Sorular

20.811

Anne ve Babası Vefat Edenlere Verilecek Teselli

Anne, babasını ve sevdiklerini kaybeden bir insanın üzülmesi doğal ve normal karşılanmalıdır. Üzüntü, ölüme verilen sağlıklı bir tepkidir ve kaybı kabullenmenize yardımcı olur. Rabbimiz, musibet anında ne yapmamız gerektiğini Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:Sizi mutlaka biraz korku ve açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsûllerden bir noksanlık ile imtihân edeceğiz. (Ey Resûlüm!) O hâlde sabredenleri (Cennetle) müjdele! Onlar ki, kendilerine bir musîbet geldiği zaman: “Muhakkak ki biz, Allah'a âidiz ve muhakkak ki biz, ancak O'na dönücüleriz!” derler.1Kur'an-ı Kerim'de, korku, açlık, mal, can ve ürün kaybı gibi Müslümanların tâbi tutulacağı imtihan çeşitleri sayılmaktadır. Bütün bunlar karşısında sabırlı davranan ve Allah'a karşı güvenini kaybetmeyen, teslimiyetini bozmayan mü'min kazanacaktır. Ölümde bir İmtihandır. Ölüm anı geldiği anda insan, "Muhakkak ki biz, Allah'a âidiz ve muhakkak ki biz, ancak O'na dönücüleriz" demelidir. Peygamber Efendimiz (sav) sevdiklerini kaybeden insanlara şu hadis-i kudsîyi müjdelemektedir: Ebû Hüreyre (ra) şöyle rivâyet etmiştir:Dünyada sevdiği bir dostunu aldığım zaman, (sabredip) ecrini Allah'tan bekleyen mü'min kulumun katımdaki karşılığı cennettir.2Sevgili Peygamberimiz (sav), ölüm gibi bir imtihan karşısında, sabır ve rızâ göstermeleri karşılığında cenneti elde edeceklerini hatırlatarak müminleri teselli etmiştir. Ölüm duygusu, insanı şaşkınlık içinde bırakabilir. Sevdiğinizin ölümü her zaman acı vericidir. Önemli olan, böyle durumlarda yakınlarını kaybedenleri yalnız bırakmamak, varlığımızla acılarını hafifletmek ve varsa ihtiyaçlarını gidermeye çalışmaktır. Yapılacak en güzel teselli de budur. Çünkü bu hâlde insanlar, etraflarında dostlarını görmek ve acılarını paylaşarak hafifletmek isterler. Zira acılar paylaşıldıkça azalır. Ölümle ilgili olarak Bediüzzaman Hazretleri ise şöyle söylemektedir: وَيُم۪يتُ Yani mevti veren odur. Yani hayat vazîfesinden terhis eder. Fânî dünyadan yerini tebdîl eder. Külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, derki: “Sizlere müjde! Mevt, i'dâm değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkırâz değil, sönmek değil, firâk-ı ebedî değil, adem değil, tesâdüf değil, fâilsiz bir in'idâm değil! Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından, bir terhîstir, bir tebdîl-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyâttır. Yüzde doksan dokuz ahbâbın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visâl kapısıdır.3Ölüm aslında sandığımız gibi bir yok oluş ya da bitiş değildir. Hayatı bize veren Allah, zamanı gelince ölümü de verir ve bu durum bir ceza değil, dünyadaki geçici görevimizin sona erdiğini gösterir. İnsan bu dünyada belirli bir süre görev yapan bir asker gibidir. Görevi bitince yorgunluklardan kurtulur ve sonsuz hayata geçer. Böylece ölüm, fani dünyadan ebedî âleme açılan bir kapı olur. Bu nedenle ölüm idam olmak, sönmek ya da hiç olmak değildir. Aynı zamanda sürekli bir ayrılık da değildir. Sevdiklerimizin büyük bölümü o tarafta olduğu için ölüm, onlarla buluşmaya vesile olan geçici bir ayrılıktır. Ayrıca unutulmamalıdır ki, Allah'ın bütün sevgili kulları da aynı yolu izlemiştir ve şimdiye kadar yaşamış bütün ecdadımızın asıl yurdu ahirettir. Bu yüzden ölüm korkulacak bir yokluk değil, insanı gerçek yurduna götüren bir yolculuktur.Önemli tesellilerden birisi de anne ve babamız için hayatımız boyunca yapabileceğimiz birçok şeyin bulunduğunu hatırlatmaktır. Salih bir evlat olmak, dua etmek, hayırlar yapmak, sadaka vermek, Kabri başında Kur'an okumak ve her türlü güzel davranışta bulunmak gibi. Bu konuda ciddi gayret göstermemiz gerektiğini belirtmekte fayda vardır. Peyğamber Efendimiz (sav) bu konu hakkında şöyle buyurmaktadır:İnsan ölünce, şu üçü dışında bütün amellerinin sevabı kesilir.1) Sadaka–i câriye,2) Kendisinden istifade edilen ilim,3) Arkasından dua eden hayırlı evlat.4Peygamberimiz (sav) vefat eden kişinin sevabının üç yolla devam edeceğini müjdeliyor. Bıraktığı kalıcı hayır eserleri (sadaka-i câriye), kendisinden faydalanılan ilim ve en önemlisi arkasından dua eden hayırlı evlat. Bu demektir ki vefat eden ebeveyninizin amel defteri sizin dualarınız ve onlar adına yaptığınız hayırlar ve salih amellerinizle hâlâ açıktır. Sizin göreviniz bu üç maddeyi devam ettirerek onların ahiretteki makamlarını yükseltmeye vesile olmaktır. Sizin edeceğiniz her samimi dua, anne ve babanıza ulaşan kesintisiz bir destek kaynağıdır. Bu hakikat ise ölümün bir bitiş değil, geride kalan evlatlar aracılığıyla devam eden bir manevi bağ olduğunu gösterir.Dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de anne, baba ve sevdiklerini kaybeden kişilerin, İslâmî ölçüler içinde tepki vermelerine yardımcı olmaktır. Peygamber Efendimiz'in (sav), küçük yaştaki oğlu İbrahim'in vefatı sırasında gösterdiği tavır, Müslümanlara musibetler karşısında nasıl davranmaları gerektiğini göstermektedir. Oğlu vefat ettiğinde gözleri yaşla dolan ve onu kucağına alan Efendimiz'in bu insani hüznü, yanında bulunanları şaşırtmıştır. Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:Bu, kalbin merhametidir. Göz yaşarır, kalp üzülür, ancak biz Rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söylemeyiz. Ey İbrahim! Senin ayrılığınla bizler gerçekten hüzünlüyüz.5Peygamber Efendimiz (sav), hüznün ve gözyaşının insani bir merhamet ve fıtrî bir duygu olduğunu kabul etmiş, ancak bu üzüntüyü isyan etme, kaderi sorgulama veya cahiliye âdetlerine uygun biçimde (saç baş yolma, feryat etme gibi) taşkınlık hâline getirmeyi kesinlikle yasaklamıştır. Bu davranış, derin acıların bile Allah'ın takdirine tam bir teslimiyetle karşılanması gerektiği yönündeki nebevi prensibi ortaya koymaktadır.Ayrıca BakınızÖlümün Rahmet ve Nimet OluşuKaynakçalarBakara 2/155, 156Buhârî, Rikak 6Bediüzzaman Said Nursi, Asa-yı Musa, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 204Müslim, Vasiyyet 14Müslim, Fedâil 62

