Umumi dersleri özel günlerde yapılan sohbetleri dinlemek sevap mıdır? İlim meclislerinde sohbete katılmanın önemini anlatabilir misiniz?
Sohbet/ilim meclisleri; Müslümanların biraraya gelerek İslâm hakikatleri çerçevesinde dini daha iyi öğrenmek, Allah’ı zikretmek ve imanlarını kuvvetli hale getirmek amacıyla bir araya gelmeleridir. Bu sayede şeytanların vesvese ve aldatmalarına karşın güçlü bir irade sergileyerek günahlara karşı durabilirler. Zira içerisinde bulunduğumuz fitne-i ahir zamanda günahlar insanların imanlarına çok ciddi bir şekilde zarar vermektedir.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerimde: “O hâlde içinizden, hayra da'vet eden ve iyiliği emredip kötülükten men' eden bir topluluk bulunsun! Ve işte kurtuluşa erenler, ancak onlardır.”[1]buyurmuştur. İnsanlığın hakiki vazifesi olan Allah’a kulluğu unuttuğu ve O’nun emir ve yasaklarının farkında olmadan yaşamaya başladığı günümüzde ilmi sohbetler bu ilahî emri yerine getirme gayreti içerisindedir. Dolayısıyla her sahada dünya ve dünyalığın popüler olduğu asrımızda Kur’ân ve sünnet çizgisinde olmak şartı ile ilmî ve imanî sohbetlere katılmak, dinlemek Allah’ı zikretmek elbette Rabbimiz katında makbul ve kıymetlidir.
Nitekim Ebû Hüreyre ile Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar, üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över.”[2] Buyurmuştur.
Ayrıca bizlere bir ölçü olacak başka bir hadîs-i şerîfte Abdurrahman b. Ebu Bekre (ra) babasından Peygamberimizin (sav) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Ya âlim ol, ya talebe ol, ya dinleyenlerden ol, yahut bunları sevenlerden ol, beşincisi olma helak olursun.”[3]
Riyazus Salihinde konuya dair geçen uzun bir hadis-i şerif de şöyledir:
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın yollarda dolaşıp zikredenleri tesbit eden melekleri vardır. Bunlar Cenâb-ı Hakk’ı zikreden bir topluluğa rastladıkları zaman birbirlerine “Gelin! Aradıklarınız burada!” diye seslenirler ve o zikredenleri dünya semâsına varıncaya kadar kanatlarıyla çevirip kuşatırlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, meleklerden daha iyi bildiği halde yine de onlara:
- “Kullarım ne diyor?” diye sorar. Melekler:
- Sübhânallah diyerek seni ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ediyorlar, Allâhü ekber diye tekbir getiriyorlar, sana hamdediyorlar ve senin yüceliğini dile getiriyorlar, derler. Konuşma şöyle devam eder:
- “Peki onlar beni gördüler mi ki?”
- Hayır, vallahi seni görmediler.
- “Beni görselerdi ne yaparlardı?”
- Şayet seni görselerdi sana daha çok ibadet ederler, şânını daha fazla yüceltirler, ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni daha çok tenzih ederlerdi.
- “Kullarım benden ne istiyorlar?”
- Cennet istiyorlar.
- “Cenneti görmüşler mi?”
- Hayır, yâ Rabbi! Vallahi onlar cenneti görmediler.
- “Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”
- Şayet cenneti görselerdi onu büyük bir iştiyakla isterlerdi, onu elde etmek için büyük gayret sarfederlerdi.
- Bunlar Allah’a neden sığınıyorlar?”
- Cehennemden sığınıyorlar.
- “Peki cehennemi gördüler mi?”
- Hayır, vallahi onlar cehennemi görmediler.
- “Ya görseler ne yaparlardı?”
- Şayet cehennemi görselerdi ondan daha çok kaçarlar, ondan pek fazla korkarlardı.
Bunun üzerine Allah Teâlâ meleklerine:
- “Sizi şahit tutarak söylüyorum ki, ben bu zikreden kullarımı bağışladım” buyurur. Meleklerden biri:
- Onların arasında bulunan falan kimse esasen onlardan değildir. O buraya bir iş için gelip oturmuştu, deyince Allah Teâlâ şöyle buyurur:
- “Orada oturanlar öyle iyi kimselerdir ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.”[4]
Netice itibariyle; Allah'ın adının anıldığı, dininin öğrenildiği, Kur'ân hakikatlerinin konuşulduğu meclisler birer cennet bahçesidir. Elden geldiğince bu ilim meclislerine katılmak, başkalarının da istifadesine vesile olmak gerekir.
[1] Âl-i İmrân 104
[2] Müslim, Zikr 39
[3] (Taberani, Beyhaki)
[4] Buhârî, Daavât 66. Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 251-252, 358-359