Hz.Ali " Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin" der. Bu cümleyi geniş çapta açıklayabilir misiniz?
Bu konu ile ilgili Diyanet İşleri Başkanlığımızın aylık dergisinde yayınlanmış bir makaleyi buraya alıyoruz:
“Çocuklarımızı yarınlara nasıl hazırlıyoruz?
“Gölge yapan şefkat, ihsan değildir”
Hayata hazırlanmalarında birinci derecede sorumlu olduğumuz gençlerimizin, cemiyete açılmalarında mühim olan hususlardan biri de, aile dışındaki çevre ve toplum ile olan ilişkileridir. Bu ilişkilerdeki davranış biçimlerinin şekillenmesi, gençlik döneminden önceki erginlik hatta çocukluk dönemlerinde gelişmeye başlar. Zira, bu dönemlerde eğitimin esası, bireyin sonradan karşılaşacağı, toplum zorluklarına önceden alıştırılmasıdır. Hz. Ali (r.a.), "Çocuklarınızı bulunduğunuz zamana göre değil, onların yaşayacakları devre göre yetiştirin" demiştir.
Gençlerin aile dışındaki çevre ile temasları, onların farklı tecrübede, çeşitli meslek ve değişik yapıdaki insanları tanımalarını sağlar. Bu gelişme, düşüncelerine değişik ve daha geniş boyutlar kazandıracaktır. Dar dünyada yetişen insan geniş ufuklu olamaz. Her yönüyle mükemmel hiçbir insan yoktur. Bu nedenle, bir insan ne kadar çok kişiyle tanışırsa, eksiğini o kadar çok tamamlar. Bilgisini ve görgüsünü o kadar çok arttırır. Hayatta öyle bilgiler vardır ki onların okulu da yoktur, kitabı da. Hayat tecrübesi dediğimiz bu bilgileri ancak yaşayanlar öğrenmişlerdir. "İnsan okulda okuduklarını hayatta öğrenir" denmiştir.
Tanıştığı farklı insanlardan farklı bilgi, görgü ve tecrübe kazanmaları gençleri geleceğe hazırlar. Hayatta karşılaşacakları problemlerin çözümünde farklı yol ve yöntemler geliştir-melerini sağlar. Böylece hayatı her yönüyle öğrenme fırsatı bulurlar. Suyu bardakta gören kaptan olma durumundan kurtulmuş olurlar. Hayata atılma ve açılma dönemi demek olan gençlikte, çeşitli kabiliyetlerin gelişip genişlemesi ancak bu yolla mümkündür. Unutmamak gerekir ki, hayatı en iyi öğrenmenin yolu, bizzat yaşamaktır. Havuza girmeden yüzme öğrenil-mediği gibi, yaşamadan da hayat öğrenilemez. Bunun için, hayatta herkes taşın sertliğini başını vurarak anlar. Tecrübe ancak sahibine yarar. Böyle olmasaydı, tarih tekerrür etmezdi. Okumak, nasihat dinlemek dahi, insanı bilgilendirse bile tecrübe sahibi yapmaz. Bilgi cehaleti giderir, ama hayat pratiği tecrübe ile öğrenilir. Bilinen bir gerçektir ki, bugünkü medeniyet, bilginin pratiğe geçmesiyle gelişmiştir. Demek ki pratiği olmayan bilginin pek o kadar bir faydası da yoktur. Bu husus dinde bile böyledir. Amel (pratik yaşayış) ile destek görmeyen kuru inanç, sahibini kurtaramayacaktır.
Bilmeliler ki, çocuklarını ana kuzusu olarak büyüten aileler, onların koç olmalarını engellemektedirler. Gençler hayatta yürümeyi de, ayakta yürümeyi öğrendikleri gibi düşe-kalka becereceklerdir. Hata yapmayan öğrenemez. İnsan hiçbir meziyete mükemmel şekli ile doğuştan sahip değildir; ama her yeteneği kazanmaya müsait kabiliyettedir. Çünkü, yaratılmışların en mükemmelidir.
Anne-babalar olarak merhametimiz, çocuklarımızın maharetine engel olmamalıdır. Hayatın âfetlerine karşı onlara sığınak olmalıyız. Ancak üzerlerine gereksiz titremelerle onların güneşine gölge, yağmuruna perde olmayalım. Bilmeliyiz ki güneş görmeyen ve yağmur düşmeyen yerde bir şey bitmez.
Gençlere güvencimizi, onlara sorumluluğu olan yetkiler tanımakla imbatlarız. Becerilerinin gelişmesi için, yapabilecekleri konularda, yanlışlıklarını peşinen kabullenip düzeltmeyi göze alarak görev vermeliyiz. Doğruya giden yol, yanlıştan geçer. "Dur yapa-mazsın..." zihniyeti ile bir yere varılmaz. İnsan hangi mükemmele birden ulaşmıştır ki?..
Çocuklara küçük yaşlardan itibaren ilgi ve yeteneklerini canlandıracak ortamlar hazırlanmalıdır. İnsan çekirdekleri de iklimini sevdikleri sahalarda daha gür yetişirler. Büyük olsun, küçük olsun, bir insanın kendine güveninin gelişebilmesi için, başarabileceğinden başlaması lazımdır. ’Yanlış yaparsın" diye başlatmamak doğru değildir. Yemek yemeği bile, küçüklüğümüzde döküp saçarak öğrenmedik mi?... Gençlerimizi ve çocuklarımızı hayata hazırlarken de, onların döküklerini yine anne-babalar olarak biz toplayacağız. Şu farkla ki, bu defa onlar kendi hazırladıklarını dökecekler.
Islâh için harcanan işte za’yi olan malzeme israf sayılmaz. Döküp, saçsalar da, sonunda öğreneceklerse önlerinden çekip almayalım. Biraz da olsa başaracağına inandığımız konularda onlara hizmet ve sorumluluklar yüklemekten korkmayalım, bizi batırmazlar. Bu fedakârlığımız onlarda "kendine güven’ hissinin gelişmesini sağlayacaktır.” (Kemal Cengiz, Diyanet Aylık Dergi)