9.601

Hz. İsa İle Hz. Mehdi Arasındaki İrtibat

Hz. Mehdi (ra) ve Hz. İsa (as) ahirzamanda ve aynı dönemde gelecek olan iki mühim şahsiyettir. Bu mübarek zatların her birinin kendine mahsus vazifeleri vardır. Hz. İsa (as) Hristiyan âleminde bir ıslah hareketi başlatacak. Hz.Mehdi ise İslam âleminde bir ıslah hareketi başlatacaktır. Bu mevzu şu hadis-i şeriflerde geçmektedir:Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: İsa bin Meryem adil bir hâkim ve adaletli bir imam olarak (gökten yere) inmedikçe kıyamet kopmayacaktır. O, (indiğinde) haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. Mal da o kadar çoğalacaktır ki hiç bir kimse mal kabul etmeyecektir. 1 Ebu Said-i Hudri (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: Ümmetim içinde el-Mehdi olacaktır. Benim ümmetim o devirde öyle bir refah bulacak ki o güne dek onun mislini kesinlikle bulmamıştır. Yer, yemişini (gıda ürünlerini) verecek ve insanlardan hiç bir şey saklamayacak. Mal da o gün çok birikmiş olacaktır..." 2 Yukarıdaki Ebu Hureyre (ra)'dan rivayet edilen Hz. İsa hakkındaki hadis-i şerifte, Hz. İsa'nın haçı kıracağı domuzu öldüreceği anlatılmaktadır. Burdan anlaşılıyor ki o mübarek zat Hristıyanlar arasında hakkın tesisine çalışacaktır. Yani Hrıstiyanlığın batıl şeylerden kurtulup safileşmsini sağlayacaktır.Ebu Said-i Hudri (ra)'ın rivayet ettiği hadis-i şerifte ise Hz.Mehdi'nin ümmet-i Muhammed içinde ortaya çıkacağı açıkça zikredilmiştir. Demek ki Hz. İsa Hrıstiyanlar arasında Hz. Mehdi ise Müslümanlar arasında İslam'a hizmet edecektir.Yine bu iki mübarek zat aynı dönemde bulunduklarından bazen buluşup görüşeceklerdir. Bu konu hadis-i şerifte şöyle anlatılmıştır:Mehdi, bu ümmete imam olacak, Meryem oğlu İsa da onun arkasında namaz kılacaktır. 3 Hadis-i şeriften anlaşıldığı üzere bütün ümmet-i Muhammedin imam olan Hz. Mehdi'ye, Hz. İsa namazda tabi olacaktır. Bu tabiiyetin ne demek olduğunu Bediüzzaman Hazretleri şöyle izah etmiştir:Hal-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur'ana iktida ederek , o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi' ve İslâmiyet metbu' makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. 4 Bediüzzaman Hazretlerinin izahından da anlaşıldığına göre Hz. İsa'nın Hz. Mehdi'nin arkasında namaz kılması, Hıristiyanlığın İslamiyet'e tabi olması anlamına da gelmektedir. Yani Hristiyanlık hurafelerden temizlenip asli hüviyetine dönecektir. Aynı zamanda hal-i hazırda hükmü devam eden İslam şeriatine dahil olacaktır. Yani İslam'a tabi olacaktır. Bu şekilde hak din olan islamiyet küfre karşı büyük bir kuvvet kazanacaktır.Hz. Mehdi Müslümanlar arasında vazifesini yaparken karşısında Süfyan isimli İslam Deccali ona karşı çıkıp mücadele edecektir. Hz.İsa da Hristiyan âleminde vazifesini yaparken Deccal isimli kafir ona karşı çıkıp mücadele edecektir. Hz.Mehdi, Süfyan ile Hz.