Soru

“Üçüncü Nokta: Cenâb-ı Hakk’ın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır. Bütün kâinâttaki masnûâtın mehâsini ile ve o masnûâtı süslendirmesiyle kendini hadsiz bir sûrette sevdirdiği gibi; masnûâtını seven, hususan o masnûâtını sevdirmesine sevmek ile mukābele eden zîşuûr mahlûkātını sever. Cennetin bütün letâif ve mehâsini ve lezâizi ve niamâtı, bir cilve-i rahmeti olan bir zâtın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak, ne kadar mühim ve âlî bir maksad olduğu bilbedâhe anlaşılır. Madem nass-ı kelâmıyla, onun muhabbetine, yalnız ittibâ‘-ı sünnet-i Ahmediy (asm) ile mazhar olunur. Elbette ittibâ‘-ı sünnet-i Ahmediye,(asm) en büyük bir maksad-ı insanî ve en mühim bir vazîfe-i beşeriye olduğu tahakkuk eder.”

11. lema'nın 10. Nüktesinin 3. Noktasını kısaca izah edebilir misiniz?

Tarih: 16.03.2025 15:54:22

Cevap

Cenâb-ı Hakk’ın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır.

Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatlarında bir had ve sınır yoktur. İradesi sınırsız olduğu gibi, kudreti de sonsuzdur. İlmi sonsuz olduğu gibi, sevgisi ve muhabbetinin de bir sonu ve sınırı yoktur, nihayetsizdir.

Bütün kâinâttaki masnûâtın mehâsini ile ve o masnûâtı süslendirmesiyle kendini hadsiz bir sûrette sevdirdiği gibi;

Kâinattaki her bir varlık sanatlı ve süslü olarak yaratılmaktadır. Peki neden? Çünkü Allah Teala kendini sevdirmek istemesinden dolayı varlıkları güzel ve sanatlı olarak yaratmaktadır. Bu vesile ile insanın kalbinde Allah'a karşı bir hayranlık ve sevgi uyandırır. Mesela; Bir çiçeğin rengindeki ahenk, gökyüzündeki yıldızların parlaklığı, bir kuşun uçuşundaki zarafet…vs. Bütün bunlar, Allah’ın sanatının eserleridir. İnsan bu güzellikleri gördükçe, bunları yaratan Zât’a karşı kalbinde bir sevgi ve hayranlık duyar. İşte bu şekilde Allah, yarattığı güzellikler vesilesiyle kendini sonsuz derecede sevdirmiş olur.

Masnûâtını seven, hususan o masnûâtını sevdirmesine sevmek ile mukābele eden zîşuûr mahlûkātını sever.

Allah, yarattığı şeyleri sevenleri sever. Ama özellikle, O’nun yarattıklarını sevmekle kalmayıp, bu yaratılanlar aracılığıyla Allah’ın kendini sevdirmesine bilinçli bir şekilde karşılık veren şuurlu varlıkları daha çok sever. Yani, kâinattaki güzellikleri gördüğünde, bunun Allah’tan geldiğini fark eden, bu güzellikleri sevmekle kalmayıp, Allah’a olan sevgisini ifade eden ve bu bilinçle şükredip O’na yönelen insan, Allah’ın sevgisine mazhar olur.

Cennetin bütün letâif ve mehâsini ve lezâizi ve niamâtı, bir cilve-i rahmeti olan bir zâtın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak, ne kadar mühim ve âlî bir maksad olduğu bilbedâhe anlaşılır.

Cennetteki bütün güzellikler, incelikler, lezzetler ve nimetler, Allah’ın rahmetinin bir cilvesi, bir yansımasıdır. Böyle sınırsız bir rahmetin ve sevginin sahibinin ilgisini ve sevgisini kazanmak her şeyin üzerindedir ve bunu hedeflemek insan için en büyük ve en önemli gaye olmalıdır.

Madem nass-ı kelâmıyla, onun muhabbetine, yalnız ittibâ‘-ı sünnet-i Ahmediy (asm) ile mazhar olunur. Elbette ittibâ‘-ı sünnet-i Ahmediye (asm), en büyük bir maksad-ı insanî ve en mühim bir vazîfe-i beşeriye olduğu tahakkuk eder.[1]

Kur’an’ın açık bir şekilde ifade ettiği gibi, Allah’ın sevgisine ulaşmanın tek yolu, Peygamber Efendimizin (sav) sünnetine uymaktır. Nitekim Kur’an’da şöyle buyurulur: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[2]

Bu durumda, Peygamber Efendimizin (sav) sünnetine uymak, insan için en büyük hedef ve en yüce gaye olmalıdır. Çünkü bu, Allah’ın sevgisini kazanmaya vesile olur.


[1] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Altınbaşak Neşriyat, Istanbul 2007, 60

[2] Âl-i İmrân, 3/31


Yorum Yap

Yorumlar