Sorular

101

Seyyid Ahmed Rifai Hazretleri'nin Hayatı ve Makamı

Seyyid Ahmed Rifai Hazretleri, 1118 yılında Bağdat ile Basra arasında bulunan Bataih bölgesinde Ümmüabide köyünde dünyaya gelmiştir. Rifai Hazretleri henüz 7 yaşındayken babasını kaybetmiştir. Seyyid Rifai Hazretlerinin eğitimini devrin büyük sufilerinden olan dayısı Mansur el-Betaihi üstlenmiştir.[1]Seyyid Ahmed Rifai Hazretleri küçük yaşlarda ilim tahsiline başlamıştır. Ali Ebü'l-Fazl el-Vâsıtî ve diğer bazı âlimlerden ilim tahsil etmiş ve icazet almıştır. Kendisine icazet veren hocası Ali Ebü'l-Fazl el-Vâsıtî Rifai Hazretlerine olan sevgisini şöyle dile getirmiştir:Herkes üstadıyla ben ise talebem Rifai ile iftihar ederim.Rifai Hazretleri himayesi altında bulunduğu dayısı Mansûr el-Bataihîden de ders almış onun irşad halkasına dâhil olmuştur. [2] Pek çok İslam âlimi güzel meziyetlerinden dolayı bir kısım hâsud (hasetçi) kimseler tarafından hasete maruz kalmıştır. Bu haset belasından dolayı Ahmed Rifai Hazretleri de bir takım sıkıntılar çekmiştir. Pek çok defa halifeye şikâyet edilmiş ve hatta hakkında tahkikat yapılmıştır. Bu iftiraların ve şikâyetlerin sonucunda bizzat halife tarafından tayin edilen memurlar Seyyid Ahmed Rifai Hazretlerinin çalışmalarını yakından takip etmişlerdir. Sünnete ve şeriata uymadığına dair atılan iftiraların aslı olup olmadığını araştırmak için gelen tahkikat komisyonu halifeye şu raporu sunmuştur:Bu seyyid ve müritleri sünnet yolunda değillerse yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış demektir.Bu rapor üzerine halife yaptırdığı tahkikattan dolayı özür dileyen bir mektup göndermiştir.[3]Ahmed Rifai Hazretleri 1160 yılında talebeleriyle birlikte hacca gitmiştir. Vazifesini ifa ettikten sonra Medine-i Münevvere'yi ziyaret için yola koyulmuştur. Medine'yi uzaktan görünce hürmet maksadıyla devesinden inmiş yürüyerek Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin huzuruna varmıştır. Ravza-i Mutahhara'ya girdiğinde Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin kabr-i şerifi önüne gelmiş ve “es-Selâmü aleyke yâ ceddî!” diyerek selâm vermiştir. Orada bulunanlar Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin “Aleyke's-selâm yâ veledî!” sözüyle selama karşılık verdiğini duymuşlardır.  Bu hal karşısında vecde gelen Ahmed Rifai Hazretleri Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin huzurunda diz çöküp şu meşhur şiirini okumuştur:Uzakta iken benim yerime varıp toprağını öpsün diye sana ruhumu gönderiyordum; şimdi bu devlet bedenime de nasip oldu; uzat elini de dudaklarımla öpeyim.Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimizin kabrinden dışarıya bir el uzanmış ve Ahmed Rifai Hazretleri hürmetle kabr-i şeriften uzanan eli öpmüştür.[4] Bu hadiseye şahit olanlar arasında Hayât b. Kays el-Harrânî ve Adi b. Müsâfir gibi zatlarla beraber oldukça kalabalık bir cemaat de vardı. Ahmed er-Rifâî hazretlerinin tarihçe-i hayatını yazan müellifler pek çok şahit ismi sayarak bu menkıbeyi mütevâtir bir haber şeklinde kaydetmişlerdir.[5]Ahmed er-Rifai, dört büyük kutubdan biri olarak bilinir. Rivayete göre Bağdad'da yaşayan Gavs Ahmed b. Halef vefat edince, bu makam Seyyid Ahmed er-Rifai'ye teklif edilir. O ise büyük bir tevazu ile Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in huzuruna yönelerek bu görevden affını ister. Bunun üzerine makam Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretlerine verilir. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin vefatından sonra aynı görev tekrar Ahmed Rifai Hazretlerine teklif edilir ve bu defa kabul eder. On altı yıl kadar bu makamda bulunur. Kutbiyyet makamı kendisine iki kez takdim edildiği için “Ebu'l-Alemeyn” (iki sancak sahibi) unvanıyla anılmıştır.[6]Öncüsü olduğu tarikat bir süre Rifaiyye, Ahmediyye ve Batâihiyye adlarıyla anılmakla birlikte sonraları sadece Rifaiyye adı ile kullanılır olmuştur. Ahmed Rifai Hazretleri şiddetli bir ishal hastalığı sonunda 23 Eylül 1182 yılında vefat etti. Türbesi Bağdat'ın güneyinde Vâsıt yakınlarındadır.[7][1] Yunus eş-Şeyh İbrahim es-Samarrai, es-Seyyid Ahmed er-Rifai Hayatı-Eserleri, (trc. Münir Atalar), Ankara-1995, s. 12.[2] Şeyh Abdülkerim bin Muhammed er-Rafiî, Sevadü'l-ayneyn fî menâkıbi'l-gavs ebi'l-alemeyn, Mısır 1301, s. 6.[3] Çakır, Abdullah. El Yazması İki Menakıb-ı Seyyid Ahmed er-Rifai , "inceleme ve karşılaştırma" İstanbul, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007.s,13[4] Celâleddîn Abdurrahmân Suyûtî, eş-Şerefü'l-muhattem fî m âmenn-allâhü bihî alâ veliyyi'sseyyid Ahmed er-Rifâî min takbîli yedi'n-Nebî , (trc. Hayri Kaplan), Ankara 2002, s. 9-10.[5] Çakır, Abdullah, A.g.e.,s,13-14[6] İmâm Celâleddîn Abdurrahmân Suyûtî, A.g.e., s. 13.[7] Takiyyüddîn Abdürrahmân b. Abdülmuhsin el-Vâsıtî, Tiryâku'l-muhibbîn fî tabakāti'l-meşâyihi'l ârifîn, Mısır 1304, s.37