İsa da Deccal ile mücadele edecektir. Her ikisi de insanlığı bu iki şer güçten kurtarmak için manen cihad edeceklerdir. Bu mesele hadis-i şeriflerde şöyle anlatılmaktadır:Abdullah bin Mes'ud (r.a.)'den; şöyle demiştir: Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) geceleyin (Mi'raca) götürüldüğü zaman İbrahim, Musa ve İsa (Aleyhimusselam)'a rastladı da kıyamet (gününün ne zaman kopacağı) hakkında müzakere ettiler. (Müzakereye) İbrahim ile başlayarak kıyamet (in ne zaman kopacağını) ona sordular. Konu hakkında onun yanında bir bilgi olmadı. Sonra Musa'ya sordular. Onun yanında da konu hakkında bir bilgi olmadı. Bunun üzerine söz İsa bin Meryem'e verildi. O; Kıyametin kopmasına yakın şeyler (olaylar) hakkında bana bilgi verildi. Ama Kıyamet'in kopması (vaktini) Allah'tan başka hiç kimse bilemez, dedikten sonra Deccal 'in çıkmasını anlattı. Dedi ki: Sonra ben inip onu öldüreceğim ve bundan sonra halk memleketlerine dönecekler…5 Meryem oğlu İsa, Deccâl'i “Bab-ı Lûd” denilen yerde öldürecektir. 6 Bediüzzaman Hazretleri Hz. İsa'nın Deccal'i öldüreceği mevzusunu, cismen değil; fikren ve manen olacağını söylemektedir. Zira bir toplumda büyük manevi tahribatlar yapan kimsenin ceseden dünyadan ölüp gitmesiyle tesiri ortadan kalkmaz. Çünkü hayattayken kurduğu şer odakları o zalim öldükten sonra müntesibleri nezdinde daha da yüceltip onun yolunu devam ettirmek isteyebilirler. Ancak o sapkın Deccal fikren öldürülürse; cesedi yaşasa bile insanlar nezdinde hükmen ölü sayılır. İşte Hz. İsa'nın Deccal'i öldürme meselesine bu zaviyeden bakmak hikmete daha münasiptir.Hz.İsa'nın Deccal'le olan mücadelesinin bir benzeri de Hz. Mehdi tarafında meydana gelecektir. Hz.Mehdi de İslam Deccali olan Süfyan'ı manen ve fikren mağlub edecek; yani öldürecektir. Bu mevzunun izahını Bediüzzaman Hazretleri şöyle yapmaktadır:..nifâk perdesi altında Risâlet-i Ahmediye'yi (asm) inkâr edecek Süfyân nâmında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifâkın başına geçecek. Şerîat-ı İslâmiye'nin tahrîbine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevî'nin silsile-i nûrâniyesine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek Âl-i Beyt'ten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nûrânî, o Süfyân'ın şahs-ı ma'nevîsi olan cereyân-ı münâfıkāneyi öldürüp dağıtacaktır. 7 Bediüzzamn Hazretlerinin izahından anlaşıldığı gibi Deccal'in ve Süfyan'ın öldürülmesi fikren ve manen olacaktır.Netice itibariyle; Hz.İsa ve Hz. Mehdi, Ahirzamanda, aynı zaman diliminde yaşayacaklardır. Hz. Mehdi Süfyan komitesi tarafından ifsat edilen ümmet-i Muhammedin ıslahına çalışacak. Aynı zamanda Süfyan ile manevi ve fikri mücadele edip nihayette Süfyan'ı mağlub edecektir. Hz. İsa da Hristiyanlar içerisinde Deccal'e karşı fikren ve manen mücadele edip nihayetinde Deccal'i mağlub edecek. Ayrıca Hristiyanlığı hurafelerden temizleyip İslam'a tabi edecektir. Hrıstiyanlığın İslam'a tabi olması ile de İslamiyet büyük bir kuvvet kazanacaktır. Hz. İsa bütün bu vazifeleri yaparken Hz. Mehdi'nin arkasında namaz kılarak, ona tabi olduğunu göstermiş olacaktır.Kaynakçalarİbn-i Mace Fiten,4078İbn-i Mace, Fiten, 4083İmam Şaranî, Bedir Yayınları, Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir zaman Alametleri, s. 438)Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, cilt 1, s. 46İbn-i Mace, Fiten, 4081Tirmizi, Fiten, 2244Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, cilt 1, s. 46

