Risale-i Nurun santrali olan Sabrinin mektubunda iki nokta nazarı dikkati celb etti. Birincisi risale i nurun yüksek talebelerine ve erkânlarına izin ve icazet noktasıdır. Madem risale i nurun şahsı manevisi onları çok zaman dairesinde muhafaza edip çalıştırmıştır. Elbette o sebatkar haslara icazet vermiş. İzni onlarla beraberdir. Bende ondan icazet alıyorum. Şimdilik bu nokta yeter. (Kastamonu lahikası)
Sabri abinin bahsi geçen mektubu nerde geçiyor. Yerini yazar mısınız?
Risale-i Nur dairesinde medrese usulü gibi bir icazet var mıdır yada nasıl bir icazet yöntemi vardır. Risale i nur hizmetinde icazeti nasıl anlamalıyız?
Metinde bahsi geçen Sabri abinin mektubu ile alakalı olarak yaptığımız detaylı araştırmalara rağmen maalesef bir neticeye ulaşamadık. Muhtemelen lahikalara dahil edilmemiş olabilir.
Risale-i Nur dairesindeki icazet meselesini ise kısaca izah etmeye çalışalım. Şöyle ki;
İlk başta ifade edelim ki; Risale-i Nur hizmeti, şahıs merkezli bir hizmet değildir. Bu hizmet dairesinde tüm talebeler Risale-i Nur eserleri etrafında bir araya gelmektedir. Bediüzzaman Hazretleri, kendileri hayatta iken dahi şahsını değil hep Risale-i Nur eserlerini nazara vermiştir. Risale-i Nur’un Kur’ân’ın malı olduğunu ve Kur’ân’dan ilhamla te’lif edildiğini çok yerlerde ifade ederek kendi şahsını sürekli perdelemektedir. Bu daire içinde olanları da kendi talebesi olarak değil, Risale-i Nur talebesi olarak tanımlamaktadır. Risale-i Nur külliyatında çok yerlerde bu tarzda beyan ve yönlendirmeleri görmek mümkündür. Numune olarak birkaç tanesini aktarmak gerekirse;
“Evet bu asrın ehemmiyetli ve manevî ve ilmî bir mürşidi olan Risalet-in Nur'un heyet-i mecmuası, sair şahsî büyük mürşidler gibi kendine muvafık ve hakikat-ı ilmiyeye münasib olarak, birkaç nevide ve bilhassa hakaik-i imaniyenin izharında, intişarında azîm kerametleri olduğu gibi; üç keramet-i zahiresi bulunan Mu'cizat-ı Ahmediye, Onuncu Söz ve Yirmi Dokuzuncu Söz ve Âyet-ül Kübra gibi çok risaleleri dahi her biri kendine mahsus kerametleri bulunduğunu çok emareler ve vakıalar bana kat'î bir kanaat vermiş. Hattâ sekerâtta bulunan talebelerine imanını kurtarmak için bir mürşid gibi yetiştiğine müteaddid vakıalar şüphe bırakmıyor.” (Kastamonu Lâhikası:8) Bediüzzaman Hazretleri bu metinde, Risale-i Nur’un ilmî ve manevî bir mürşit olduğunu ve sekerâttaki talebelerine imanla kabre girebilmeleri için mürşit gibi yetiştiğini açıkça ifade etmektedir.
“İkinci fark şudur ki: Üstadım kendi şahsiyetini merciiyetten azlediyor. Yalnız Risale-i Nur'u merci' gösteriyor.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 11) Burada da Hz. Üstad, Risale-i Nur mesleğinde şahsa bağlılık bulunmadığını, sadece Risale-i Nur’un merkez ve esas kaynak olduğunu beyan etmektedir.
"… Manevî bir elektrik olan Resail-in Nur dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsile ve derse çalışmağa ve başka üstadlardan taallüm edilmeğe ve müderrisînin ağzından iktibas olmağa muhtaç olmadan herkes derecesine göre o ulûm-u âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir.’’ (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 63) Bu metinde de Risale-i Nur’dan istifade için müderrislere (ders veren hocalara) ihtiyaç olmadığı ve ciddiyetle Risale-i Nur’u anlayarak ve kabul ederek okuyanların bu zamanda muhakkik bir âlim olabilecekleri nazara verilmektedir.
Yine Risale-i Nur mesleğinde esas ve merkezde olan Risale-i Nur eserleri olduğu, talebelerine manevi feyizler veren mürşitin de Risale-i Nur olduğu 28. Mektub’un 3. Meselesi’nde açıkça ifade edilmektedir.
Benzer manadaki ifade ve beyanları, Nur külliyatında çoklukla görmemiz mümkündür.
Şimdi sual edilen metne bakacak olursak; ‘’Birincisi: Risale-i Nur’un yüksek talebelerine ve erkânlarına izin ve icazet noktasıdır. Madem Risale-i Nur’un şahsı manevisi onları çok zaman dairesinde muhafaza edip çalıştırmıştır. Elbette o sebatkar haslara icazet vermiş. İzni onlarla beraberdir. Ben de ondan icazet alıyorum.’’ (Kastamonu lahikası,142)
Bu ifadelerden anlaşılan şudur: Sabri abi, eskiden medreselerde eğitimini tamamlayan talebelere hocaları tarafından icazet yani bugünkü anlamıyla bir diploma verildiği gibi bizler de Medreset-üz Zehra’nın bir azası olmak noktasından bir icazet alabilir miyiz? Biz de icazetli sayılır mıyız? diye bir suali ve talebi olduğunu anlıyoruz.
Hz Üstad da cevaben diyor ki; ‘’Ben de Risale-i Nur’dan icazet alıyorum. Siz de madem haslar olarak, Risale-i Nur dairesinde bugüne kadar uzun zaman hizmet ettiniz, karşılığında Risale-i Nur size de bir icazet veriyor. Yani artık siz de hoca vasfı ile istediğiniz yerde Risale-i Nur’ları ders verip içindeki iman ve Kur’ân hakikatlerini anlatabilirsiniz. Artık Risale-i Nur’un Medreset-üz Zehra’sından mezun olup icazet aldınız,’’ demek istiyor. Aksi halde bildiğimiz tarzda kâğıt üstünde yazılı ve mühürlü bir icâzetnâmeden bahsedilmiyor.