"Üçüncü Nükte: Bu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığım bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gāyet müdhiş ve ma‘nevî bir fırtına içerisinde akıl ve kalbim hakāik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyyâ’dan serâya kâh serâdan Süreyyâ’ya kadar bir sukūtve suûd içerisinde çalkanıyorlardı." Bediüzzaman Hazretleri'nin iç dünyasında meydana gelen bu çalkantılı durumun sebebi nedir? 11. Lema'da geçen bu kısmı izah eder misiniz?
Bediüzzaman Hazretleri’nin bu ifadesinden, Eski Said’den Yeni Said’e geçişi zamanında İslâm’a hizmet etmede kendisine rehber ve usul aradığı, kalben manevi bir heyecan içinde olduğu ve tam bir fikir karmaşıklığı içinde akıl ve kalbinin gelgitler yaşadığı anlaşılmaktadır. Bu vaziyette iken şiddetli bir arzu ile Şeyh Geylani Hazretlerinden manevi yardım talep etmiştir. Hz. Üstad, Eski Said’den Yeni Said’e geçişini Sekizinci Lem’a’da ve farklı risalelerde detaylı bir şekilde anlatmaktadır. Makam münasebetiyle Sekizinci Lem'a'daki ilgili kısmı buraya alarak kısa kısa şerh etmeye çalışalım.
Sonra bir inâyet-i İlâhiye imdâdıma yetişip gafleti dağıttığı bir zamanda, Hazret-i Şeyh’in ‘Fütûhu’l-Gayb’ nâmındaki kitabı hüsn-ü tesâdüf elime geçmişti. Yirmi Sekizinci Mektub’da beyân edildiği gibi, Hazret-i Şeyh’in himmet ve irşâdıyla Eski Said Yeni Said’e inkılâb etti.
Bediüzzaman Hazretleri hayatını iki döneme ayırır. Ömrünün ilk 44 senesini “Eski Said’’, geri kalan 39 senesini ise “Yeni Said’’ olarak isimlendirir.
Eski Said devrinde; toplum hayatına aktif bir şekilde katılan, dine hizmet maksadıyla siyasetle meşgul olan, gazetelerde ilmî ve siyasî makaleler yazan gayet hareketli ve meşhur bir İslâm âlimidir.
Yeni Said devrinde ise, tam aksine toplum hayatından çekilen, şöhretten uzak duran, siyaseti ve gazete okumayı terk eden, fakat bu arada yazdığı eserlerle insanların imanlarını kurtarmaya ve kuvvetlendirmeye çalışan, ilmiyle dinsizliğe karşı manevi bir mücadeleye girişen büyük bir mücahit olarak karşımıza çıkar.
Hz. Üstad’ın Yeni Said’e geçiş süreci, Rusya’daki esaretinde başlayıp 1918’de İstanbul’a geldiği yıllarda devam eden birkaç yıllık bir zaman dilimidir. Bununla birlikte Risale-i Nur Külliyatındaki farklı yerlerdeki ifadelere bakıldığında, Hz. Üstad’ın Eski Sad’den Yeni Said’e geçişi; İstanbul’da, 1921 yılı baharında, 45 yaşında iken, Ramazan ayı içerisinde ve Diyanet teşkilatı olan Meşihat’in âlimler kurulu olan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de aza iken gerçekleşmiştir.
Burada dikkat çeken başka bir husus ise, Hz. Üstad’ın Abdulkadir Geylani Hazretlerinin manevi himmet ve yardımıyla Yeni Said’e geçtiğini beyan etmesidir. 28. Mektub namındaki risalede de açıkça ifade edildiği üzere, Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Fütûhu’l-Gayb[1] isimli kitabı güzel bir tevafuk olarak Hz. Üstad’ın eline geçmiştir. Ve bu kitap vesilesi ile Hz. Üstad’ın Yeni Said’e geçişi gerçekleşmiştir.
O Fütûhu’l-Gayb’ın tefe’ülünde en evvel şu fıkra çıktı: اَنْتَ ف۪ي دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَب۪يبًا يُدَاو۪ي قَلْبَكَ
Yani ‘Ey bîçâre! Sen Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de bir a‘zâ olmak cihetiyle, güya bir hekimsin. Ehl-i İslâm’ın ma‘nevî hastalıklarını tedâvi ediyorsun. Halbuki en ziyâde hasta sensin. Sen evvelâ kendinetabîb ara! Şifâ bul! Sonra başkasının şifâsına çalış!’ diyordu.