3.995

"Meylü't-Tevessü' ve Meylü't-Tevsî'" Kavramlarının İzahı

"Nasıl ki bir cisimde, neşv ü nemâ için tevessü' meyli bulunur. O meylü't-tevessü' ise, çünki dâhildendir, vücûd ve cisim için bir tekemmüldür. Fakat eğer hâriçte tevsî' için bir meyil ise, o vücûdun cildini yırtmaktır. Tahrîb etmektir. Tevsî' değildir.""Yoksa zarûriyâtı terk eden ve hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercîh eden ve felsefe-i maddiye ile âlûde olanlardan olan o meylü't-tevsî' ve irâde-i ictihâd, vücûd-u İslâmiyeyi tahrîb ve boynundaki şer'î zincirini çıkarmaya vesîledir."Risale-i Nur'da geçen bu cümleyi izah eder misiniz?

5.022

Kütlenin Korunumu Kanununun Tevhidle Alakası

Kütlenin korunumu kanununda geçen ''hiçbir şey yoktan var olamaz, var olan şey de yok olamaz'' ibaresini bazı felsefciler ve bilim adamları Allah inancının aleyhinde bir argüman olarak kullanıyorlar. Bu meseleyi Bediüzzaman Hazretleri de soru-cevap şeklinde Tabiat Risalesinde ele alıyor ve böyle bir düşüncenin olamayacağını aklen ispat ediyor. Lakin bu düşünce bilimsel bir yasa olarak görülüyor. Nasıl izah edersiniz?

711

Tevbe Suresi Okununca Tevbe Etmiş Olunur mu?

