Soru

"Şu kâinâttaki dehşet-engîz ve hayretnümâ hadsiz fa‘âliyet, iki kısım esmâ-yı İlâhiyeye istinâd ederek, iki hikmet-i vâsiaiçindir ki, her bir hikmeti de nihâyetsizdir." / 18. Mektub, 3. Mesele

18. Mektub 3. Meseleyi izah eder misiniz ? Hem yukarıdaki cümlede geçen iki kısım esma-yı ilahiyeden kasıt nedir? İzah eder misiniz?

Tarih: 9.01.2025 11:21:16

Cevap

Öncelikle 18. Mektubun 3. Meselesindeki misali anlamaya çalışalım. Bir kişinin bir vazife için hiç durmadan büyük bir gayretle çalışması, iki sebepten kaynaklanır. Birincisi, o vazife neticesinde ortaya çıkacak güzel gayeler, neticeler; ikincisi ise, o vazifeyi yerine getirmek için o kişiyi teşvik eden, o işi yapmaktan alınan lezzetlerdir.

Bediüzzaman Hazretleri yemek örneği vermiş. Yani yemek yemenin bizi beslemek gibi bir maslahatı olduğu gibi, o yemeği yerken aldığımız bir lezzet de söz konusudur. Buna ilaveten, bir kişinin sevdiği bir işte çalışması misalini de verebiliriz. Mesela savunma sanayiine ait bir aracın üretiminde çalışan bir mühendis, hem ülkesine yeni bir teknolojiyi kazandırmak veya para kazanmak  gibi neticeleri düşündüğü hem de ülkesine hizmet etmekten ciddi bir şevk ve lezzet hissettiği için büyük bir gayretle çalışır.

Aynen bu misallerde olduğu gibi, kâinatta durmadan devam eden faaliyetin de iki büyük hikmeti vardır. Bunlardan birincisi şudur; Rabbimizin Esmâ-yı Hüsnâ’sı, çok çeşitli varlıklar üzerinde tecelli etmek (görünmek) ister. Bu görünme de, her ân o varlıkların tazelenmesiyle gerçekleşir. Buna şöyle bir misal verebiliriz: Bir ekranda sabit bir resmin durmasındansa, bir videonun oynaması daha çok dikkat çeker. Bunun sebebi, o ekranın her ân tazelenerek, yeni resimlerin ard arda gelmesidir. Hatta bir videonun kalitesi, ekrandan gelip geçen resimlerin çokluğuyla orantılıdır. Yani 1 saniye içinde ne kadar çok resim geçerse, o video o kadar kaliteli olur. Bir ekranda sabit bir resmin durmasındansa, kaliteli ve faydalı bir videonun oynaması, o ekrandan daha fazla istifade etmemizi sağlar.

İşte bu misalde olduğu gibi, Cenâb-ı Hakk’ın Esmâ-yı Hüsnâ’sı da, varlıkların her ân değişimleri ve kâinatta çeşitli faaliyetlerin devamıyla, şuur sahiplerine görünmüş olur. Her nefes alıp verdiğimizde vücudumuzdaki zerrelerin değişmesi, atomların etrafındaki elektronların sürekli dönmesi, yıldızların ve gezegenlerin sürekli hareket etmeleri, bu faaliyetlere misal olarak gösterilebilir. Bu ve benzeri faaliyetler sayesinde, şuur sahibi olan varlıklar, Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin her ân farklı tecellilerle fark etmiş ve tefekkür etmiş olurlar.

Misalden hakikate geçerken bahsedilen iki kısım Esmâ-yı İlâhiye/Allah'ın isimleri için ise şunları söyleyebiliriz: On Üçüncü Lem’a’nın Dokuzuncu Hakikatinde Bediüzzaman Hazretleri iki kısım esmânın, cemâlî ve celâlî isimler olduğunu söyler. Devamında ise, bu iki kısım esmânın ayrı ayrı tecellileri (görünmeleri) neticesinde, zıtların birbiri içine girerek, kâinatta pek çok  değişim ve dönüşümlere vesile olduğunu izah eder. O halde bu risalede de Bediüzzaman Hazretlerinin, kâinattaki hadsiz faaliyet ve hareketlere sebep olarak gösterdiği iki kısım esmanın, Allah'ın cemâlî ve celâlî isimleri olduğunu söyleyebiliriz. 

İkinci hikmet ise şuunât-ı İlahiyedir. Şuunât, lügatte, bütün varlıkların Rabbi olan Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zât'a ait nitelikler olarak geçmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri bu ıstılahı, İlâhî fiiller anlamında kullanmakla birlikte farklı bir anlam daha verdiği görülmektedir. Şuunât-ı kudsiye, şuunât-ı Zâtiyye, şuunât-ı Rabbâniye, maâni-yi kudsiye (kudsi manalar), şuunât-ı İlâhiye gibi farklı kavramlarla Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği şuunât, Hayy ve Kayyum olan Allah’ın (cc) Zâtına ait olarak varlıkların teşekkür, sevinç ve minnettarlıklarından gelen ve tabirinden aciz olunan, “memnuniyet-i mukaddese,” “iftihar-ı kudsî” ve “lezzet-i mukaddese” gibi ünvanlarla işaret edilen maânî-i Rububiyete denir. Cenabı Hakk’ın sıfatları nasıl varlıkların sıfatlarına benzemiyorsa, O’nun (cc) muhabbeti dahi varlıkların muhabbetine benzemez.

İşte Cenab-ı Hakk’ın muhabbeti gibi bir kısım ulvî, kudsî, güzel ve münezzeh manaları olan şuunâtı vardır. Yani Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun kudsiyet (yücelik, kusursuzluk) ve istiğnâ-yı kemâline (hiçbir şeye ihtiyaç duymama) muvafık bir tarzda ve ona lâyık bir surette, hadsiz bir muhabbet, nihayetsiz bir şefkat, gayetsiz bir iftihar, tabiri caizse, mukaddes (yüce, kusursuz), hadsiz bir memnuniyet, bir sevinç tabirde hata olmasın hadsiz bir lezzet-i mukaddese, bir ferah-ı münezzeh, şuûnât-ı Rububiyetinde bulunur.

İşte, nasıl ki varlıklardaki faaliyetler onlara büyük bir şevk ve lezzet veriyor. Öyle de, o varlıkların faaliyetleri içinde kabiliyetlerinin ortaya çıkmasından ve olgunlaşıp mükemmelleşmelerinden meydana gelen memnuniyetlerinden, Zât-ı Rahmân-ı Rahîm’e âit -tabiri caiz ise- hadsiz bir mukaddes memnuniyet ve hadsiz bir mukaddes iftiharı vardır ki, hadsiz bir surette hadsiz bir faaliyeti gerektiriyor.


Yorum Yap

Yorumlar