54

İlim Talebelerine ve Dini Kurumlara Zekât Vermek

Zekât konusunda “temlik esası” var deniliyor. Bu bağlamda şu soruları merak ediyorum:- İlim talebesi adına vekâlet eden kişilere zekât vermenin hükmü nedir?- Zekât, bu vekile verildiğinde; ilim talebesinin yurtta barınması, ısınması veya bina giderleri gibi kalemlere harcanabilir mi?- Zekâtı vekile verdiğimizde ve bunun yurt binası yapımı ya da onarımında kullanılacağını biliyorsak, bu durum zekâtın geçerli olmasına yeterli olur mu?- Zekâtın geçerli olabilmesi için mutlaka nakdî olarak teslim etmek mi gerekir?- Yemek yedirmek zekât yerine geçer mi?

54

Ağızdan Çıkan Kötü Sözlerin Telafisi Mümkün müdür?

İnsan, ağzından çıkan iddialı sözlerle kader-i ilâhîye âdeta “fetva” verdirebilir mi? Bunun dinimizde sahih bir dayanağı var mıdır? 28. Lem'a'daki “kef-nûn” bahsi çerçevesinde; beddua, gıybet, yalan, iftira gibi kötü sözler havaya ekilip, sonradan pişman olunduğunda telâfileri mümkün müdür? Yalnız dil ile tevbe kâfî midir, yoksa ilâve ibadet ve sadaka da gerekir mi? Açıklar mısınız?

35

Üvey Babanın Yanında Tesettür Nasıl Olmalıdır?