Tevbe sûresinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:Bilmediler mi ki, kullarından tevbe'yi kabûl eden ve sadakaları alan şübhesiz ancak Allahdır; Tevvâb (tevbeleri çok kabûl eden), Rahîm (kullarına çok merhamet eden)de ancak Allah'dır.1Sûrede yer alan başlıca konular şunlardır:Antlaşmalarını bozan müşriklere fesih bildirimi yapılıp Mescid-i Harâm çevresinin putperestlerden arındırılması,Allah ve Resulüne bağlılığın ve iman kardeşliğinin diğer bütün dünyevi bağların üstünde tutulması gerektiği,Allah'ın nimetlerini ve yardımlarını hiçbir zaman göz ardı etmeksizin iman mücadelesindeki azim ve kararlılığın korunması,Özellikle Tebük Seferi'ne hazırlık, Tebük'e gidiş ve dönüş sırasında münafıkların sergiledikleri davranışlar, Müslümanların böyle sıkıntılı durumlarda hataya düşme ihtimallerinin artması,Ehi-i kitapla ilişkiler, cizye ve zekât hükümleri,Bedevi Arapların dini bildirimler karşısındaki tavırlarıYaptığı kötülüklerden samimi pişmanlık duyanların tövbelerinin kabulü hususunda yüce Allah'ın ne kadar lutufkâr olduğu,Resülullah'a canla başla destek olan ilk Müslümanların ve onların yolunu izleyenlerin Allah katında çok üstün bir mertebeye sahip oldukları,Hz. Muhammed'in (sav) müminlere karşı engin şefkati, bu gerçekleri görmezden gelenlere karşı arşın sahibi yüce Allah'a sığınmak, O'na güvenip dayanmak gerektiği.Bu sebeple her ne kadar sûrenin ismi Tevbe olarak geçse de konusu itibarıyla çeşitli konulara değinen bu sure Rabbimiz surenin 104. âyetinde Tevvâb (tövbeleri çok kabûl eden) olduğunu biz kullarına bildirmekte ve kötülüklerden samimi pişmanlık duyanların tövbelerinin kabul edeceği müjdesini bizlere haber vermektedir. Dolayısıyla burada tövbeye teşvik söz konusudur. Elbette amelleri kabul edecek yüce Rabbimizdir. Belki halis ve samimi niyetle okunan âyetleri tövbe niyetiyle kabul eder. Lâkin bizler âyet ve hadislerin bildirdiği üzere ortaya çıkan tövbe şartlarını dikkate alarak bu hususta Rabbimizin razı olacağı bir tövbe ile O'na duada bulunabiliriz. Şöyle ki Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm'de tövbe hakkında bizlere nasuh tövbesini şöyle emretmektedir.Ey iman edenler! (Samimi bir tevbe olan) Tevbe-i Nasuh ile Allah'a tevbe edin! Olur ki Rabbiniz, sizin kötülüklerinizi örter ve Allah, peygamberi ve onunla beraber iman edenleri utandırmayacağı bir günde, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar! Onların nuru önlerinde ve sağlarında koşar (da): “Rabbimiz! Nurumuzu bize tamamla ve bize mağfiret eyle! Şüphesiz ki sen, her şeye hakkıyla gücü yetensin!2Sonuç olarak, Tevbe sûresini okumak başlı başına çok faziletli bir amel olup, kulun kalbini muhasebeye sevk eden, günahın ciddiyetini ve ilâhî rahmetin genişliğini hatırlatan güçlü bir vesiledir. Ancak yalnızca Tevbe sûresini okumak, tövbenin şartları gerçekleşmedikçe kişiyi otomatik olarak “tövbe etmiş” saydırmaz. Zira Kur'ân ve sünnette bildirildiği üzere sahih ve makbul bir tövbe; işlenen günahtan samimi bir pişmanlık duymayı, o günahı terk etmeyi ve bir daha dönmemeye kesin azim göstermeyi gerektirir. Kul, Tevbe sûresini bu bilinçle, nasuh bir tövbeye niyet ederek okuyabilir. Kalbinde pişmanlık, dilinde istiğfar ve hâlinde günahı terk iradesi bulunursa, bu okuma tövbeye dönüşür ve Allah'ın Tevvâb ve Rahîm isminin tecellisine mazhar olur. Esas olan, okunan âyetlerin hayata yansıması ve kulun yönelişinin samimiyetidir.Ayrıca BakınızTevbe SuresiNasuh TevbesiKaynakçalarTevbe, 9 / 104Tahrîm, 66 / 8