Bediüzzaman Hazretleri, Fütûhu’l-Gayb kitabından bir tefe’ül[2] yapar. Önüne açılan sayfada, sekiz yüz sene öncesinden Abdulkadir Geylani Hazretlerinin harika kerametini ve Hz. Üstad’ın durumunu açıkça bildiren şu ibare çıkar: “Sen Dârü’l-Hikmet’tesin. Kendine bir tabip ara, tâ ki kalbini tedavi etsin.” Hakikaten Hz. Üstad, bu ifadeyi okuduğu sırada Şeyh Geylani’nin (ks) dediği gibi Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de âzâ idi. Müslümanların manevi yaralarını tedavi etmeye çalışan bir hekim idi.
İşte o vakit o tefe’ül sırrıyla, maddî hastalığım gibi, ma‘nevî hastalığımı da kat‘iyen anladım.
Bediüzzaman Hazretleri, Hz. Gavs’ın (ks) bu açık ifadesi ile, uzun zamandır çektiği kulunç hastalığı gibi manevi hastalıklarının da olduğunu ve tedavi edilmesi gerektiğini kesin olarak anladığını ifade etmektedir.
Her ne kadar Üstad Hazretleri bu asrın müceddidi ve büyük bir İslâm âlimi olsa da her daim kendi nefsinden şikâyet etmektedir. Belki de Üstad misal zatları büyük yapan sırlardan birisi de kendilerini hakikatte küçük görmeleri, ibadet ve hizmetlerini kusurlu ve eksik görüp her daim Allah’a istiğfar ve dua ile yönelmiş olmalarıdır. Hz. Üstad’ın “manevi hastalıklarımı anladım” ifadesini bu tarzda anlamak daha uygun olacaktır.
O şeyhime dedim: ‘Sen tabîbim ol.’ Elhak, o tabîbim oldu. Fakat çok şiddetli ameliyât-ı cerrâhiye yaptı. Fütûhu’l-Gayb kitabında ‘Yâ gulâm!’ ta‘bîr ettiği talebesine pek müdhiş ameliyât-ı cerrâhiye yapıyor. Ben kendimi, o gulâm yerine vaz‘ ettim. Fakat pek şiddetli hitâb ediyordu. ‘Eyyühe’l-münâfık! Ey dinini dünyaya satan riyâkâr!’ diye diye levmediyordu. Kitabın yarısını ancak okuyabildim. Sonra o risâleyi terk ettim. Bir hafta bakamadım.
Hz. Üstad, Abdulkadir Geylani Hazretlerinin yukarıda geçen bu açık kerameti neticesinde manevi hastalıklarını tam olarak fark edip onların şifası için kendisine manevi bir doktor arar. Abdulkadir Geylani Hazretlerine kendisinin doktoru olmasını ister. Şeyh Geylani Hazretleri de Fütûhu’l-Gayb kitabı vesilesiyle O’nun doktoru olur. Bu kitaptaki “Ey Oğul!” tabiri yerine kendisini koyarak ve arkasından gelen nasihatleri, kendisine hitap ediyormuş gibi kabul ederek öylece kitabı okumaya başlar.
Şeyh Geylani (ks) bu kitabında “Ey Oğul” dediği talebesine karşı cidden tahammülü zor, nefse ağır gelen şiddetli ifadeler kullanarak nasihat ve tavsiyelerde bulunmaktadır. “Ey Münafık! Ey dinini dünyaya satan riyâkâr!” tarzında ağır ithamlarla talebesini kınamaktadır.
Bu sözlere kendisini muhatap kabul ederek kitabı okuyan Hz. Üstad, bu kadar şiddetli ifade ve kınamalara dayanamayarak kitabın yarısına kadar ancak okuyabilir. Bir hafta boyunca da kitabı eline almaz ve okumaz.