İslamî fıkıh ve takva ölçülerine göre üvey baba ile üvey kız arasındaki münasebet, "ebedi mahremiyet" esasına dayanır. Ancak bu durumun fıkhî şartları ve takva boyutunda dikkat edilmesi gereken bazı detaylar mevcuttur. İşte bu konudaki temel ölçüler:1. Fıkhî Hüküm: Mahremiyet ŞartıBir erkeğin, evlendiği kadının başka kocadan olan kızıyla (üvey kızıyla) ebediyen evlenmesi haramdır. Ancak bu mahremiyetin tam olarak oluşması için bir şart vardır:Zifaf Şartı: Üvey baba ile annenin nikahlanmış olması tek başına yeterli değildir; aralarında zifafın (cinsel birlikteliğin) gerçekleşmiş olması gerekir. Nisa Suresi 23. ayette bu durum şöyle ifade edilir:...kendileriyle zifâfa girdiğiniz kadınlarınızdan olup himâyenizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı.1Ebedi Haramlık: Eğer anne ile üvey baba arasında zifaf gerçekleşmişse, anne ölse veya boşansalar dahi üvey baba o kız için artık ebediyen "mahrem" (evlenilmesi yasak olan akraba) hükmündedir.2. Tesettürün Ölçüsü (Ruhsat Sınırı)Ebedi mahremiyet sağlandığında, üvey kızın üvey babasının yanında tesettür ölçüsü, öz babasının yanındaki gibidir:Açılması Câiz Olan Yerler: Baş, saç, boyun, kollar (dirseklere kadar) ve ayaklar (diz altına kadar) açık olabilir.Kapatılması Gereken Yerler: Karın, sırt ve diz kapağı ile göbek arası kesinlikle örtülmelidir.3. Takva ve İhtiyat ÖlçüleriFıkıh "sınırları" belirlerken, takva "edebi ve ruhu" muhafaza eder. Özellikle üvey baba-kız ilişkisinde şu noktalara dikkat edilmesi tavsiye edilir:Fitne Korkusu: Eğer taraflardan birinde kötü bir niyet, bakış veya "fitne" riski hissediliyorsa, mahrem olsalar dahi tesettürde yabancı bir erkek varmış gibi ihtiyatlı davranmak (daha kapalı giyinmek) vacip hale gelir.Giyim Tarzı: Ev içinde mahrem yakınlığı olsa bile, vücut hatlarını çok belli eden dar kıyafetlerden veya aşırı kısa giysilerden kaçınmak "takva" gereğidir. Bu, hem aile içi saygınlığı korur hem de şeytani vesveselere kapı açılmasını engeller.Haya ve Mesafe: Üvey baba her ne kadar öz baba hükmünde olsa da, fıtrî (kan bağına dayalı) bir bağ olmadığı için aradaki mesafe ve haya duygusunun daha titiz korunması maneviyat açısından daha selametlidir.Yalnız Kalma (Halvet): Mahremiyet sabit olduğu için teknik olarak baş başa kalmak (halvet) haram değildir. Ancak tarafların birbirine alışma süreci, niyetlerin saflığı ve ortamın güvenliği göz önünde bulundurularak "ihtiyat" payı bırakılmalıdır. Hasılı üvey baba öz baba gibidir, yanında baş açık durulabilir. Ancak takva sahibi bir mü'min hanım, aile içindeki bu mahremiyeti korurken ciddiyetini, hayasını ve kıyafetindeki ölçüyü muhafaza ederek her türlü su-i zandan ve fitneden uzak durmayı tercih eder.Ayrıca BakınızMahrem ve Namahrem Olan KişilerHalvet Nedir? Namahrem (Yabancı) Olan Kişinin Arabasına Binmek Uygun Mudur?Namahreme TebliğKaynakçalarNisâ, 4/23.

24

Zaman ile Ezeli Kudret Arasındaki ilişki?

Kader risalesinde ayna temsili ile mazi, hal ve istikbali Allah'ın birden tuttuğu, kuşattığı bildiriliyor. Peki bu manaya göre Allah için cennete ve cehenneme girecekler daha onlara göre vakit gelmeden hem onları girmiş hem de daha girmemiş mi görüyor ya da kudreti aynı anda hem kıyameti olduğu anda hem de cehennemdeki bir anda tecelli mi ediyor ya da bu manaya göre bize göre geçmişte kalan ve harici vücutlarını kaybedip ilim dairesine giden varlıklar Allah için var mı, kudret onlara tecelli ediyor mu? Bununla berber kudretin tecelli etmesi ya da tecelliyi kesmesi gibi şeyler zaman içinde olmaz mı? Allah'ın zamandan münezzeh oluşu ile nasıl izah edebiliriz? Bu cidden çok aklıma takılan bir soru, özellikle filozof Kant'ın felsefesini biraz okuyunca aklıma gelen sualler risaleler ışığında detaylı izah ederseniz çok sevinirim. Bu noktada ilimden ziyade kudret sıfatı açısından soruyorum. Zira biz bir fiili bir süre içinde yaparız yani tecelli ettirme, ilim dairesine gönderme vs. zamanla ilişkili değil mi?