Soru

Semavi Dinlere Olan İhtiyac

Semavi dinlere neden ihtiyaç vardır? İzah eder misiniz?

Tarih: 22.01.2014 10:58:45
Okunma: 4262

Cevap

Cinleri ve insanları kendisini tanıyıp kulluk etsinler diye yaratan Allah'ın bizden istekleri nedir? Nelerden razı olur? Neleri sevmez? Yaratılış gayemiz nedir? Dünyadaki vazifelerimiz nedir? Ölüm nedir? Ölümden sonra ne olavak? Ahiret nedir? cennet ve cehennem gibi şeyleri ancak semavi dinler vasıtasıyla öğrenebiliriz. 

Yoksa insan tek başıyla bu hakikatlere ulaşamaz. Sapkınlık içinde bocalayıp durur. Gerçek saadete ulaşamaz. Sonra da Allah muhafaza cehenneme gider.

 Akıl, Allah’ın insanlara verdiği nimetlerin en büyüklerindendir. Çünkü insan birçok şeyi akılla anlayıp farkına varıyor ve mana veriyor. Doğruyu-yanlışı, iyiyi-kötüyü, güzeli-çirkini akılla tartarak birbirinden ayırt edebiliyor. Hatta buna binaen Allah, aklı olanı sorumlu tutuyor. Aklı olmayan çocukları ve delileri sorumlu tutmuyor. Ayet sonlarında ‘düşünmez misiniz?’ gibi ifadelerle akla havaleler yapıyor. Fakat akıl tek başına yeterli olmayıp vahiyle birlikte olursa yani, akıl vahye ve hakiki dine tabi olursa insan doğru yolu bulabiliyor. Sadece aklı esas tutup vahyi dinlemediği zaman doğru yoldan uzaklaşıyor. Bu noktada İmam-ı Gazali hazretleri, “göz için ışık ne ise akıl için de vahiy odur.” diyerek vahiy nuru olmadan aklın hakîkatları göremeyeceğini ifade etmiştir.

      İslam âleminde bazı kimseler, vahyi dinlemeyen batı felsefesinin etkisiyle aklı yeterli görüp her şeyi akıl ölçüsüne göre tartmaya çalışıyorlar. Aklı Kur’an ve sünnet ölçüsüne göre çalıştırmak yerine “İslam akıl dinidir” diyerek Kur’anı ve sünneti akıl mihengine vuruyorlar. O zaman herkesin anlayışı ve akıl ölçüsü farklı olduğu için herkese göre farklı bir din anlayışı ortaya çıkmaz mı? Evet, İslam akıl dinidir. Fakat akla ölçü nedir? Akla ölçü vahiydir. Kur’an ve sünnet ölçüsüdür. İslam, akıl, hikmet ve mantık üzerine tesis edilmiş ve selim olan akla uygundur. Bir ayette selim akla şöyle işaret edilmiştir. “Ancak selim akılların sahipleridir ki, iyice düşünür (ve anlar.)” (Ra’d Suresi, 19)

Bir hadiste ise şöyle işaret edilmiştir. “Akl(-ı selim) ile rızıklandınlan kimse, kurtuluşa ermiştir.” (Feyzü'l-Kadir)

      Bediüzzaman hazretleri bu konuda şöyle diyor:“ Takarrur etmiş(kararlaşmış)  usuldendir: akıl ve nakil tearuz ettikleri(birbirine zıt oldukları) vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir. (Muhakemat)”, “Ayetlerin sonunda zikredilen ‘Hiç düşünmüyorlar mı?’,‘ Düşünmezler mi?’,‘ Düşünmez misiniz?’ cümleleriyle İslamiyetin akıl, hikmet ve mantık üzerine müesses(tesis edilmiş) olduğuna işaret etmiştir ki, İslamiyeti herbir akl-ı selimin kabul etmesi, İslamiyetin şanındandır. (İşarat-ül-icaz)”

      Eğer sadece akıl yeterli olsa idi, her şeyi hikmetle yapan Cenab-ı Hakk kitap ve peygamber göndermezdi. Demek, her şeyi en iyi bilen ve hikmetle yapan Cenab-ı Hakk, tek başıyla akıl yeterli olmadığı için akla ölçü olarak kitap ve peygamber göndermiştir.

      İslamın akılla birlikte nakil denilen Kur’an ve sünnet ölçüsüyle anlaşılması gerektiğine latif bir misal hazreti Ali (r.a) efendimizin şu sözüdür. “İslam sadece akıl dini olsa idi bizler mestin üstünü değil altını mes ederdik.”

