denilen kanunları fark etmiş. Bu kanunların toplamına tabiat adını vermiş. Saray misalinde olduğu gibi madem bir yaratıcıyı kabul etmiyorum. Bütün varlıklarla bu kanunların alakası olduğu için mecburiyetle “tabiat bu kâinatı yapmıştır” demiş.
İşte tabiatçıların dedikleri bu şeylerin ne kadar ilim, tecrübe ve akıldan uzak olduğu ortadadır. Çünkü kanunlar kendi kendine oluşmazlar. Kanunları yapan veya yazan olmalıdır. Hem kanunların kendisi, kendilerini uygulayamazlar. Kanunların bir uygulayıcısı olması lazımdır. Hem kanunların ne aklı, ne ilmi ve ne de kudreti vardır. Hatta kanunların bir vücudu dahi yoktur. Yani kanunlar yaratılmış değildir. Bir ağaç gibi bir hayvan gibi yaratılmış bir vücudu yoktur. Böyle olunca bu kanunları Allah’ın yerine koyup yaratıcılık vermek tamamen akıl dışıdır.
Sonuç olarak tabiat olsa olsa bir sanat olabilir, sanatkâr olamaz. Bir nakıştır, nakşı yapan nakkaş olamaz. Hükümlerin toplamıdır, hâkim olamaz. Kanundur, kudret değildir, kadir olamaz. Şeriat-ı fıtrıyedir, yani yaratılış kanunlarıdır. Fakat şeriatı koyan şari’ olamaz. Üzerinde iş yapılan bir ölçüdür, kaynak olamaz. Vücud sahibi ise yaratılmıştır, yaratıcı olamaz.