Fakat ameliyât-ı cerrâhiyenin arkasından bir lezzet geldi. İştiyâkla o mübârek eseri acı bir tiryâk gibi veya sulfato[3] gibi içtim. Elhamdülillâh kabahatlerimi anladım, yaralarımı hissettim, gurur bir derece kırıldı.” Hocamızın sözü burada bitti.[4]
Nasıl ki kalp rahatsızlığından ameliyat olması gereken bir kişi, ameliyat sürecinde pek çok sıkıntılara ve ağrılara maruz kalır. Öyle ki kendisine iğneler yapılır, vücudu kesilir, dikilir ve çok ağrılar çeker. Lakin bu geçici zahmet ve ağrıları çeken şahıs bilir ki, hayatının sıhhatle devamı için bu sıkıntılara katlanmalıdır.
Hz. Üstad da Abdulkadir Geylani Hazretlerinin adeta narkozsuz yaptığı bu manevi ameliyatın ızdırap ve sancılarının gidip yerine lezzet ve sıhhatin geldiğini manen hissettiğini ve kitabın geri kalan kısmını da acı bir ilaç gibi içip mütalaa ettiğini ifade etmektedir.
Bu manevi ameliyat neticesinde kendi kabahat ve kusurlarını tamamen anlayıp manevi hastalıklarını hisseden Hz. Üstad, başta Allah’ın izni ve yardımı ile ve Gavs-ı Geylani’nin (ks) himmet ve duasıyla Eski Said döneminden kalan manevi hastalıklarını tedavi ettirerek Yeni Said dönemine geçtiğini beyan etmektedir.
“Gurur bir derece kırıldı” ifadesiyle de nefsindeki firavunluk damarının kırılarak hakiki kulluk vazifesine büründüğünü anlayabiliriz. “Bir derece” ifadesi de ayrı bir incelik olarak karşımıza çıkmaktadır. Hz. Üstad, “Gurur tamamen kırıldı” tarzında bir ifade kullanmış olsaydı, o zaman tam bir gurur ve kendini beğenmişlik hali ortaya çıkmış olacaktı. Böyle bir ifadenin de Hz. Üstad gibi vazifeli bir zatla bağdaşması asla düşünülemez.
Özetle Hz. Üstad’ın hayatındaki bu köklü değişim ve dönüşüm (Yeni Said’e geçiş), şu iki hususu açıkça göstermektedir:
Birincisi: Bediüzzaman Hazretlerinin manen yükselerek Eski Said’in sahip olduğu manevî seviyeden çok daha yüksek makamlara çıkmış olmasıdır.
İkincisi: Hz. Üstad, Eski Said’den Yeni Said’e geçmekle, yakında başlayacağı Risale-i Nur’un yazılması hizmetinde, Kur’ân’dan kalbine akacak ilhamlara tam müsait bir hale gelmek ve bundan sonra başlayacak ve hayatının sonuna kadar devam edecek olan işkence ve baskılarla dolu bir hizmet hayatına yeterli gelecek gayet yüksek bir iman, tevekkül ve rıza mertebesine ulaşmış olmaktır, diyebiliriz.
[1] Fütûhu’l-Gayb kitabı; Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin sohbet meclislerinde, tekke ve medresede yaptığı konuşmalarının, oğlu Abdürrezzâk tarafından derlenmesinden meydana gelmiş olup yetmiş sekiz bölüme (makaleye) ayrılmıştır. Fütûḥu’l-gayb’da dünya, zühd, takvâ, fakr, havf ve recâ, rızâ, teslimiyet, müridlik, müşâhede, mârifet, nefis gibi tasavvufun genel konuları halkın anlayacağı şekilde açık bir üslûpla anlatılmıştır.
[2] Tefe’ül: Bazı hâdiseleri, tevafukları uğurlu saymak. Meselâ: Bir kitabı rast gele açarak ilk tevafuk eden yeri okuyup ona dikkat ederek onu uğurlu ve esas bir ders sayma gibi. Olacak şeyi tahmin etmek. (Zıddı: Teşe'üm) (Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat) Kur’ân'da Müslümanlarla birlikte kâfirlerden ve münafıklardan bahsedildiği gibi; sadece cennetle alakalı değil, cehennemle alakalı da çokça azap âyetleri bulunduğundan, İslâm âlimleri Kur’ân’dan tefe’ül yapılmasını uygun görmemişlerdir.
[3] Kinin, sıtma ilacı. Sülfürik asit tuzu.
[4] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 145.