      Zaman zaman dinde aklın almadığı şeyler olduğunu söyleyenler çıkmaktadır. Her şeyden önce bu sözü "aklın almadığı" değil, "aklın anlayamadığı şeyler" olarak düzeltmek gerekir. Buradaki ölçü aklın anlayamadığı şeyleri hemen reddetmek değildir. Cenabı Hakk’ın bize bildirdiklerini anlamaya çalışmak; anlayamadıklarımızı bilenlerden ve anlayanlardan sormak ve öğrenmektir. Hem akıl her şeyi anlayacak bir kabiliyette değildir. Çünkü insan yaratılışı gereği belli sınırları vardır. Sınırsız ve mutlak bir varlık değildir.  Nasıl ki, insanın kulağı belli frekanstaki sesleri işitebiliyor; diğer sesleri işitemiyor ve belli şeyleri görebiliyor; diğerlerini göremiyor ise aklı da belli şeyleri anlayabilir. Mesela 50 tonluk bir kantara 60 tonluk bir tır çıksa o kantar çekmez. Bunun gibi insanın aklı da her şeyi kavrayamaz. Buna bir işaret olarak meşhur Ziya Paşa şöyle demiş: “ İdrak-i meali bu akla gerekmez. Zira bu kadar sıkleti bu terazi çekmez.” Zaten Cenabı Hak, insana aklının anlayamayacağı şeyleri yükleyip mükellef tutmuyor.  

 

İNSAN İNANMAYA VE DİNE MUHTAÇTIR

      İnançsız bir millet yaşayamaz. Tarih boyunca en ilkel topluluklar bile bir yaratıcıya inanmaya ihtiyaç duymuşlardır. Bundan dolayı, bütün toplumlarda ibadethâneler bulunmaktadır. Bu da, insan fıtratında yüce bir zâta inanmanın çok güçlü bir şekilde var olduğunu göstermektedir.

      Her insan kendine baksa, son derece âciz olduğunu anlar. Çünkü insan, yaradılışı itibariyle âcizdir, güçsüzdür. Bununla beraber dünya hayatında karşılaştığı belaları, düşmanları pek çoktur. Büyük küçük her şey ona ilişir, onu etkiler ve huzursuz eder. Mesela insan, bir kuyruklu yıldızın dünyaya çarpmasından korktuğu gibi, bir mikroptan da korkar. Şiddetli bir depremden etkilendiği gibi basit bir hastalıktan da etkilenir.

      İnsan, yaradılışı itibariyle bütün kâinatla ilgilidir. Bu ilgiden dolayı da pek çok şeylere kalben bağlanır. Halbuki sevdiği, bağlandığı şeylerin zarar görmesi ve ondan ayrılması ise insanı devamlı incitir, huzursuz eder.

Bu etkilendiği, korktuğu ve endişe ettiği şeylerden kendini korumaya gücü yetmez. Hiçbir insan, başına bir belâ ve musibetin gelmesini istemez. Fakat, gelen belâ ve musibetlere de engel olamaz. Meselâ deprem, sel felâketi gibi âfetlere karşı elinden bir şey gelmez. Kendisine hastalık veya ölümün gelmesini engelleyemez.

İşte böyle çaresiz haldeki bir insan; âcizliğini giderecek ve kendisini korktuğu şeylerden kurtaracak bir zâta muhtaçtır.  Böyle bir zât ise, her şeye gücü yeten ALLAH’tır (c.c.).

      İnsan aynı zamanda, son derece muhtaç bir varlıktır. Onun dünyada mal, mülk ve servet sahibi olması gerçek bir zenginlik değildir. Çünkü insanın ihtiyaçları sonsuz ve istekleri sınırsızdır. İnsan, bu yönüyle fakirdir. Mesela, insan bir çiçeği sevdiği gibi, koca bir baharı da sever. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi ebedî Cenneti de arzu eder. Başka bir memlekete göçmüş bir dostunu ziyaret etmek istediği gibi, kabir tarafına göçmüş sevdiklerine de kavuşmak ister.  Bütün bunlar, insan aklının, ruhunun ve duygularının şiddetle arzuladığı ihtiyaçlardır.     

      İşte insan, isteklerinin hepsini elde edebilmek için nihayetsiz kudret ve rahmet sahibi birine muhtaçtır. Böyle bir zat ise, zenginliği sonsuz olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan ALLAH’tır.

Rabbimiz, Kur’ân’da bu konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır: “(Hem) bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü şübhesiz ki ancak Allah’ındır! Ve sizin için Allah’dan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.”[1]

Âciz olan insan, dayanacak ve sığınacak bir yer arar. Sınırsız ihtiyaçları olan bir kişi, kendisine yardım edecek bir nokta arar. Bundan dolayı, kudretine sığınmak ve rahmetinden yardım istemek için Allah’a inanmaya muhtaçtır. Allah’a inanan insan, mutlu ve huzurlu bir hayata ulaşır.



[1] Bakara, 107


Yorum Yap

Yorumlar