Soru

Müslümanları Maddi Açıdan Geri Bırakan Altı Hastalık ve Tedavisi / Hutbe-i Şâmiye

Bediüzzaman Hazretleri, Hutbe-i Şamiye'nin baş kısmında "Mualecenin esasları onları biliyorum" derken ne demek istiyor? İzah eder misiniz?

Tarih: 18.11.2024 19:54:51

Cevap

“Bu altı dehşetli hastalığın ilacını da, bir tıb fakültesi hükmünde, hayat-ı ictimâiyemizde, eczâhâne-i Kur’âniyeden ders aldığım “Altı Kelime” ile beyân ediyorum. Muâlecenin esasları onları biliyorum.[1]

“Mualece” kelimesi lügatte, bir hastalığa karşı tedâvi uygulama, ilâç verme, ilâç kullanma manalarına gelmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri de, İslâm âleminin maddi olarak geri kalmasına sebep olan bu altı hastalığa karşı, esas tedavinin, en gerekli ilaçların, Kur’ân eczahanesinden alınan gelecek altı kelime olduğunu ifade ediyor.

Kur’ân-ı Hakîm, getirdiği hükümlerle, her asrın problemlerini çözdüğü gibi, bu asırdaki sıkıntıların da çözümleri, ilaçları yine ondadır.

Hutbe-i Şamiye’de geçen bu tedavi yöntemlerinden bir kısmını misal olarak aşağıya yazıyoruz. Hakikaten İslâm âlemi olarak bizler bu usulleri hayatımıza tam anlamıyla koyduğumuz vakit, hem manen hem de maddeten terakkimiz, yükselişimiz kaçınılmaz olacaktır.

* Hangi şartlar altında olursak olalım, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden ümidimizi kesmemeliyiz. Çünkü önümüzdeki sıkıntı ne olursa olsun, onu çözecek olan Zât, sonsuz kudret ve merhamet sahibi olan Rabbimizdir. Böyle bir durumda ümitsizliğe düşmek akıl kârı değildir.

* Müslüman toplumlar tarih boyunca, diğer dinlerin aksine, dinlerine uydukça maddeten de terakki etmişler, İslâm’dan uzaklaştıkça ise maddeten de çöküşe geçmişlerdir.

* Aklı kullanarak ve delillere dayanarak diğer dinlerden İslâmiyet’e giriş çok fazladır. Fakat aynı mantıkla İslâmiyet’ten başka dinlere geçiş yoktur. Delillere dayanmadan, taklidi bir şekilde İslâmiyet’i terk etmenin bir önemi yoktur. Bu meseleyi çürütemez. Demek ki İslâmiyet istikbalde çok geniş kitlelere ulaşacaktır İnşaAllah.

* Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin (İslâm ahlakının) ve hakaik-i imaniyenin (iman hakikatlerinin) kemalâtını (mükemmelliğini) ef’alimizle izhar etsek (fiillerimizle göstersek), sair dinlerin tabileri (diğer dinlerde olanlar) elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler belki küre-i arzın (yeryüzünün) bazı kıtaları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler (dahil olacaklar).

* İnsanlar teknolojiyle birlikte rahat ve ferah bir hayata alışıyor. Fakat böylelikle hayata daha fazla bağlanıp, ölümden daha çok korkmaya başlıyorlar. Bu durum da, insanların ebedi bir hayatı ve hak bir dini aramalarına sebep oluyor. Bu hâl ise, Kur’ân’a olan ilginin çok daha fazla artmasını netice veriyor.

* Bilimsel gelişmelerle, 20. Yüzyılın başlarında bazı âyet ve hadislerin zahiri manalarına hücum edildi (Sevr ve Hut bahsi gibi[2]). Fakat bu meseleler ilmî olarak izah edilince, en inatçı felsefeciler dahi teslim olmak zorunda kalıyorlar. Bu da İslâmiyet’in bütün dünyaya hükmedeceğinin işaretlerinden birisidir.

* Mister Karlayl ve Prens Bismark gibi Avrupa’nın ve Amerika’nın en meşhur filozofları, 20. Yüzyılın başlarında Kur’ân’ı ve İslâmiyeti methetmişlerdir.

* Yukarıdaki bütün deliller gösteriyor ki, İslâmiyet’in maddeten terakkiye yükselişe vesile olacağı ile alakalı, asla ümidimizi kaybetmemeliyiz.

* Doğruluk İslâmiyet’in en önemli temelidir. Bütün güzel huyların bağlantı noktasıdır. Öyle ise doğruluğu, yalandan her anlamda kaçınmayı, toplum hayatında tekrar hayatlandırarak, manevi hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.

* Doğruluk ve yalan, iman ve küfür (imansızlık) kadar birbirinden uzaktır.

* Muhabbete, sevilmeye en çok layık olan sıfat, toplum hayatında saadeti sağlayan muhabbet ve sevmek sıfatlarıdır. Düşmanlığa, nefrete en müstehak olan en çirkin ve zararlı sıfat ise, toplum hayatını parçalayan birbirine kin ve nefret duyma sıfatıdır.

* Hakiki milliyetimizin esası, temeli, ruhu İslâmiyet’tir.

* Nasıl ki bir aşiretten bir adam suç işlese, o adamın bağlı olduğu bütün aşiret zan altında kalır. Aynen öyle de bizler de bir Müslüman olarak bir kötülük yapsak veya bir hayrı işlemek hususunda tembellik göstersek, milyonlarla İslâm âleminin hukukuna zarar verebiliriz. “Biz zarar vermiyoruz fakat bir fayda vermeye de gücümüz yok” diyerek özür beyan edemeyiz. Tembelliğimiz ve “Neme lâzım!” deyip çalışmamamız ve İslâm birliği için gayret etmememiz, bizim için büyük bir zarardır. Bizim bir hizmetimiz, milyonlarla Müslümana manen fayda verebilirken, o hizmeti yapmamamız bir o kadar da zarara sebeptir.

* Bütün İslâm âlemini büyük bir fabrikaya ve kendimizi de o fabrikayı çalıştıran çarklardan birine benzetecek olursak, “Sadece benim durmamla ne olur ki?” diyemeyiz. Çünkü bir çarkın durmasıyla bütün fabrika durmak zorunda kalabilir.

* Gayr-i müslimlerin, İslâmiyet'ten kaynaklanan güzel ahlakımızı bizden alıp, yerine kendi kötü ve pis ahlaklarını koyduklarını hiçbir zaman unutmayalım. Bu şuur ile, asla Avrupa'ya, Amerika'ya veya diğer gayr-i müslümlere hiçbir alanda özenmeyelim.

* “Onların işleri ise, aralarında şûrâdır (istişâre iledir).”[3] âyetine uyarak, bütün işlerimizi ehliyle, o işin uzmanıyla istişare ederek halletmeliyiz.

* Dinimiz için gayret etmeyi, milliyetimiz için gayret etmenin önünde tutmalıyız. Çünkü din, milliyetin hayatı ve ruhudur.


[1] Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbât-2, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2012, s.439

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Hayrât Neşriyat, Isparta 2015, s.92

[3] Şûrâ, 42/38


Yorum Yap

Yorumlar